Türkiye yine çok anlamsız ve içi kof bir 29 Ekim törenleri sürecini geride bıraktı. Anayasa Mahkemesi'nin evrensel hukuka değil de yerel ideolojiye abanan gerekçeli kararları, askerin görüşlerini beğenmediği kişileri kendince 'doğru yere' çağırması zaten 29 Ekim'in yani cumhuriyetçiliğin özüne aykırı meselelerdi, 29 Ekim'e denk gelmesi sevimsizliklerine sevimsizlik kattı.
Dikkat ederseniz, 29 Ekim törenlerine belirli bir söylemle ve adeta sürece kutsallık atfederek yaklaşanların ortak ve kaçınılmaz paydası sürecin ülkelerarası mukayeseli bir perspektifte ülkemize neler getirdiğinin üzerinde hiç durmamaları.
Sanki dünyada sadece Türkiye Cumhuriyeti var ve toplumsal başarı ya da ilerleme de uluslararası mukayese yapılmadan anlamlı olabilecek bir şeymiş gibi sunuluyor.
Mesela, İsveç, İrlanda, Yunanistan, Portekiz gibi ülkeler 1923 senesinde neredeydiler, kişi başına gelirleri ne kadardı, demokrasi ve hukukla ilişkileri ne idi, daha da önemlisi açlıkla ilişkileri neydi ve bugün bu ülkeler nerelerdeler, biz Cumhuriyet'in 85. senesini kutlarken neredeyiz?
Çağımızda gelişmenin temel, olmazsa olmaz kriteri her konuya uluslararası mukayeseler temelinde yaklaşmak.
29 Ekim dendiğinde benim aklıma 1923 değil ama 2023 senesi geliyor.
2023 senesinde Türkiye 1923 Cumhuriyeti'nin yüzüncü senesini kutlayacak.
1923 senesinde Cumhuriyet başka türlü kurulabilirmi idi, yapılanlar doğru mu yanlış mı olmuştur, ya da 1908-1912 arası gibi renkli bir meşruti monarşide mi ısrarlı olunsa daha mı iyi olurdu gibi sorular kanımca artık günümüzün siyasi meseleleri değil, tarihçilerin ilginç konuları.
Bugünün, 2008 senesinin 29 Ekim'inin belirleyici konusu kanımca artık sadece 2023, yani Cumhuriyet'in yüzüncü senesi ve bu senede Türkiye'nin uluslararası mukayeseli konumunun ne olacağı.
Cumhuriyetçilik adı ve kisvesi altında 20'leri, 30'ları kutsayanlardan zaten benim pek bir ümidim yok zira onlarda ne 2023 hedefine yönelik bir söylem ne de bir anlayış var.
Varsa, yoksa tam 85 sene önceki kazanımların korunması söylemi.
Seksenbeş sene önceki kazanımı koruma siyasi talebi, 2023 senesi için bir uluslararası mukayeseli hedef koymaz isen özünde gericilik demektir.
Oysa, 2023'e yani Cumhuriyet'in yüzüncü senesine ise sadece on beş sene kaldı.
On beş sene geriye gidin, 1993'e yani Özal'ın vefatına, Demirel'in halkı bir kez daha kandırıp siyasetten Çankaya'ya çıkışına, Çiller'in başbakanlığına, Sivas katliamına gelirsiniz.
Yani daha dün gibi.
Emin olunuz 15 sene de çabuk geçecek ve 2023'den 2008 de dün gibi görünecek.
2023 senesinde mukayeseli uluslararası konumumuz bugünkü gibi olursa, yapısal siyasi sorunlarımız çözülemezse yüz seneyi boşa geçirmiş olacağız.
Derviş'in başında olduğu undp sıralamasında bugün seksenli sıraların ortasındayız; şayet kırklı bir insani gelişmişlik aşamasına on beş senede gelemezsek 2023 29 Ekim'inde neyi kıvançla kutlarız pek belli değil.
Gelelim yazımın başlığına.
Ben başbakan olsa idim, ne yapardım?
Ya da günümüzün Başbakanı Sayın Erdoğan'a ne önerir idim?
Kısa vadeli hesapları, dengeleri bir yana bırakıp, 2023 senesinde yani tam on beş sene sonra Türkiye'yi undp sıralamasında ilk elliye ya da kırka sokma hedefini koyar ve bu hedefin olmaz ise olmaz gereklerini yapmaya çalışır idim.
Bu hedef için her şeyden önce südürülebilir yüksek büyüme gerekiyor.
Sürdürülebilir yüksek büyüme için de yapısal siyasi sorunların artık arkada bırakılması gerekiyor.
Bir başbakan düşünün ki, Kıbrıs, PKK ve Güneydoğu, Ermenistan ilişkileri meselelerini cesur ve kararlı bir biçimde çözüme kavuşturuyor.
Bunlar olursa yüksek büyüme performansı da kolaylaşıyor.
2023'de sekiz senedir AB üyesi, Kıbrıs, PKK ve Ermenistan ilişkileri meselelerini aşmış, kişi başına gelirde yirmi bin doları yakalamış, undp sıralamasında 40'lı sıralarda bir Türkiye.
Ben başbakan olsa idim, böyle hatırlanmak için gecemi gündüzüme katardım.
Kaynak: Star