Balkanlara yönelik müthiş bir ilginin olması kuşkusuz bir bakıma tarihimizin yeniden keşfi anlamına gelir. Osmanlı'yı Anadolu'dan ibaret gören, imparatorluk çapında bir bakıştan mahrum ulusun çocukları olarak eğitilmiş bir halkın tarih algısının sınırlı da olsa değişmesi demek bu. Sadece coğrafi olarak değil, etnik ve dini unsurlar açısından da Osmanlı'yı yerli yerine oturtmak için bir adım sayılabilir.
Ne var ki, popüler düzeyde Balkan ilgisi, nostaljik düzeyde geçmiş günlerin hazzını pekiştirmeye yarıyor daha çok. Osmanlı'nın Balkan merkezli bir imparatorluk olduğunu, farklı etnik unsurlara dayandığını kavramak zaman alıyor. Resmi tarih söylemi, yıllarca İnönü'nün sözlerinde karşılık bulan, 'Edirne'nin dışında Türk ve Müslüman unsurları tanımıyoruz' cümlesinde yatar. Türkiye'ye dayatılmış bu bakış hayli değişti; en azından devletten önce millet Balkanları keşfetti.
Balkanların keşfini, devletin Osmanlı ile barışmasını önemsiyorum. Bu barışmanın paradigmatik bir zihniyet dönüşümünü getirdiğini söyleyemesek de önemli bir engelin kalktığı aşikar.
Popüler düzeyde Balkanlara dönüşümüzün bir tür nostaljinin yenilenmesi, geçmiş günlerin yâdı anlamına geldiğinin, hatta zaman zaman böbürlenmeye varan bir tür milliyetçiliği pekiştiren işlev gördüğünün altını çizmekte yarar var. Anadolu'dan Balkanlara açılan zihniyet; düşünsel olarak Anadolu kalıplarında, etnik temelli bir tarih algısıyla bir tür patron edasına dönüşüyorsa burada önemli bir sorun var demektir. Benzer tutum devletin değişen Balkan yaklaşımında da sezilmiyor değil.
Şunu unutmamak gerekir; Balkanlarda Müslüman yerli unsur olarak Arnavutlar ve Boşnakları yok sayan bir bakış ne gerçekçidir ne de hakkaniyetlidir. Özellikle üç ülkede önemli nüfusa sahip Müslüman Arnavutları dikkate almayan her yaklaşım, her politika başarısız kalmaya mahkûmdur.
Kosova'nın tamamına yakını, Makedonya'daki Müslümanların büyük oranı Arnavutlardan oluşur. Arnavutluk'un büyük kısmı ise Müslüman Arnavutlardan oluşur.
Balkan Müslümanları içinde Arnavutların karşı karşıya olduğu ciddi sorunlar, son derece tedirgin edici boyuttadır. Arnavutluk'un uluslararası bir kampanya ve özellikle Katolik kilisesinin desteği ile Hristiyanlaştırma çalışmaları bir yana Müslümanları azınlık statüsüne düşürmek için Avrupa Birliği kriterleri devreye sokulmak istenmektedir.
Arnavutluk'taki Arnavutların yüzde 70 kadarı Müslüman, geri kalanlar Hristiyan. Ancak Müslümanların içinde Bektaşiliği bir tarikat olmaktan çıkarıp farklı bir din kategorisine alma girişimleri Arnavutluk'un İslami kimliğine karşı önemli bir tehdittir. Bektaşiliğin ayrı bir din olarak kabul edilmesi durumunda İslami kimliği zarar görecek, Arnavutluk Avrupa'da Müslümanların çoğunlukta olduğu ülke olma özelliğini yitirecek demektir. Özellikle Enver Hoca döneminin katı ateist devlet ideolojisinin yaraları henüz sarılmadan bu kez ortaya çıkan misyonerlik çalışmaları uluslararası boyutta destek almaktadır. Buna karşın Müslümanların organize, kurumsal yapıları son derece zayıf ve yetersiz. Mesela Arnavut Diyaneti ciddi şekilde ele alınıp değerlendirilmeli ve gerçekten dini ilimlere, meselenin ciddiyetine vakıf kadrolara verilmelidir.
Türkiye'den resmi düzeyde yapılabileceklerin yerine, nostaljik Balkan turları yapmakla meşgul STK'ların fedakarca gönüllülüğe dayalı çalışmalarını uzun soluklu bir strateji dahilinde yürütmeleri gerekir. Temel İslami eğitimin yetersiz olduğu, tüm İslami kurumların yerle bir olduğu, yangın sonrası Arnavutluk'un adeta küllerinden yeniden doğması kolay değil.
Arnavutluk ile Türkiye ilişkilerinin ekonomik ve stratejik önemini vurgulamaya gerek yok. Buna karşın Arnavutluk devlet sistemi içindeki İslam karşıtı unsurların etkinliği ve her ekonomik ya da sosyal krizde konumlarını güçlendirmeleri, ülkeyi adeta rehin almalarına karşılık Türkiye'nin ekonomik anlamda da buraya özel önem vermesi gerektiği önceki büyük krizlerde ortaya çıkmıştı.
Bu arada uluslararası ilişkiler düzeyinde iki ülkenin kültürel yakınlığını dinamitleyecek komünist dönemden kalma unsurların ayıklanması ciddi bir sorundur. Bunun başında İslam ve Türk düşmanlığı anlamına gelen, Osmanlı nefretiyle körüklenen, resmi Arnavut milliyetçiliği gelir. İki milliyetçiliğin karşı karşıya gelmesi durumunda nefretten başka bir şey doğmaz. Arnavut seçkinlerinin, okumuşlarının Enver Hoca'dan miras aldıkları bu resmi dil, ders kitaplarında ciddi boyutlardadır. Daha önce başbakanın imzaladığı -çok önemli bir adımdı- ders kitaplarından aşağılayıcı ve düşmanca ifadelerin karşılıklı çıkarılması anlaşmasının akıbeti sorulabilir mesela. Yeni Arnavut kimliğini Osmanlı, Türk, İslam karşıtlığı üzerinden inşa etmeye çalışan komünist Arnavut milliyetçi söylemi, resmi ideolojinin dilini belirlemeye devam ediyor. Benzer anlaşmayı Yunanistan da yapmış, anlaşmanın peşini bırakmayarak kurulan ortak komisyonu finanse etmiş ve ders kitaplarındaki Yunan karşıtı ifadeleri ayıklatmıştı. <<<DEVAMI>>>