"Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın." sözüne eklediği kelime dikkat çekici idi: "Oldurmayın". Bu kelimenin, Türk siyasetinin geleneksel gerginlik kutbu olan askerlere yönelik bir mesaj olduğuna dair fikirler ileri sürüldü. Siyaset üzerinde, özellikle önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini gerekçe gösteren bir askerî vesayet ihtimalinden korkanlar için "oldurmayın" sözünün adresi Türk Silahlı Kuvvetleri. Gerçek ise böyle değil. Baykal, teatral bir eda ile bu sözü söylerken sadece ilgi çekmesini ve tartışılmasını istiyordu. Çünkü, ordu art arda patlayan skandallarla uğraşırken, bu sözün adresi olamayacak kadar sıkıntılı ve meşgul görünüyor. Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde yer alan "İletişim Dairesi" tarafından hazırlandığı belirtilen dosyanın, haftalık bir dergide yayımlanması ile patlayan skandal TSK'yı güç durumda bıraktı. Bu dosya, gazete ve gazetecileri "asker karşıtı ve yandaşı" diye ikiye ayırıyor ve sınıflandırıyordu. Bazı gazeteciler, "askerin siyasete karışmasına karşı olmak"la suçlanıyordu. Sınıflandırma için kullanılan bu kriterler en asgari demokratik ve hukukî standartlar için bile çok ağırdı. Çünkü askerin siyaset üzerinde, tıpkı bir siyasî parti gibi ağırlık taşıması ve müdahalelerde bulunması son derece doğal kabul ediliyordu. Üstelik "andıç" adı verilen bu rapor, 28 Şubat Süreci'nde ortaya çıkan benzerini akıllara getirmiş, hafızaları tazelemişti. 28 Şubat'ın meşhur andıcı, bazı gazetecileri zor durumda bırakmak için yalan haberler üretilmesini içeren aleni bir suçu ifade ediyordu. Andıçı bile savundu... Baykal, "andıç" skandalı patladığı zaman da TSK'yı koruyan, hatta böyle bir raporun mevcudiyetini de normal karşılayan bir tutum takındı. Son olarak bir web sitesinde, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı General Özden Örnek'in günlüğü yayımlandı. Örnek, bir günlüğünün olduğunu kabul etmekle birlikte yayımlanan metnin kendisine ait olmadığını söyledi. Yine de gazeteler, yayımlanan metnin bir gerçeklik taşıdığı düşüncesi ile konuya ilgi gösterdiler. Günlükte, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un 2003 yılı içinde "Ay Işığı" kod adı ile bir darbe planı hazırladığı bilgisi yer alıyor. Bunun için basının ele geçirilmesi, rektörlerle temasa geçilip öğrencilerin sokağa dökülmesi, sendika ve derneklerin yönlendirilmesi gibi planlar yapılmış. Hatta aynı komutanın bugünün Genelkurmay Başkanı'nı zehirletmek için teşebbüste bulunduğu bile iddia ediliyor. Ordu bu skandallarla tartışmaların içine çekilirken cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor. Baykal, cumhurbaşkanlığı tartışmalarının ve gerginliğinin siyaseti iki kutuplu hale getireceğini ve bu gerginlikten CHP'nin oylarını artırarak çıkacağını hesap ediyor. Bu yüzden, gerginliğin diğer kanadı olarak gösterilen ordu ile fotoğrafın aynı karesine girmek için çaba harcıyor. Üstelik, yeri geldiğinde siyasî operasyon yeteneği yıpranan ordunun avukatlığını üstlenerek apolitik bir tutum içine girmekten de çekinmiyor. Bu soru Baykal'a soruldu. AK Parti liderinin cumhurbaşkanı olmasından CHP'nin kârlı çıkacağı, bu yüzden Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasını isteyenlerin başında Baykal'ın geldiği yolunda iddialar hatırlatıldı. Baykal'ın verdiği cevap, aslında hesabının tam da iddia edildiği gibi olduğunu gösteriyor. CHP lideri, kurulan bu ilişkinin doğruluğuna itiraz etmeden, CHP'nin oy hesabı ile bu konuya yaklaşmadığını söylüyor. Öyleyse Baykal'ın gerçekten bir hesabı var. Baykal'ın hesabı doğru mu? Bu hesabın, kısa vadeli isabetli yönleri var. AK Parti'nin siyasî yelpazedeki ağırlığını dengeleyecek bir güç görünmüyor. 'Merkez sağ'ın diğer partileri, AK Parti'nin temsil ettiği istikrara alternatif oluşturamıyorlar. Seçimden çıkacak bir koalisyon ihtimalini, hafızalarda taze duran eski tecrübeler yüzünden halk istemiyor. Sağ partilerin keskin ve yıkıcı muhalefeti, istikrarsızlık korkusunu çoğaltacağı için oy kaybına yol açabilir. Bu yüzden AK Parti'nin yakın alternatiflerinin değil tam karşıtlarının gelişeceği bir alan görünüyor. Bu durumda AK Parti'ye en uzak parti CHP. Baykal, diğer sağ partilerin kullanmaya cesaret edemeyeceği keskinlikte ve sertlikte bir dil kullanarak AK Parti'nin tek donanımlı karşıtı olmaktan güç alabilir. CHP seçmeni, AK Parti'ye alternatif olarak krizin tırmanmasına daha ılımlı yaklaşabilir. Baykal'ın, partisini AK Parti ile kutuplaştırma stratejisi doğru; ama bu stratejinin parçası gibi görünen askerle aynı fotoğraf karesinde yer almaya çalışmak çok akılcı görünmüyor. Çünkü Türk halkı, askerin siyasete müdahil olmasından hoşlanmıyor. Ordu, saygın bir kurum. Bu saygının köklü bir geçmişi ve geleneksel değerleri var. Ama, bir siyasî parti gibi davranan, siyasî tartışmalarda taraf alan bir ordu, disiplinini ve hiyerarşisini zarara uğratıyor. Yaygın bir koalisyonla yürütülen on yıl önceki son askerî müdahalenin hafızalarda bıraktığı iz, ekonomik krizlerle de kaynaştığı için başarısız bulunuyor. Askerin siyasete müdahale için her an tetikte beklediği iddiası doğru olsa bile, bugünün konjonktürü duruma uygun değil. CHP, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Atatürk'ün partisi. Kurtuluş Savaşı'nı yürüten halk örgütleri zaferden sonra siyasî partiye dönüşmüş ve Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştı. Bu tarihten çok partili hayata geçildiği 1946 yılına kadar CHP, ülkenin tek sahibi olarak kaldı. Bu tek parti yıllarında CHP o kadar güçlü ve devletle o kadar içli dışlı idi ki, valiler CHP'nin il başkanları sıfatını taşıyorlardı. Türkiye'nin bu en eski ve köklü partisi, çok rekabetçi parti düzenine geçildiği tarihten bugüne kadar tek başına iktidar olma şansını yakalayamadı. Üstelik, Türkiye'nin ilk ve halen tek sol veya sosyal demokrat partisi olarak kendini ilan etmesine rağmen. CHP, klasik sol partilerin ekonomik devletçiliğinden çok öte, bütünüyle siyasal anlamda devletçi bir parti. Bu devletçilik, her dönemde devletin bürokratik sahipleri olarak ön plana çıkan askerlerle genetik bir yakınlık doğuruyor. CHP, bazen askerlere kışkırtıcı mesajlar vererek, bazen de onlar istemediği halde avukatları rolüne sığınarak bu yakınlık üzerinden siyaset yapıyor. Aslında bu durum hem orduyu hem de CHP'yi yıpratıyor. TSK'nın bir siyasî parti tarafından savunulmaya ihtiyacı yok. CHP, asker üzerinden mesaj verdiği zaman geleneksel sol seçmeni kendinden uzaklaştırıyor. Bir partinin hem sol bir parti olması hem de militarist mesajlar vermesi siyasetin evrensel doğasına aykırı. Bu tuhaflık, CHP'nin 47 yıldır, sağ partilere iktidar alternatifi olamamasını da açıklıyor. CHP'nin, ideolojisi ile uyumlu politikalar üreten bir sol parti olamaması, çizdiği bu devletçi parti imajı ve verdiği militarist mesajların ürünü. CHP sol politikalar üreten bir parti olamıyor, üstelik yeni sol partilerin gelişeceği alanı da başkalarına kaptırmıyor. Bu yüzden Türk siyaseti, iktidarın iki parti arasında el değiştirme ihtimaline göre dengelerini kurmuş sağlıklı bir siyasî bünyeye kavuşamıyor. Önümüzdeki seçim için, CHP'nin diğer partilerin dezavantajına rağmen AK Parti'ye alternatif olması ihtimal dahilinde değil. Bunun için CHP'nin sol bir parti olmaya karar vermesi ve bu karara uygun politikalar üretmesi lâzım. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, AK Partili cumhurbaşkanı ve hükümet ikilisine karşı demokrasi dışı çare arayışı sona ererse ve militarist siyasetin sonuç vermediği anlaşılırsa CHP hızla sol bir hüviyet kazanmaya başlayabilir. Belki, bu yıl yapılacak seçimden sonraki ilk seçimde AK Parti'ye alternatif bir parti düzeyine de çıkabilir. CHP'nin "devlet partisi" hüviyeti ve izlediği militarist politikalar sadece kendisine değil, siyasî yelpazenin bütününe de zarar veriyor. Sağlıklı ve dengeli bir siyasî bünye için CHP'nin gerçekten sol politikalar üretmesi ve sürdürmesi gerekiyor. Ben de bir vakitler yaşadığım için yakından biliyorum. Bel fıtığı, insan fıtratına aykırı hayatın ve alışkanlıkların sonucu. Sürekli hareketsiz geçen gündelik hayat, bedenin doğal yapısını ve dengelerini bozuyor. Özellikle bel kasları zayıflayınca, vücudun bütün ağırlığı omurlara biniyor. Omurlar arasında yer alan ve süspansiyon vazifesi üstlenen diskler yerinden oynuyor ve omurilik üzerinde baskı oluşturuyor. Adeta sinir sistemine kör bir bıçağın dayanması gibi. Dayanılmaz bir ızdırap içinde hayatınız kararıyor. Muhtemeldir ki, Deniz Baykal, sabah yürüyüşlerini aksatmadığı için bel fıtığından uzak yaşıyor. Bilse, bu dayanılmaz acıyı siyasî polemik konusu yapmaz ve, "Çankaya yokuşu diktir, fıtıkla çıkılmaz." sözünü etmezdi. Bu sözlere yansıyan nezaketsizlik sadece bir düzey sorunu olsa iş kolay; son zamanlarda soyunduğu rol ile Baykal, Türkiye'yi zorluyor, bunaltıyor ve kabak tadında yaşamaya mahkûm ediyor. Halkımız bu saydıklarımı; bunaltmayı, zorlamayı, kabak tadı veren ısrarları "fıtık etmek" tabiriyle özetler. Ortalıkta, Baykal'a eşlik eden kriz simsarları dolaşıyor. Demokrasinin fıtığı Ana düğüm şu: Cumhurbaşkanlığı seçimi bir siyasî krize yol açar mı? Bu sorunun cevabını "kriz simsarları" vermeyecek, halkın sağduyusu verecek. Hükümetin bu krizi çözmek gibi bir sorunu ve sorumluluğu yok. Açık bir demokrasinin kuralları içinde, iktidar partisi bu seçimi sonuçlandırmak zorunda. Yine demokrasinin kuralları içinde halka vereceği hesabın önüne başka bir önceliği koyamaz. Sorunun, demokrasinin özüne dair bir prensip sorunu olduğunu unutmayalım. Kim cumhurbaşkanı olursa olsun, kazanan demokrasi olmalı; demokrasi bu krizden hükmünü icra ederek, güçlenerek çıkmalı. Her kriz aynı zamanda fırsattır; demokrasinin dinamikleri ve aktörleri baskın biçimde bu krizi yönetir ve alnının akıyla sonuçlandırırsa kazançlı çıkan demokrasi olacaktır. Sorun bu yüzden kimin cumhurbaşkanı olacağı sorunu değil, doğrudan doğruya demokrasinin güçlenmesi ve sorun çözme kapasitesinin yükselmesi sorunudur. Kim kazanacak? Demokrasi mi, yani açık toplum mu? Yoksa askerî vesayet düzeni, yani örtülü bir dikta yönetimi mi? "Millî Uyanış ve Güçbirliği Platformu", sadece demokrasiyi yenilgiye uğratmak için seferber olan güçlere bir örnek teşkil ediyor. Örnek çarpıcı: Koskoca "Güçbirliği" küçücük salonu dolduramıyor. Emekli generallerden beklenen pırıltı, bir cazibe oluşturamıyor. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un "Cumhurbaşkanlığı seçiminde TSK'nın etkisiz kılınmak istendiği" iddiası, elbette TSK'yı temsil eden bir iddia olamaz. Demokrasinin yerleşerek, kökleşerek ilerlediği bu süreç içinde, emekli generaller tarafından doğal bir temsil görevinin üstlenilemeyeceği ortada. Hatırlamamız lâzım: Demokrasi sadece yönetme hakkını halka vermekten ibaret değil. Dengeli, sağlıklı, güçlü bir ekonominin ve toplumun da teminatı. Bu yüzden karşımızdaki kutuplaşma bu ülkenin topyekün çıkarları ile bu çıkarlara cephe alan kriz simsarları arasında. Elbette aklıselim galip gelecek. Halk tabiriyle, yeter ki demokrasiyi, Baykal gibi demokrasi sayesinde var olan birileri zorlayarak fıtık etmesin. Demokrasi fıtık olsa da Çankaya yokuşunu tırmanabilir. Peki sol siyaset Baykal ile yoluna devam edebilir mi?