Tahran sokaklarında gezinirken, ortak mekanlara girer çıkarken, dünyada büyük gerginliklere sebep olan "küresel" olarak adlandırılabilecek problemlerin şehir halkına dokunmadığını sanırsınız. Domuz gribi örneğin, Türkiye'de olduğu şekilde bir paniğe yol açmıyor İranlılar arasında. Bu, felaket karşısında aldırışsız olmakla aynı şey değil.

İranlılar, bunu zaman zaman  dile getiriyorum, otuz yıl önce gerçekleşmiş bir devrimin yaymaya devam ettiği direniş söylemleriyle birlikte, saldırganlıktan uzak, barışçıl, sakin, hayatı geniş zamanda yaşama eğilimine sahip, bu nedenlerle de her şeye rağmen sükunetini korumayı başarabilen bir halk. Savaş açılmış ve sekiz yıl süren bu savaşta kendini savunmuş, bu nedenle de bir hava saldırısını haber veren siren seslerine, bodrumlara ve en yakındaki sığınaklara kaçmaya, kum torbalarıyla örtülmüş bodrum katlarının karanlığında yaşamaya, kuponla alışveriş yapmaya, kuyrukta beklemeye, eski ve yedek parça sorunuyla malûl uçaklarda yolculuk etmeye, protezle yaşamaya alışmış bir halktır, Tahran gibi büyük şehirlerde her daim sıkışık bir trafikte sabırla beklemeyi sürdüren.

Devrimden bu yana otuz yıl geçti. Bunca yıl boyunca Batı'dan doğru bazen geri çekilen bazen de yoğunlaşan tehditlerle yaşıyor, İranlılar. Bu tehditlerin bir hayli inandırıcılık kazandığı zamanlarda bile, halk arasında, "Batı bize en fazla ne yapabilir ki..." şeklinde bir soruyla açıklanabilecek bir önemsememe halinin ağırlık kazandığı söylenebilir. 

Domuz gribi pek çok ülkede olduğu gibi İran'da da canlar alıyor. Çeşitli merkezlerde grip konusunda alınması gereken önlemler ve tedavi usulleriyle ilgili uyarı ve tavsiye bildiren yazılara rastlamak mümkün. Buna karşılık  halk arasında Türkiye'de olduğu gibi bir panik yaşanmamasını,  tehditlerle birlikte var olma alışkanlığıyla açıklayabilir miyiz? Her an bir patlama olabilir, bir uçak bomba fırlatabilir gökyüzünden ve düşen bomba bir hastaneyi hatta bir okulu yerle bir edebilir; sekiz yıl süren savaş sırasında bunlar yaşandı. Kimyasal ve biyolojik silahların oluşturduğu tahribata da aynı ölçüde alışkın ve hazırlıklı insanlar.

İranlılar haksızlığı sorgulamaktan vazgeçemeyen insanlardır da... Döneminde bölgenin en güçlü ordusuna sahip bir rejimi bir devrimle yıkan bir halktan söz ediyoruz. Son olarak geçtiğimiz Haziran'da gerçekleşen ve hileli olduğu düşünülen cumnhurbaşkanlığı seçimlere gösterilen büyük tepki, İran halkının yeri geldiğinde soru sorma, sorgulama özelliğini ortaya koyan bir diğer gösterge.

Şu da var ki daha temelde sükunetini derinleştirmiş bir halk, söz konusu olan. Büyük göçlerin geçiş alanı olsa bile vatanları, halk kendi yerleşikliği içinde dikey bir şekilde sürdürmüş macerasını.

İran'ın tanınmış romancılarından birinin, Ermeni kökenli yazar Zoya Pirzad'ın bir romanının başlığı, bu derinlemesine sükuneti mümkün kılan hayat görüşünü şöyle bir cümleyle özetliyor: "Adet mikonim"; yani, "Alışırız."

Ev sahibi olan, tanıklık ettiği baskınların, geçişlerin, felaketlerin, davetsiz misafirlerin bıraktığı izlerle ilgili bir hayat telakkisi geliştirmeyi de öğrenir. Davetsiz misafir bazen bir kavmin saldırısıdır, bazen yedi düveli arkasına almış bir komşunun açtığı savaştır; bazen de kendini geliştirerek canlar almak üzere dünyayı dolaşmaya çıkan bir virüs... 

Şimdi İran'da domuz gribinden ölümler yaşanmıyor mu? Yaşanıyor. Okullar tatil edilmiyor mu? Ediliyor. Ah evet, devlet politikaları da belirleyici oluyor, salgın hastalık tehditi karşısında halkın tepkilerini belirlemede. Özel televizyonlar bulunmadığı için virüsün dolaşımıyla ilgili Türkiye'de olduğu şekilde alternatif yayınlar yok. Türkiye'de ekranlar halkın gündemini belirleme gibi bir özelliğe sahip. Bu nedenle de aktariyeler sanki birden bire kıymete bindi ve bir domuz gribiyle mücadele sektörü oluştu. İran halkının gündemini belirleyen belli bir odaktan söz edilemez. Bir kesim Cuma namazına göre belirler gündemini, ajans haberlerine göre belirler; ajans haberlerine güvenmeyen bir kesim de fısıltı gazetesinin haberlerine kulak verir ve bir haberin bire bin katılarak çoğalmasına katkıda bulunur. Ancak fısıltı gazetesinin dikkatli okuyucusu, yaydığı haberle ilgili belli bir ihtiyat kaydının farkında olmayı öğrenmiş olmalıdır. 

İranlıların felaketler karşısında paniğe kapılmalarını  engelleyen köklü bir davranış tarzları olduğunu söylemek mümkün geliyor bana. Neşeyi olduğu gibi üzüntüyü de tam olarak "kaderci"likle açıklanamayacak şekilde algılayan bu karşılama biçiminde epik bir tavır  var. Ölümsüzlük değil, ölümün hayatla bütünlüğüdür trajediyi oluşturan. Dünyayı değiştirmek istiyorsanız, onu reddetmez, olduğu haliyle, ölüm gerçeğiyle birlikte kabul ederek mücadeleyi sürdürürsünüz. Domuz gribi, her zaman tetikte bekleyen aynı felaketin ismi değiştirilmiş yeni görüntüsü. Olacak olanın önüne geçilemese de elbet tedbir alınacak. Yeni bir felaketle yüzleşmenin getirdiği şartlara da nasılsa alışılacak.