Balkan Yarımadası'nın batısındaki ülkeler (Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Kosova) 17 yıl önce Yugoslovya'nın dağılmasından bu yana muazzam değişim süreçlerinden geçti.
Bu süreçler önce savaştan barışa, sonra da otoriter sistemlerden demokrasiye ve piyasa ekonomisine doğruydu. Ancak, yükselen milliyetçilik, etnik bölünmeler, ekonomilerin zayıflığı, bölgesel işbirliğinin eksikliği ve bölgeyi etkisi altında tutan siyasî kargaşa nedeniyle geçiş yavaş oldu. Kanlı geçmişinin ötesine geçip geleceğe yönelmesi, barış ve istikrara kavuşması ve halkının ihtiyaçlarını karşılayabilir hale gelmesi, bölge tekrar bütünleşmeden ve sağlam siyasî temellere kavuşmadan mümkün olmaz.
AB bölgenin gelecekteki istikrarından az çok sorumlu hale geldi. 2003 yılının Haziran ayında gerçekleşen Selanik Zirvesi'nde AB devlet başkanları "Balkanlar'ın geleceği AB'dedir" beyanatında bulunmuştu. Bu bildiri çeşitli etnik, dinî ve dilsel grupları kan akıtmayı bırakmaya teşvik etmek için önemli bir adım olarak görülüyordu. Güneydoğu Avrupa'ya yönelik istikrar paketi de bölgesel ilişkilerin yeniden düzenlenmesi ve geliştirilmesine ve sınırlar ötesi işbirliğinin artmasına katkıda bulundu. Ancak, ticaret, enerji, güvenlik ve göçmen politikaları gibi meselelerde hâlâ alınacak çok mesafe var. Bölgesel işbirliği uzun vadeli istikrar ve refahın temel unsuru.
Her ülkenin AB üyeliği yolundaki ilerlemesi farklılıklar arz ediyor. Hırvatistan AB'yle müzakerelere başladı, Makedonya aday ülke konumunda, Karadağ ve Arnavutluk aday ülke statüsünün ilk adımı olan istikrar ve ortaklık anlaşmalarını imzaladılar. Sırbistan ve Bosna-Hersek çok hassas ve belirsiz durumda, Kosova ise bir süre "AB hamiliğinde" kalacak.
Selanik'in üzerinden 5 yıl geçtikten sonra, bölge hâlâ dışlanmış durumda. Arnavutlar dünyada sadece 8 ülkeye vizesiz seyahat edebiliyorken, sadece Hırvatlar AB içinde vizesiz yolculuk yapabiliyor. AB'nin başlangıçtaki "ılımlı güç" etkisinin solmakta olduğuna dair göstergelerin olduğu bir ortamda siyasî durum hiç de pembe değil. Özellikle Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesi bölgeyi ciddi şekilde sarstı ve AB derhal harekete geçmezse bölge geriye doğru giderek feci sosyal, ekonomik ve güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalabilir. Uzun lafın kısası, AB ve Batı Balkanlar, bölgedeki birçok aktörle birlikte, verilmiş ve ardından defalarca tekrarlanmış olan AB'ye üyelik taahhüdünü sağlam ve anlamlı ara karşılıklar da sunan bir sürece dönüştürmenin mücadelesini veriyor -AB'ye sürekli boş laflar sunan Hırvatistan hariç-.
Kosova 100 yıldan bu yana ortaya çıkan ilk Avrupa milleti. Ama tüm nüfusunu kucaklayan meşru bir devlet haline gelmesi sabır ve kararlılık gerektirecek. Kosova'nın bölgesel ve uluslararası düzeyde tanınması da azınlık Sırplarla sağlam ilişkiler kurulması da zorlu mücadeleler olacak. Şu an itibarıyla Sırpların çoğunlukta olduğu kuzey bölgesi yeni hükümeti tanımayı reddediyor ve sadece Belgrad'la işbirliği yapıyor. Eğer böyle bocalamasına izin verilirse Kosova'dan kopan yeni bir ayrılıkçı devlet haline gelecek. Ülkeyi bir süreliğine idare etmesi için yakın zamanda Kosova'ya sivil görevli ve polis gücünden oluşan 1.800 kişi gönderecek olan AB bu durumu çok dikkatlice ele almazsa Kosova fiyaskoya uğramış bir devlet olma riskiyle karşı karşıya kalacak.
AB'nin daha yoğun şekilde devrede olması şart
Kosova'nın bağımsızlığı ayrıca, Sırbistan'ın Avrupa yolunu daha zor hale soktu. 11 Mayıs'taki parlamento seçimleri aynı zamanda ülkenin geleceğiyle ilgili bir referandum niteliğinde olacak: Sırbistan ya geleceğini Avrupa'ya yönlendirecek ya da kendini dışlanma riskiyle karşı karşıya bırakacak. Başbakan Zoran Cinciç'in 2003 yılında öldürülmesinden bu yana Sırbistan şizofrenik denilebilecek yönetimler tarafından idare ediliyor. Bu durum siyasî istikrarsızlıkla ve milliyetçiliğin yükselmesiyle sonuçlandı. Seçimler sonucunda 2000 yılından bu yana ilk defa olarak Tomislav Nikoliç'in ultra milliyetçi Radikal Partisi'nin hükümete gelmesi muhtemel. Ancak Avrupa yanlıları da, milliyetçiler de daha tam olarak seçmenleri ikna edemedikleri için her iki tarafın da kullanacak bir sürü kozu var. Sırpların pragmatik bir tavır takınması ve AB'yle kapılarını kendilerinin kapatmaması gerekiyor. Sırbistan pek çok kez bu tür yol ayrımlarında kaldı ve çoğunlukla da yanlış yolu seçti. Kendi kendilerini tecrit etmeleri Kosova'yı geri getirmeyecek. Böylesi bir durumun siyasî ve ekonomik sonuçlarından bahsetmiyoruz bile. Ayrıca Moskova'yla yakın ilişkiler de sonu olmayan bir yol. Rusya'nın Sırbistan'a özel bir ilgisi yok, Batı'yla savaşında Belgrad'ı kullanıyor, o kadar.
12 yıllık yoğun uluslararası çabaya rağmen, Bosna Hersek de istikrarın çok uzağında. Sırp, Boşnak ve Hırvat kimlikleri arasındaki çekişmeler, AB üzerinde uzlaşma aramaya çalışmak yerine -ki hepsi bunu istediğini söylüyor- siyaseti "farklı araçlarla savaş" olarak gören ve etnik seçmenleri arasında korku ve güvensizlik eken siyasetçiler sebebiyle daha da beter hale geldi. 1995'te imzalanan Dayton Anlaşması'ndan bu yana ülkede son söze sahip olan; yürütme, yasama ve yargı kararları üzerinde mutlak gücü bulunan ve hükümet tarafından verilen kararları bozma yetkisine sahip BM/AB temsilcisinin varlığı da durumu iyice karmaşıklaştırıyor. Ayrıca, Kosova'nın bağımsızlığından bu yana ülkenin Sırpların egemenliğindeki birimi olan Sırp Cumhuriyeti'nde birçok kişi ayrılıktan bahsediyor. Ufukta, bu meseleyle ilgili bir referandum var.
Hırvatistan'ın ardından en büyük başarı hikâyesine sahip ülke, AB ile üyelik müzakerelerinin eşiğinde olan ve NATO'ya katılması kuvvetle muhtemel (Arnavutluk'la birlikte) Makedonya. Ancak hem mevcut hükümet devrilmenin eşiğinde hem de süregiden "isim" meselesi ülkede durumu kötüleştirmeye namzet. Yunanistan, Üsküp'ün kendi kuzey bölgesinden farklı bir isim seçmesi konusunda ısrarlı. BM 2-4 Nisan tarihli NATO zirvesinden evvel meseleyi çözmeye çalışıyor.
En kötü senaryo Sırbistan'ın AB'ye hayır demesi ve Makedonya'nın isim krizinin milliyetçiliği yükselterek bölgenin diğer kesimlerine de sıçraması. Avrupa'nın daha yakından devrede olması tüm bu meselelerin çözülmesi için hayatî. AB'nin, bölgenin Avrupa perspektifinin katî olduğuna dair muğlaklık taşımayan bir mesaj iletmesi gerekiyor. Söz konusu ülkelerin siyasî, sosyal ve ekonomik zorluklarının üstesinden gelebilmeleri için en önemli ve etkin araç, üyelik perspektifi. Vize serbestliği; ulaşım konusunda pazarlıklar; eğitim alanındaki değişim programlarının finansmanının artırılması ve terör, yasadışı uluslararası ticaret ve yolsuzluk alanlarında daha fazla işbirliğini de kapsayan bölgeye yönelik üyelik öncesi hazırlık stratejisini ortaya koyan Avrupa Komisyonu ilk adımı attı. Ayrıca, 2007-2011 dönemi için 4 milyon Euro'ya yakın bir miktar bölgeye aktarılacak. Amaç, onlara uzak ve hatta belirsiz gibi görünen üyeliğe yönelik inançlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya bulunan bölgenin insanları ve hükümetleri nezdinde, gerekli reformlar için heyecan ve motivasyonu teşvik etmek olmalı. AB, süreci en hızlı şekilde ilerletmek üzere birlik içinde davranmalı. Hollanda gibi bazı üye ülkeler, AB'nin zaten hassas olan gücünü iyice zayıflatacağı gerekçesiyle adaylık başvurusunda bulunan ülkelere "taviz" vermeye şiddetle karşı çıktığı için, bu kolay bir iş olmayacak. Bölgedeki fiyasko hem AB'nin dış politikası açısından hem de taze milletlerin kendileri için felaket olur. (*) European Policy Centre
Kaynak: Zaman