Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, Türkiye'nin üyeliği ile hiçbir ilgisi yok. Yeni Avrupa milletvekilleri 2009-2014 dönemi için seçilecekler ve bu yasama dönemi bittiğinde üyelik görüşmeleri tamamlanmış olmayacak. Bu nedenle Türkiye dosyasını açmak sadece büyük bir siyasî hata değil, aynı zamanda derin bir kötü niyet belirtisidir. Nihayet, oyun devam ederken kuralların değişimini istemek, AB'nin sahip olduğunu iddia ettiği demokratik prensipler açısından kabul edilemez.
Avrupa Birliği'nin 27 üye devletinin yurttaşları, her 5 yılda bir yaptıkları gibi, Avrupa Parlamentosu'ndaki temsilcilerini yenilemeye ve gündelik yaşamlarının önemli bir bölümünü koşullandıran geniş bir siyasi alana mensup olduklarını anımsamaya davet edildiler. Ve sonra, aldatıcı bir şekilde, her Avrupa seçim döneminde aslında hiçbir şey seçilmiyor gibi görünüyor. Fransa'da PS ve UMP gibi büyük partiler bu ilgisizliğe rengini veriyor. Bu partiler genelde ikinci sınıf yöneticilerini ve bu yıl kendine rağmen aday olan Adalet Bakanı Rachida Datti örneğinde görüldüğü gibi, gözden düşen geleceğin eski bakanlarını Avrupa Parlamentosu'na göndermekteler.
Ancak sorun gerçekte çok daha derindir, eğer 30 yıldan bu yana Avrupa milletvekillerinin tayini için oy vermeye katılım düşüyorsa bunun nedeni hükümetlerin Avrupa'yı neoliberal ekonomi politikalarını meşrulaştırmak için kullanmaktan vazgeçmemeleridir. Çoğunluk partilerinin yöneticileri, AB'yi liberal dogmalarla biçimlendirerek, kısıtlayıcı bir çerçeve oluşturup sonra da yurttaşları buna boyun eğmeye davet ediyorlar. Brüksel ve Strasbourg kentleri, kolektif tahayyülde, yavaş yavaş, karşılarında hiçbir şey yapılamayacak olan soyut karar merkezlerine dönüşmüş duruma geliyorlar.
Oysa bu soyutlaşmış Avrupa, yurttaşların bir nevi demokratik düş kırıklığına maruz kalmak zorunda kaldıkları bir yazgı değildir. Toplumsal dampingi, esnekliği, üretim sürecinin bölgesel olarak parçalanması ya da kamusal hizmetlerin zayıflamasını icat eden AB'nin kendisi değildir. Aslında bu süreçlerin kökeninde olan, bildiğimiz siyasî partilerin yürürlüğe koyduğu neo-liberal politikalardır. Avrupa'nın izlenen politikaları meşrulaştırmak için araçsallaştırması, doğrudan Avrupa karşısındaki kuşkuya katkıda bulunmaktadır, bu da söz konusu partilerin seçmenleri karşısında [suçu Avrupa'ya atarak] kendi sorumluluklarından kurtulmaları için son derece faydalı olmaktadır. AB karşısında ilgisizlik ve gizli düşmanlık havasının diğer nedeni Avrupa sosyal demokrasi politikası ve onun her türlü toplumsal dönüşüm projesinden vazgeçmiş olmasıdır. Sosyal demokrasi neo-liberalizmin parçası ve sağcı neo-liberaller gibi Avrupa'yı sanki uyguladığı politika dışarıdan empoze eden güçmüş gibi kullanmaktalar... Ama belki bundan daha da kötü olanı, sosyal demokratların "Avrupacılık"a bir ikame ideolojisi olarak dört elle sarılmasıdır. Böylece Avrupa yavaş yavaş kendi kendine yeten bir hedefe dönüştü sanki. Avrupa'nın kendisi ilerici sosyal erdemlere sahipmiş gibi, bu kesinlikle doğru değildir.
Böylece AB daha şimdiden elde edilmiş toplumsal haklara darbelerin indirildiği bir alan olarak çıkmakta ve gitgide ideolojik bir fitne alanı haline gelmektedir. Siyasî niteliğinden arınmış bir Avrupa sağ ile sol arasındaki farklılıkların silindiği bir alan halinde geldi. Bu siyasî ilgisizlik ağırdır; çünkü karışıklığa neden olmakta ve yaşamak ve işleyişini sürdürmek için sürekli olarak tartışmaya, alternatif projelerin mücadelesine muhtaç olan demokrasi için ölümcül bir riski ortaya koymaktadır.
SEÇİMLER KRONİK SIKINTILARI TEYİT EDECEK
Sağ liberaller ve sosyal demokratlar tarafından desteklenen Maastricht Antlaşması, onun ardından gelen Avrupa Anayasası, bu siyasî karışıklık durumunda anlamsız değil. Yine de, örneğin Fransa'da yapılan 2 referandum, aslında yurttaşların, konular açıkça ortaya konduğu ve Avrupa'nın inşasıyla ilgili gerçek konular hakkında farklı fikirlerin ortaya çıktığı zaman harekete geçtiklerini gösteriyor. 1992'de Maastricht Antlaşması hakkında % 69 katılım olmuştu, ardından gelen 2005'teki Anayasa Antlaşması'nda da katılım % 70 oldu. Buna karşın seçmenden ortada gerçek bir konu olmaksızın oluşan, sağ liberaller ile Avrupa sosyal demokratlar arasındaki düelloya hakemlik yapmaları istendiğinde, seçimlere katılım geri dönülmez bir biçimde düşmektedir.
Bu nedenle, başka bir Avrupa için harekete geçmek, şu anda hiçbir zaman olmadığı kadar gereklidir. Antlaşmalar hakkındaki tartışmalar sırasında kendini gösteren demokratik, sosyal ve çevreci bir Avrupa özlemi, özellikle sosyal ve ekonomik nitelik taşıyan finansal krizin patlamasından bu yana tekrar gündeme gelmiştir.
Bu bağlamda ve ortaya çıkan engellerin devasa boyutları karşısında, sağ ve aşırı sağ siyasi güçlerin bir kez daha Türkiye'nin üyeliğini küçük ve zavallı seçim çıkarları için ve yine temel sorunları ele almayı engelleme amacıyla bir kez daha araçsallaştırmalarını da mahkum etmeliyiz. Nicolas Sarkozy ile Angela Merkel, bu anlayışla, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine radikal bir biçimde karşı çıkmaktalar ve çözüm olarak, ne anlama geldiğini bilmedikleri bir ayrıcalıklı ortaklıktan söz etmekteler. Ama bu kaba manevranın neden olduğu en skandal oluşturucu yönü, seçimlerin, yani Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, Türkiye'nin üyeliği ile hiçbir ilgisi olmamasıdır. Yeni Avrupa milletvekilleri 2009-2014 dönemi için seçilecekler ve bu yasama dönemi bittiğinde üyelik görüşmeleri tamamlanmış olmayacak. Bu nedenle Türkiye dosyasını açmak sadece büyük bir siyasî hata değil, aynı zamanda derin bir kötü niyet belirtisidir. Nihayet, oyun devam ederken kuralların değişimini istemek, yani Türk ve Avrupalı görüşmecilerin üzerinde çalıştıkları perspektifin tam üyelik olduğunu görmezden gelmek, AB'nin sahip olduğunu iddia ettiği demokratik prensipler açısından kabul edilemez bir yaklaşımdır. Ne mutlu ki, bugün için, AB üyesi ülkelerin çoğunluğu Türkiye'nin üyelik perspektifinden yana olmayı sürdürmekteler.
Avrupa inşa sürecinin başka bir yola girmesinin vakti kesinlikle geldi. Ne yazık ki, Avrupa hâlâ girmesi gereken yola girmiş değil, bu seçimlerin, AB için küreselleşmiş bir dünyada etkili ve saygı gören bir güç kutbu olmak için sorumluluklarının düzeyine yükselmedeki sıkıntısını teyit etmek ve derinleştirmekten başka bir işe yaramayacağından kaygılanabiliriz.
DIDIER BILLION - ULUSLARARASI VE STRATEJİK İLİŞ. ENST. (PARİS) MÜD. YARD.
Kaynak: Zaman