Hocalığım sırasında acı deneyim sonucu basit bir ilkeyi öğrendim. Hiç bilmeyene bilgi aktarmak zor değildir ama 'bilen', aşılmaz duvardır. Sorun, bir konuyu bildiğinden emin olandır demek istiyorum, özellikle önyargılı olan.
Kafalar stereotipler ve basmakalıp görüşlerle doluysa artık kulaklar da her yeni görüşe tıkalı kalır. Yani önce 'yer açmak' ve ancak ondan sonra söze başlamak gerekmektedir. Atina Kilisesi'nin yeni başpiskoposu İeronimos'tan söz etmek istediğim şu anda bu tür duvarlara çarpmaktan çekiniyorum. Bu Kilise konularında birçok kimse öylesine 'bilgili' ki!
Önyargılarla ilgili bir örnekle başlayayım. Ocak ayında Yunan Başbakanı Türkiye'yi ziyaret ettiğinde Partikhane'nin 'ekümeniklik' statüsü de basında tartışıldı. Bu konunun şahinlerini bir yana bırakıp 'soğukkanlı' sayılabilecek bazı köşe yazarlarının ilginç görüşlerine değineceğim. Örneğin Oktay Ekşi şunları yazmıştı: 'Erdoğan'ın bir önceki hükümeti, Sen Sinod üyeliklerine (yani Patrikhane yönetimine) 2 Yunanlı, 1 Amerikalı, 1 İngiliz ve 2 Yeni Zelandalının getirilmesine ses çıkarmamıştır. Bu tepkisizlik, Patrikhane'nin ekümenik olma çabalarına destek anlamına gelmektedir... (Böylece) Patrikhane'nin Türk yasalarının üstünde bir statüye sahip olduğunu kabul etmiş sayılırsınız. Onu kabul edince Patrikhane, Ruhban Okulu'nu kimseye sormadan açar, siz de ses çıkartamazsınız. Ekümenikliğin sırf Ortodoksları ilgilendirmediğini de anlarsınız ama geç kalmış olursunuz.' Nuray Mert de benzer bir kaygıyı dile getirmişti: 'Türkiye'de yaşayan Ortodoksların din ve vicdan hürriyetleriyle (Ekümeniklik'in) hiçbir alakası yok. Rum vatandaşı hiçbir şekilde eşit görmeyen ...bir ülke olmaktan çıkmayı istemek başka, Fener Rum Partikhanesi'nin siyasal iktidar mücadelesine destek vermek başka.'
Bu satırların arasında eksik kalanı, söylenmeyeni siz de seziyor musunuz? Ruhban Okulu'nun açılması neden böylesine büyük bir felakettir? Okul açılınca hangi gelişmelere 'geç kalınacaktır'? Patrikhane'nin 'siyasal mücadelesi' hangi amaçları gütmektedir? Bu soruların cevabını da ülkenin en saygın tarihçilerinden Prof. Halil İnalcık vermektedir (3.2.08): 'Yunanlılar, AB'nin de gücünü kullanarak İstanbul'da Ortodoks dünyasını temsil eden bir makam yaratmak istiyor. Patriklik ve Yunan hükümeti Megali İdea'nın gerçekleşmesi için işbirliği yapıyor. 18. asırdan beri bütün Yunanlıların gönlünde yatan emel İstanbul'da Yunan hakimiyetini yeniden kurmak, Kıbrıs'ta, Pontus'ta Batı Anadolu'da Bizans'ı ihya etmektir. Her Yunan bu inançla yaşar. Ekümeniklik kabul edilirse Türkiye'nin değil Yunanistan'ın gelecekteki planlarını en iyi temsil eden kişi olur.'
Bu tür görüşler yaygınsa ya da böylesi önemli insanların kaleminden kamuoyuna ulaşırken pek tepki yaratmıyorsa, artık Ortodoks Kilisesi konusunda yazı yazmak pek anlamlı olmuyor. AB-Yunan işbirliği yüzünden milli egemenlik böylesine tehlikedeyse neden ayrıntılarla ilgilenelim? Hele 'bütün Yunanlılar Megali İdea inancıyla yaşıyorsa', Bizans devleti 'gafletimiz' yüzünden yeniden kuruluyorsa, benim yeni Atina Başpiskoposu konusunda yazmamın ne değeri, ne anlamı olabilir? Mahalle kaynaklı önyargı dolu beyinlere nüfuz etmenin zorluğundan söz ederken işte bunlar vardı aklımda.
Yeni Atina Başpiskoposu seçimi
Ocak ayında ölen Atina Başpiskoposu Hristodulos konusuna geçen yıllarda bu sütunda, baktım, yedi kez değinmişim (15.4.03, 16.12.03, 7.9.04, 22.2.05, 12.7.05, 8.11.05, 19.9.06). Ne yazık ki hakkında sitayişkâr bir laf edememişim. Merhum, bağnaz bir kimseydi. İhtiraslıydı. Siyasete karışır, milliyetçi söylemiyle hükümete sorunlar yaratırdı. Kendisi gibi düşünmeyenlerle kavgalıydı. Hoşgörüsüzdü. Paranoyası vardı, AB'den Türkiye'ye, her yanda Yunan düşmanı görüyordu. Ve hele ben-merkezciydi. İstanbul Patrikhanesi'yle sürekli bir sürtüşme içindeydi. İlginçtir, 'milli' yanı ağır bastığından, Patrikhane'nin 'ekümenik' (yani dini anlamda 'cihanşümul' olmasına) karşı çıkardı. Patrikhane'nin tutsak olduğunu, yeterince vatanperver olmadığını ima ederdi.
Onun yerine İeronimos başpiskopos olunca aralarındaki büyük fark hemen belli oldu. Televizyon kameraları kiliselerden uzaklaştırıldı ve siyasi şovlar son buldu, siyasete karışılmadı. Örneğin kilisenin Makedonya konusundaki milliyetçi taşkınlıkları son buldu. Kilise'nin lüks arabaları elden çıkarıldı, hayır işleri arttı ve bunlar sessiz sedasız yürütüldü. Popülist ve 'artistik' konuşmalar yerine alçakgönüllü yumuşak bir söylem duyulmaya başlandı. Eski dinî liderin kilise için konferans sarayı yaptırmak istediği yerde şimdiki, uyuşturucu bağımlılarının tedavisi için bakım evi inşa ettiriyor. Ve nihayet Patrikhane ile iyi ilişkiler de kuruldu. Bu işbirliği tabii ki Megali İdea temelinde değil, bütün dinlerin anlayışı olan evrensellik temeli üzerinde oldu. Bu evrenselliğe cihanşümul ve ekümenik yaklaşım da derler. Bu terimler ille de kötü terimler değildir demek istiyorum. Patrik ile Başpiskopos geçenlerde İstanbul'da buluştuklarında (10.5.08) 'sözde vatanperverlik adına yürütülen ırkçılık' da yerildi. Patrikhane milliyetçiliğe, 18. yüzyıl sonlarından beri 'milliyetçilik' (etnikismos) dememekte, 'filetismos', yani 'ırka dayalı hareket' demektedir. Tabii evrensel olma iddiası olan dinlerin yerel ve sınırlı ideolojilere değil daha kapsayıcı anlayışları dile getirmeleri şaşırtıcı sayılmamalı. Aslında, inanılanın tersine, Kilise'nin evrensel olması asıl, sapmalar yaşaması istisnadır.
Yunanistan'da haberler Türkiye'de olduğu gibi 'bol' değildir. Gelişmeler göreceli olarak renksizdir, kötü ve iyi gelişmeler vardır ama genel olarak çarpıcı haber sınırlıdır. Yeni Başpiskopos'un seçimi Yunanistan'da son ayların hem sevindirici hem önemli bir haberdir. Bu tür liderler karar ve tutumlarıyla yalnız toplumu doğrudan ve olumlu yönde etkilemezler, iyi örnek oluşturduklarından dolaylı olarak da ülkenin bütününü olumlu yönde etkileyen rolleri olur. Bunu okuyuculara duyurmak istedim. Ayrıca bu yazıdan şu sonuç da çıkarılabilir: Bütün dünya ülkelerinin insanları tek tip vatandaşlardan oluşmaz. Yunanlılar bir 'bütün' değildir. Hepsinin gönüllerinde kurnaz ve kötü emel yoktur. Aksi yönde söylemler geliştirenlere karşı kendimizi sakınmalıyız. Arada, her yanda önyargılı insanlar vardır doğal olarak, birçok şeker gibi insanın da olduğu gibi. Her ülkede bu böyledir. Ve bizi umutsuz ve takatsiz kılmayanlar da bu ikincilerdir.
Kaynak: Zaman