Dünyanın merkezi olduğu 500 yıl boyunca, Avrupa'nın gücüne kan ve acı eşlik etti. Liderleri kıtayı yeni süper güce dönüştürme yemini etse de, Avrupalılar 'önemsizlik'ten memnun. Saldırılamayacak kadar güçlü ama dünya sorunlarını çözemeyecek kadar da zayıf olmak belki de mantıklı bir seçim

"İtalya'da 30 yıllık Borgia hanedanlığı savaşlara, teröre, cinayetlere ve oluk oluk kan dökülmesine sahne oldu, fakat Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Rönesans da bu dönemde çıktı. İsviçre'deyse 500 yıl boyu her şey sütlimandı, demokrasi ve barış vardı, sonuçta ne çıktı? Guguklu saat." Üçüncü Adam(1949) filminin sonunda Orson Welles'in canlandırdığı Harry Lime'ın yaptığı konuşma büyük bir sinemasal andır. Ayrıca ilginç bir tercihi de ortaya koyar.

500 yıl boyu Avrupa dünyanın siyasi, kültürel ve ekonomik merkeziydi. Fakat bu güce kan ve acı eşlik ediyordu -acı 20. asrın intihardan farksız iki savaşıyla doruğa çıktı. 1945'ten beri Avrupa giderek müreffeh, barışçı ve rahat (ve önemi kalmamış) hale geldi. Peki birleşik bir Avrupa dünya olaylarının merkezi rolünü geri almaya çalışmalı mı? Veya konforlu önemsizliğimize iyice gömülmeli miyiz? Avrupa'nın liderleri cevabı bildiklerini sanıyor. Birleşik bir Avrupa'yı yeni bir süper güce dönüştürme yeminleri edip duruyorlar. Fakat Avrupa vatandaşları buna pek ikna olmuş görünmüyor: Harry Lime'ın seçeneklerini sorsanız, sıradan Avrupalıların büyük bölümü guguklu saati tercih eder.
Vaktiyle Singapur'un önde gelen diplomatlarından olan Kishore Mahbubani'yle Londra'da yediğim öğle yemeğinde düşündüm Harry Lime'ı. Mahbubani'ye göre AB ekonomik bir süper güç, fakat diplomatik bir 'mini güç'tü. Avrupalılar dünyanın en mühim meseleleri açısından önemsizdi, kendi iç süreçlerine kafayı takmıştı, kültürel bir kibre sahipti, ABD karşısında korkuyor, Asya'nın yükselişini görmüyordu.

Belki de dinleyen Avrupalıları gücendirebileceğini fark ettiği için Mahbubani bir an susup devam etti: "Yanlış anlamayın, burada hayat güzel." Pek güzel hem de. Belki de modern Avrupa'daki hayatın güzelliğiyle, AB'nin süper güç olmaması ve muhtemelen bunu asla başaramayacak olması arasında bir bağ var. Süper güç olmak, ağır yük ve kanlı bir iş olabilir. ABD dünyanın her yanına asker yerleştiriyor. Çin Tayvan'a saldırır veya İran Hürmüz Boğazı'nı mayınlarsa, ABD?muhtemelen müdahale eder. Avrupalılarsa tersine, ne Asya ne de Körfez'de askeri varlığa sahip. Zaten konuşlandırmaya yetecek sayıda bir Avrupa ordusu da yok. Birçok Avrupalı bundan memnun. Almanya Afganistan'daki gücünü ekimde artırdığında, anketler Almanların yüzde 70'inin bu karara karşı çıktığını gösteriyordu.
Avrupa'nın bu içgüdüsüne yönelik geleneksel tepki, dar bakışlı ve ahlak yoksunu olduğu iddiası. Eleştirenler dar bakışlı olduğunu, zira konforuna karşı güvenlik tehditleri bulunduğunu söylüyor -güç birleştirip kendilerini savunmak için bir şey yapmaya başlamazlarsa, barbarlar eve dalıp guguklu saati paramparça edecek. Ahlak yoksunu, çünkü bu konforlu ve zengin Avrupalıların kendilerini koruması için ABD'ye bel bağlaması demek. Daha da kötüsü, kendilerinde bir de koruyucularını ahlaksızlıkla eleştirme hakkını görüyorlar.
Fakat bu pasifliğin akılsızlık veya ahlaksızlık olup olmadığı o kadar açık değil. Soğuk Savaş'tan beri AB'ye yönelik bir geleneksel askeri tehdit olmadı. Kimse kıtayı istila etmeyecek. Avrupalılar bunu bildiği için daha yüksek askeri harcamaya pek az halk desteği var. Ortalama Avrupalı'nın güvenlik ve refahına karşı tehditler var elbette: Terör, iklim değişikliği, kontrolsüz göç, demografik çöküş, salgın hastalık, enerji tedariki. Fakat hiçbiri bir 'Avrupa süper gücü'nü gerektirmiyor. Küresel ısınmaya veya Avrupa'nın düşük doğum oranlarına nasıl bir askeri karşılık verilebilir ki?

ABD 'terörle savaş'ın parçası olarak Irak ve Afganistan'da savaş başlattı. Afganistan'da Amerikalılarla yan yana savaşan binlerce Avrupalı asker var. Fakat şu öne sürülebilir: Afganistan'a müdahil olmak Avrupa'ya yönelik terör tehdidini artırıyor, zira burada yaşayan Müslümanların radikalleşmesine yardım ediyor.
Modern Avrupa'nın yarı pasifist bakışının bazı avantajları da var. Olumsuz tarafsa şu: Ne zaman uluslararası bir kriz patlak verse Avrupalılar genellikle önemsiz mızmızlara benziyor. ABD'nin verdiği karşılıktan şikâyet ediyorlar, fakat gelişmelerin yönünü kendi başlarına değiştirecek güçten de yoksunlar.

Önemsizlik onur veya soyluluk atfedilmesi gereken bir durum değil. Fakat Avrupa için yine de mantıklı bir tercih olabilir. AB'nin bir nevi nirvanaya ulaştığı söylenebilir. Saldırılamayacak kadar güçlü ve dünyanın sorunlarını çözemeyecek kadar zayıf. Belki de Avrupa dev bir İsviçre'ye dönüştü.

Kaynak: Radikal