ÖNCE Ak Parti milletvekillerine bir çağrımı tekrarlamak istiyorum... Türkiye’de Cumhurbaşkanı’na verilen yetkiler aşırıdır. Bunu Sayın Gül de ifade etmiştir.
* Mesela yürütme alanında Cumhurbaşkanı’nın YÖK ve rektör atamalarındaki yetkileri sisteme “müdahale” boyutlarındadır. Bu da sistemde ‘dönemsel’ dalgalanmalar yaratıyor...
* 12 Eylül’ün yargı alanında Cumhurbaşkanı’na verdiği aşırı yetkilerin bir örneği, Anayasa Mahkemesi’ne seçeceği üyelerin sayıca çok olmasıdır. Meclis’teki önerge bunu büsbütün artırıyor! Genel Kurul’da önergede değişiklik yapılmalı, Anayasa Mahkemesi’ne yüksek yargının göndereceği üyeler doğrudan seçilmelidir!
Cumhurbaşkanı “müdahale” etmemelidir! Çünkü, yargıda görev yapmaya devam eden yargıçlar arasında Cumhurbaşkanı’nın “tercih” yapması sistemin felsefesine aykırıdır! Cumhurbaşkanı’nın iptal davası açabileceği Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmesi de sistemin ‘felsefe’sine aykırıdır!
Bu çağrımın Meclis’teki görüşmelerde etkisi olmayacak, biliyorum. Ama tarihe not düşmek için tekrarlıyorum bu önerimi...
Güçlü ‘Başkan’
Cumhurbaşkanı’nın yetkileri konusu bizi “başkanlık sistemi” tartışmasına götürür. Başbakan Erdoğan da bu konudaki niyetini açıkladı. Rahmetli Özal, hatta ondan çok önce rahmetli Türkeş savunmuştu bunu... Demirel de bu sisteme taraftardır.
Siyasi düşünceler bir kenara...
Başkanlık sisteminin iyi tarafı, “yürütme”nin güçlü, istikrarlı ve etkin olmasıdır: Parlamenter sistemlerde görülen hükümet krizleri hiç olmaz mesela...
Şaibeli veya temiz koalisyon pazarlıkları, koalisyonların zayıf yönetimleri de olmaz.
Başkanlık sisteminde ‘sekreter’ denilen bakanlar yasama organının dışından seçildiği için hem işleyişi daha düzgündür hem denetime daha açıktır...
Sistemin bu yönleri cazip geliyor; incelemeye, dersler çıkarmaya değer olduğu da açıktır. Fakat, Amerika’da “Başkan”ın sahip olduğu bu muazzam “yürütme kuvveti”ni frenleyecek başka “kuvvet”ler mevcuttur...
Başkan’a fren!
Amerika’da farklı sistemlerde seçim yapılan çift meclis vardır...
Federalizm, yani eyalet sistemi vardır. Eyalet valilerini ve meclislerini eyalet halkı seçer, “başkan”ın hiç rolü yoktur.
“Başkan” partisine hükmedemez. Çünkü partiler ‘gevşek’tir ve ‘seçim komitesi’ gibi çalışırlar sadece.
Bu sebeplerle senatör ve temsilciler “yukarı”ya değil, seçmenlerine karşı sorumludur. “Parti lideri” önemsiz bir ‘yönetmen’dir!..
‘Serbest’ üyelerden oluşan ve “ayrı kuvvet” olan çift meclisli bu yasama organı, “başkan”ı frenler, gerek duyduğunda sorgular bile!
Diğer çok önemli bir fren, bizde bulunmayan ‘Yüksek Mahkeme Sistemi’dir.
Amerikan sistemindeki bu fren ve denge mekanizmaları olmadan başkanlık sistemine geçmek; yasamada meclis çoğunluğuna hükmeden, yürütmede bütün komutanları, valileri, emniyet müdürlerini atayan, yargıda yüksek yargıçları tayin eden bir “başkan” tipi, yani diktatör çıkarır ortaya!
Amerika dışındaki ülkelerde sistemin diktatörler üretmesi bundandır.
Çok basit bir soru: Biz başkanlık sistemine geçersek, “valiler”i kim belirleyecek? Valileri “başkan” atayacaksa “fren”lerden birini patlatmış oluruz! Valileri halk seçecekse, üniter devletten federalizme geçmiş oluruz!
Görülüyor ki, mesele fevkalade karmaşıktır. Yarın devam edeceğim.
Kaynak: Milliyet