Hayatlarında, kitaplarını geçtim, Prof. Şerif Mardin'in bir tek makalesini daha okumamış olanlar, şimdi başımıza "Mardinci" kesildi.
Hocanın, söylediği sürüyle laf arasından birini cımbızlayıp, "Şerif Mardin'in dediği gibi ... " klişesiyle başlayan cümleler kurmayı, 'fikir insanı' olduklarının kanıtı diye önümüze sürüyorlar.
Madem bu kadar Mardincisiniz... Madem hocanın dediklerine bu kadar değer veriyorsunuz... Aynı Şerif Mardin, aynı röportajda şunu 'da' dedi:
"Türban meselesinin anti-demokratik bir uygulama olduğu konusunda yüzde 100 eminim. Bu mesele, artık olguların toplanmasına ihtiyaç olmayan bir ahlaki meseleye dönmüştür. Orada kararım net, türbanlı öğrenciler üniversiteye girebilmeli. Türban, benim kararımı verebildiğim nadir alanlardan biri" de diyor. (Hürriyet, 16 Eylül)
Tekrarlayalım:
"Orada kararım net, türbanlı öğrenciler üniversiteye girebilmeli."
Hadi buyurun bakalım.
Ne olacak şimdi?
Çöl sıcağında dili damağı kurumuş bedevinin, bir bardak suya hamle etmesi gibi Mardin'in "mahalle baskısı" lafına sarıldınız.
O lafta büyük bir hikmetle birlikte Türkiye'nin korkunç gerçeğini gördünüz.
Peki nasıl oluyor da aynı Şerif Mardin "Üniversitede türban serbest" olmalı diyebiliyor? "Mahalle baskısından" korkmuyor mu? Laikliğin elden gideceğinden çekinmiyor mu? Bu ne iştir?
Hadi anlatın da öğrenelim; nasıl oluyor da oluyor?
Ama kıvırtmaca yok: Sözünüzün ya da yazınızın başına, Şerif Hoca'nın, şimdiye kadar dinleyicinizden ya da okurunuzdan özenle gizlediğiniz yukarıdaki sözlerini alacaksınız...
Baskı mekanizmaları
Mahalle baskısı tabirini kullanmak moda oldu ya... Herkes bir olay anlatıyor: Vapurda sigara yakınca dik dik bakılmış kızımıza; çok rahatsız olmuş. Alevi bir vatandaş öğle vakti bakkaldan ekmek isteyince, " Ne o, sizin oralara ramazan gelmedi mi " lafıyla karşılaşmış, tartışma çıkmış.
Sahi o tabirden, 'sokaktaki insan' bundan ne anlıyor?
Bakın bir okur ne demiş:
"Mahalle baskısı ile kastedilen şey, toplumun genel olarak kabul ettiği ahlaki kurallar, aile, iş ve okul çevrelerinde kişilerin birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme durumudur. Mahalle baskısı, dedikodudur. Eğitimsiz ve cahil kesimlerin birbirleri hakkındaki konuşmalarıdır. İftiradır. Aile baskısıdır. Kadın üzerindeki cinsel ve manevi sömürüdür."
Yahu Şerif Hoca'nın dediği mahalle baskısı ile bunların ne alakası var?
Ahlak kurallarından, dedikoduya, cinsel yasaklardan iftiraya yukarıda sayılan maddeler, tüm toplum ve topluluklarda karşımıza çıkmıyor mu?
Sayıp dökülen bu örnekler 1930'da vardı, bugün var, yarın da olacak.
Hatta bırakın Türkiye'yi, bırakın insan topluluklarını, hayvanlar aleminde dahi çeşitli ' yönlendirme-baskı-dışlama' mekanizmaları ile karşılaşıyoruz.
Bu mekanizmaları gözü kapalı onaylıyor değilim. Kimisi olumlu sonuçlar verir, kimisi olumsuz.
Ama neticede varlar işte!
Evde var, okulda var, şirkette, otobüste, kışlada var... Çünkü toplumsal yaşam böyle bir şey...
Ve şu nokta da önemli...
Onlarla birlikte yaşarken, sadece baş eğmeyiz: Bazen direniriz, bazen onlardan faydalanırız ve bazen de onları başkalarına karşı kullanırız.
Siz hiç kimseye "Yapma!" demediniz mi? Birilerini hiç ayıplamadınız mı?
Okurumuz lafını bağlarken şöyle demiş:
"Lütfen AKP'yi savunacağız diye Türkiye'nin geleceğini karartmayın..."
Fesuphanallah! Yukarıda sayılan toplumsal baskı mekanizmalarının, değil bu hükümetle, herhangi bir hükümetle bir alakası var mı?
İktidarda Atatürk olsaydı, aileden fabrikaya o baskı mekanizmaları yine çalışmayacak mıydı?
Sadede gelelim: Şerif Hoca, mahalle baskısı derken, tabandan yükselen bir 'İslamcı' siyasi hareketten söz ediyor ki... O tip bir hareket karşısında en büyük ' demokratik' güvencelerden biri AKP'dir.
Çünkü o siyasetin nasıl işlediğini, başlarına ne tür belalar açabileceğini ve onun nasıl denetleneceğini Tayyip Erdoğan sizden benden daha iyi biliyor.
Kaynak: Sabah
