Irak ve Suriye'deki gelişmelerden sonra bölgedeki haritalar değişir mi bunu kestirmek zor. Ama kesin olan bir şey yüzyıllık denklemin artık daha uzun süre devam edemeyeceğidir. Bundan sonrası için sorun yeni denklemi kimin ve kimlerin kuracağıdır. I. Dünya Savaşı'nın sonrasında bir imparatorluğun yıkılması pahasına kurulan sömürgeci statükonun yeniden kurulmasının bedelinin ne olacağı sorusuna kafa yormakta yarar var.
Bu arada konuşulmayan, stratejik hesaplar/öngörüler iddialı projeler arasında gözardı edilen bölgenin varoluş imkanı hatta varoluşsal gerekçesi olan değerlerin nasıl sarsıntıya uğratıldığıdır. Bunca zaman 'Batılı egemenlerin oyunu' üzerinden tüm gelişmeleri açıklayan ve büyük ölçüde de isabetli olan bir ezberi artık yenilemek gerekiyor. Ortadoğu'nun modernleşememesi sorunsalı üzerinden okumaya alışkın Batılı/oryantalist bakışın stratejik vizyonunun ne kadar değişmiş olduğu sorusu da belirleyici. Mesela, Ortadoğu'yu modernleşme problematiğinden okuyan bu zihinsel arka planın despotik rejimleri desteklemek için yeterince gerekçe oluşturduğunu bir kez daha hatırlatmalı. Uluslararası sistem içinde toplum mühendisliğini üstlenen rejimler teker teker sarsılıyor. Söz gelimi Saddam ve Baas rejimi bölgenin yegane laik rejimi olmakla övünürdü. Hatta bu özelliğinin iktidarının mutlak garantisi olduğuna güvenerek sistem içi gelişmeleri okuyamadığı için gitti. Bedelini tüm bölge hala ödüyor. Neydi bu misyon; Baas diiktotaryası devletin katı modernist ve laik ideolojisiyle toplumu dönüştürme ihalesini üstlenmişti. Benzer işlevi Suriye Baası da yüklendi. İster kendi kendilerine ister zımni bir anlaşmayla rejimlerinin seküler yapısı ve sekülerleştirici vasfı iktidarlarını belli düzeyde garantiliyordu. Bu sekülerleştirme misyonunun dikta rejimlerine ne düzeyde ve nereye kadar iktidar garantisi vermiş olduğu karşı hareketler ortaya çıktığında anlaşılabilirdi.
Sonuçta toplumuna yabancılaşmış tek adam, tek parti iktidarları toplumun güçlü değer yargılarını, aidiyetlerini, derin geleneği çözmeye yetmedi. Çok dar alanda iktidar ve seçkinlerinden başka toplumsallaşmadı. Tam aksine, alternatif muhalif hareketler daha sahici bir toplumsal damardan beslendikleri için sekeülarizm karşıtı dinamikler güçlendi. Toplumsal planda her bir fert siyasal muhalefete dahil olamasa bile aidiyetini, değerlerini sekülarizme karşı savundu; sekülerleşmemekte ısrarcı oldu.. Modernliğin yaygınlaştığı oranda değerleriyle bu olguyu meczetmeye çalıştı.Yine de bizdeki gibi, küresel kapitalizme entegre olmaması çürütücü etkisini sınırlı kıldı.
Saddam sonrası Irak ve iç savaş sonrası Esad Suriye'sinde yaşananlar her iki Baas ideolojisinin gerçekleştiremediği hedef bizzat karşıt iddiasındaki siyasal yapılar eliyle gerçekleşiyor. 11 Eylül 2001 den bu tarafa bölgeyi işgal eden, kan döken Amerika olmasına rağmen, algı operasyonu ve İslam adına öne çıkan/çıkartılanlar hatta söylemleri toplumu sekülarizmin kucağına itmeye başladı.
İslam adına bir nefret söylemiyle, Irak'ta katledilen Şiileri, Yezidileri, Türkiye'ye sığınan sayıları yüzbini bulan Müslüman Kürtlerin yaşadıklarını düşünelim mesela. Eline silah verilmiş IŞİD şiddetinin mağdur ettiği, katlettiği kitlelerin yaşadıklarının uzun vadeli sonuçlarını bu açıdan düşünelim. Laikliğin garantörü olmakla övünen Saddam diktatöryasının, Suriye Baası'nın gerçekleştiremediği dönüşümü kanla ve din adına gerçekleştirecek yapılar ortaya çıktı. Aradaki fark şu ki, laik diktatörlüklerin muhalifleri büyük ölçüde İslamcı yapılardı. Bu durumda İslam adına çıkan bu yapıya karşı kurtarıcı rolünü üstlenenler daha çok seküler örgüt ve söylemler.
PKK'nın Güneydoğu'da rakiplerini cebren sindirdikten sonra seküler bir şiddet örgütü olarak toplumsallaşmasının nedenini biraz da hangi politikaların sonucu olduğu üzerinden okumalıdır.
Suriyeli Müslüman Kürtlerin siyasal öncülüğünü neye hangi politikalara karşı olmanın Kürtleri toplu halde seküler örgütlerin kucağına iten bu yapı uzun vadede diktatörlerin yapamadığın gerçekleştirmiş olacak...
Bu yapının uygulamaları sadece Kürtlerle, daha geniş anlamda Iraklı mağdur kesimlerde oluşturduğu travamtik etkisiyle sınırlı kalmıyor. Küresel sisteme söylem üstünlüğü kazandıran uygulamaları tüm bölgeyi ve de Türkiye'yi de etkileyeceği açıktır. Artık kan ve nefret bulaştırılmış söylemin sonuçları siyasal sonuçlarından ibaret kalmayacak, bağlısı medeniyet ve değerleriyle kurulan bağı sarsacak, yabancılaştıracak ve varoluşsal sarsıntıya yol acacaktır. Seküler liderliklerin manupüle ettiği kitleler bu kez islam adına uygulamalraın sonucu bir sekülerleşmeye sürüklenmeleri mmuhtemeldir. <<<DEVAMI>>>