Batılı ülkelerin teknoloji bakımından bugün Asyalı muadillerinden daha ileride olduğu ve batılı ülke vatandaşlarının “daha iyi bir hayat” yaşadığı bir gerçek. Ancak bu insan haklarının batılı ülkelerde daha iyi korunduğu anlamına gelmiyor. Dürüst bir inceleme gösterecektir ki en azından söz konusu olan etnik azınlıklar ve ikamet etmekte olan yabancı uyruklular olduğunda insan hakları Asya’da daha iyi korunmaktadır.
 
Sağlık hizmetlerini düşünün. ABD’de, ki batı kültürünün timsâlidir, sağlık sigortası veya parası olmaksızın tıbbi hizmet almak son derece zordur. ABD’yi ziyaret edenler özellikle de fakir ülkelerden gelen ziyaretçilerin sağlık hizmetlerine erişmelerine izin verilmemektedir.
 
Diğer ülkelerin temel sosyal haklardan mahrum vatandaşlarına pek çok AB ülkesinde, standart tıbbi hizmetin çok altında hizmet veriliyor. Avrupa veya Amerika’da hasta düşen ziyaretçilerin insan hakları korunuyor mu? Sağlık hizmeti alma hakkı tam da evrensel insan hakları meşalesini taşıdıklarını iddia eden ülkelerde niçin yüzüstü bırakılıyor?
 
Bunu mesela Kuveyt örneğiyle kıyaslayın. Bu küçük Asya ülkesi mükemmel bir sağlık sistemine sahip ve yalnızca vatandaşları değil, geçerli bir vizesi olan tüm ziyaretçiler erişebiliyor. En iyi tıbbi hizmetin bedeli 1 Kuveyt Dinarı (3.50 dolar). Geçerli bir vizeyle Amerika’yı ziyaret eden bir kimse 3.50 dolarla hastaneye girse ve tıbbi hizmet talep etse gülünç duruma düşürülüp kapı dışarı edilmez mi?
 
Kaliteli tıbbi hizmet sadece Kuveyt’le sınırlı değil. Arap ruhu – Asya geleneğinde en iyisidir – Körfez İşbirliği Konseyi’nin her üyesine mükemmel sağlık hizmeti sundurmaktadır.
 
Amerikalı ve Avrupalı ilaç şirketlerinin ürettiği ilaçlara güç yetiremedikleri için her yıl yüz binlerce hasta ölüyor. Devasa kârlar uğruna ilaçları çoğu insanın erişemeyeceği şekilde fiyatlandırıyorlar. Bu şirketler yüksek araştırma mâliyeti bahanesiyle yalnızca başka ülkelerdeki hastaları değil kendi ülkelerindeki hastaları da soyup soğana çeviriyorlar.
 
İlaç karteli, Hindistan’ın düşük mâliyetli ilaçlarının yalnızca kendi ülke pazarlarına girmesini değil Afrika’daki pazarlara girmesini de engelleyecek yeterli güce sahip. Öte yandan Amerikalı şirketler tekellerini muhafaza etmek, yüksek mâliyetleriyle Amerika ve Avrupa’daki hastaları sakatlamayı sürdürmek için kendi adli sistemlerini kullanıyorlar.
 
Eğer  bu ülkelerdeki yetkililer ilaç devlerinin câzibesine direnecek ahlâki yürekliliğe sahip olsalardı, vatandaşları olan milyonlarca insan düşük ilaç fiyatlarından istifade edebilecekti. Ama bu batı paradigmasında insan hakları ihlali sayılmıyor.
 
Bir de küresel ekonomiye muazzam zararlar açan süper zengin Amerikalı ve Avrupalı spekülatörler var.
 
Vicdansız simsarlar petrol, gıda, maden ve modern ekonomi için elzem diğer malların fiyatlarını tırmandırarak yüz milyonlarca insanı hesapsız bir sefâletin içine sürüklüyorlar. Ama böylesi bir insan hakkı ihlaline muhalefet etmek şurda dursun, hiç kimse zahmet edip de dile getirmiyor.
 
Gelişmiş ülkelerdeki bazıları fakir ülkelerin borçlarını bile (çok ucuza) satın alıyor ve sonra da kendi adli makamlarını veya hükümetlerini kullanarak bu fakir ülkeleri zarar veya faiz olarak büyük miktarlarda para ödemeye zorluyorlar.
 
Fakir ülkeler bu borca ilk olarak nasıl battılar? Zengin ülkelerden kredi alarak, ki bu paraların büyük bir kısmı borç veren ülkelerin vatandaşlarının maaşlarını ödemek için kullanılmıştır.
 
Zengin ülke hükümetleri çiftçilerine milyarlarca dolarlık destek vermek sûretiyle gelişmekte olan ülkelerdeki muadilleri karşısında haksız üstünlük elde etmelerini sağlıyorlar. Fakir ülkelerde milyonlarca insan açlıktan kırılırken, gelişmiş ülkelerdeki “süt göllerinin” veya “tereyağı tepelerinin” fiyatların düşmesini engellemek için nasıl çürümeye terk edildiğini biliyoruz.  Okyanuslarımızda balık bırakmamak için AB balıkçılarının aldığı 40 milyar dolar mâli yardımı biliyoruz. Brezilya, Rusya ve Endonezya’daki ormanların, merkezleri insan haklarını dilinden düşürmeyen ülkelerde bulunan şirketler tarafından nasıl da imha edildiğini biliyoruz. Ama yine bunun da insan haklarıyla bir ilgisi yok zira zengin ülkelerdeki insanların cebi doluyor.
 
Bir de dünyanın ve Hindistan’ın farkında olmadığı bir başka şey daha var. ABD yönetimi ve onun ortağı şirketler, kusurlu tesisleri veya suç teşkil edecek hataları on binlerce masumun hayatını mâl olsa bile nükleer teçhizat satan yabancı tedarikçilerin sorumluluğunu 100 milyon dolarla sınırlayacak bir kanun çıkarması için Hindistan hükümetine baskı yapıyor. Hindistan’ın Bopal şehri, on binlerce insanın ölmesine veya sakat kalmasına yol açan dünyanın en büyük sanayi felaketini yaşıyor. Trajediden sorumlu Amerikan şirketi Union Carbide 25 yıl geçmesine rağmen mağdurlara tazminatları doğru dürüst ödemiş değil.
 
İnsan haklarından dem vuranlar, gelişmekte olan ülkelerdeki milyonlarca insanı adil tazminattan mahrum etmede bir çelişki görmüyorlar. Bunun yerine, serbest ticaret adına kendi halklarına karşı ayrımcılık niteliğindeki şartları kabul etmeleri için mahalli hükümetlere kabadayılık yapıyorlar.
 
Dünya, “evrensel insan haklarını” ucuz ilaç ve yeterli sağlık hizmeti alma, gelişmekte olan ülkelerin pazara eşir şartlarda girme hakkı, spekülatörlerin ve diğer vicdansız simsarların yarattığı felâketlerden kurtulma hakkı, ormanların korunması, balıkçılığın kontrolü ve bir bütün olarak çevremizi koruma hakkı gibi başka diğer haklara da şâmil olacak şekilde yeniden tanımlamalıdır.
 
Yazar hakkında: Manipal Üniversitesi öğretim üyesi.
 
Kaynak: China Daily

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı