Şeyh Şefik Ceredî
Arap ve İslam dünyasındaki halk ve ülkeler, ulusçu-Pan-Arapçı, laik-dinî, şiddete başvuran-barışçıl, Selefi-modernist, gelenekçi-dirilişçi, siyasetten kaçınan veya bizâtihi siyasi ideolojileri ve eğilimleri benimsediler; tüm bunlara rağmen gerçek şu ki Arap dünyası Camp David’den beri devrimci ruhun çöküşüne mâruz kalmıştır. ABD’nin Irak’taki müttefikleriyle birlikte Irak’ı işgali ve ülkenin düşüşü sonrasında Pan-Arapçı hareketler, aldıkları gerçek desteği kaybettiler. Bu arada, İran İslam Devrimi’nden beri İslami mevcudiyet artış kaydetmiş, tebliğden silahlı eyleme geçen Selefi ve İhvan hareketlerinin devrimci unsurlarını kızıştırmıştır (Tebliğ ve vaazdan büsbütün vazgeçmiş de değillerdir).
Kritik dönemeç 11 Eylül’den sonra gelmiştir - Amerika, uluslararası ve bölgesel ittifak sayesinde. Sınır ötesi küreselleşme bayrağı altında, İslam’ın siyasete dâhil olmuş tüm formlarına hatta eleştirel hassasiyet yoluyla Batıya göğüs geren ideolojik İslam formlarına karşı en şiddetli ve en kapsamlı savaşını başlattı. Bu ise İslamcıların meselelerini şu gruplaşmalar içerisine yerleştirdi:
1 Öğretilerinde Sufi değerleri öne çıkaran, ülkelerinde siyasi arenaya girmemiş ama Cihatçı İslami hareketleri desteklemekten beri durmayan İslamcı gruplaşmalar. Fas’ın ötesine uzanan ve öncelikle bir gençlik hareketi olan Adâlet ve Yardımlaşma Hareketi bunlardan biridir.
2 Sufi eğilimleri olan, modernite kaynaklı problemleri siyasi katılım yoluyla çözmeyi amaçlayan, İslam ve Batıyla pragmatik ilişkileri harmanlayan İslamcı gruplaşmalar. Adalet ve Kalkınma hareketi bunlardan biridir. İslamcı hareketler için İslamcılık formu sunmaya isteklidirler.
3 Devrimci temayülleri olan, Batının küresel küstahlığına muhalefet eden ve İsrail’in varlığına direnen İslamcı gruplaşmalar. Bunlar, devlet yönetimi veya ulusal siyasi sahneye etkin bir şekilde katılım için teorik ve pratik temel sunmayı amaçlamaktadırlar. İran; Lübnan ve Filistin’deki direniş bunlara örnektir.
4 Sivil topluma teorik yaklaşımlar sunmak için çalışan, rejimlerle uyuşmaya ve uzlaşmaya meyilli İslamcı gruplar. Fas’taki Adalet ve Kalkınma hareketi ve bazı İhvan dernekleri bunlar arasındadır.
5 Caydırıcı güvenlik araçları ve silahlı mücadele yoluyla bölgesel ve uluslararası çevreye direnmeye devam eden gruplaşmalar. Arap ve İslam ülkelerinde şu an halkı tahrik edenler bunlardır – ki çarpıcıdır, bu zamana kadar ortalıkta yoktular.
Bu çalışmanın konusunu incelemeyi istiyorsak - ki güçlü halk ayaklanmaları veya uyanışı eşiğinde İslamcı teorilerle ve bunların İslam’a bakışımızın geleceği üzerindeki etkilerle bağlantısı vardır - o halde hem yöntem konusunda hem de İslam güdümünde olmasa bile bu uyanışların ulusçu ve ideolojik davalara hamledilebilir olmadıkları şeklinde bir ilke karara ihtiyaç vardır. Çarpıcı olan şu ki insâni veya ulusçu davalara veya hayat standardı faktörlerine dayalı analizleri aşmaktadırlar. İçlerinden bazıları, devletlerin veya yöneticilerin duruşlarından neşet eden krizlere hamledilebilirken diğerleri boyun eğmeye ve işgale, ötekiler ise halkın kültürel, dini ve ahlâki geçmişlerine-deneyimlerine hamledilebilirdir. Etkenlerin çokluğuna, İslamcılık dâhil birçok ideolojinin ve doktrinin çöktüğüne bakınca, bu nevi bir dönüşüme yol açan halk devinimin doğasını tâyin etmek zordur; devinim birçok ihtimale açıktır, sonuçlarını tahmin etmek için vakit çok erkendir; herkese, duruma ve bu devinimin emellerine uygun bir vizyon ve bir proje sunma sorumluluğu vermektedir. Ancak kesin olan bir şey var: Bu hareketlerin kuluçkaya yatırıldığı muhit esasen İslami’dir. Mevcut rejimlerin elinde uğrayacakları her hangi bir aksilik –bu aksilik zulmün, yolsuzluğun ve boyun eğmenin artışı olabilir - İslamcı teorilerin ilerleyeceği yolun taşlarını döşeyecektir. Ama gene de bu ilerleme, gerçek meydan okumalarla ve risklerle yüz yüzedir.
1 Çoğu İslamcı grup ve hareketlerde yapısal söylemin hâkimiyeti; programların, kalkınmacı planlamaları meşrulaştırma ve icra kabiliyetinin kaybedilmesi. Bu hareketler tahrik ve ayaklanma kapasitesine sahip olabilirler ama gerçek kimliklerini ve eşsiz doğalarını sergileyerek durumun ve zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak barışçıl inşa için eğitilmiş değiller henüz.
2 İslamcılar arasında veya hiç değilse onlar içerisinden bazı gruplarda nihâi safhaya ulaşıldığı ve - siyasi çatışmalar şurda dursun, dini, mezhebi ve ulusçu ateşi yeniden yakmak anlamına gelse bile - ganimetten pay almaya hazır savaşçı bir zihniyet taşıyarak dövüşmeleri gerektiği korkusu var.
3 Orada burada rejimleri destekleyen, ama aynı zamanda ideolojik veya dini mensubiyetleriyle ilgilenmeksizin onlar için belirlediği yola bağlı kalacak taraflar arayan Batı’nın tuzağına düşüp etkisine baş eğmek. Eski rejimlerin kabadayı, yeterli mâli kaynaklara sahip, renklerini değiştirebilecek ve yeni duruma ayak uydurabilecek kadar kurnaz bakiyelerinin güçlü baskılarına baş eğme korkusu da var.
4 Pozitif İslamcı güçlerin yapıcı nüfuz kullanma hususunda artan başarısızlıkları ve Müslümanlar arasında her daim yaydıkları İslam’ın hayata ciddi bir proje sunduğu fikrine dayanan eğitim zihniyetiyle uygunsuz bir şekilde sahada varlık göstermeleri. İslami değerler şefkat ve sertliği bir ve aynı zamanda ihtiva eder. “MUHAMMED Allah'ın Elçisi'dir; ve [sadakatle] o'nun yanında olanlar, bütün hakikat inkarcılarına karşı kararlı ve tavizsiz, [ama] birbirlerine karşı merhamet doludurlar.(Fetih Suresi, 29. Ayet, Muhammed Esed Meali). Bu başarısızlık, İslami aşırılık ve fanatizmin bir kez daha zemin kazanıp genişleyeceği yolları döşeyecektir. Pozitif güçlerin yetenek kaybının haklılıkla ve durumun mantığıyla bir ilgisinin olmadığını kaydetmelidir. Tarih göstermektedir ki bu kuvvetler zaman zaman ricât edebilirler fakat rollerini tekrarlama ve yeniden güç kazanma yeteneklerini hiçbir zaman kaybetmezler. Benim ilk kanaatime göre, bu kuvvetler iç muhalefete vesile olan durumlarla karşı karşıya geldiklerinde, tüm enerjilerini dış düşmanı göğüslemeleri pahasına içe yöneltmektedirler. Gelecekte, İslam’da siyasetin rolünü açıklamaya çalışan iki temayül arasında ciddi bir diyaloğa şahit olabileceğimizi söyleyerek noktalamak istiyorum.
Birinci temayüle göre İslam ya ilk hâlifeler döneminde olduğu gibi kapsamlı bir şekilde uygulanmalı yahut da hâkim küresel ve bölgesel güçlerle çıkarları kesişen Müslümanların modern çağın ihtiyaçlarını karşılayan sivil bir devlette yaşarken benimseyecekleri bir İslam’a kapılar açık tutulmalıdır. Benim kanaatime göre bu “seküler İslam’ın” hiçbir potansiyeli yoktur. Modernist İslam söylemi sekülerizmden etkilenmiştir ve şimdi de ötekileri (mesela Batıyı) memnun etmeyi, sivil hukuk ve sivil politikalar icra etmeyi ve Müslüman bir ulusun hayatıyla ilgili meseleleri kendine iş edinmiş güçlü bir devletin gölgesi altında Müslümanların mukaddesatını muhafaza etme projesini benimseyecek kadar ileri gitmiştir. Bu nevi çatışma, Müslüman ulusa takaddüm eden ulus devlette husule gelir genelde. Arap ülkelerindeki hareketlerin bu zihniyeti nereye kadar etkileyebileceği sorusunu sorma hakkımız var. Devletin hususi manasını - devletin medeniyetine en yakın olan manadır – tayin edecek olan, onun bir yanda İslam devleti olması, öte yanda kendi iç işlerini İsrail işgaline veya İsrail’le çatışmaya karşı tutumu yahut Batının küresel saldırganlığı gibi diğer tüm önceliklerin önüne koymasıdır. Ancak, burada “öncelemek” derken bu insanlar ve gruplar arasında çatışan çıkarlar olmadığını söylemiyoruz; sadece önceliklerin tartışılmasını kastediyoruz.
İkinci temayülü, fiili uygulama ve içtihad için fırlatma rampası ve bir program olarak İslami kaynakları benimsemenin zorunlu olduğunu ispatlayan İran İslamcılığı temsil etmektedir. İçtihad, zamanın akışını, mekânın vasıflarını, mahalli örf ve âdetlerin etkisini gözetmeyi zorunlu kılar. Bu temayül içtihad yoluyla yenilenme çağrısı ve modernizmi reddi dolayısıyla ilkinden ayrılır. Devletin medeniyetinin, İslam’ın kendine has doğasından ve yalnızca İslam’dan yükseleceğine inanır. Demek ki bu temayül iki fikirle alâkalıdır.
Birincisi, bölgedeki tüm muharip hareketlere operasyonel destek vermek, İslam milletinin özgürlük ve hak talep eden devlet ve uluslarına yardım etmek ve bu sûretle, benzer taleplerde bulunan İslamcı hareketlerin benimseyeceği ve taklid edeceği güçlü bir örnek sunmak. Hizbi sınırları böylelikle aşmayı amaçlar zira bizzat bu temayül bağlılarının azınlık olduklarını ve can alıcı meselelerde birlik olmanın hizbi ve mezhebi çerçeveyi aşmayı gerektirdiğini savunur. İkincisi, İslamcı teorinin Amerika’ya direnen bir medeniyet örneği sunma kabiliyetini teşvik eder. Âlim, âdil yöneticinin yönetimine dayalı “muktedir devlete” koşut İslam milleti fikri öne çıkar; bu yönetimin temeli halktır. Velayet-i Fâkih ilkesi bu fikirde mündemiçtir. Burada biraz durmak ve bu temayülün sübjektif ve objektif zorluklarla karşı karşıya olduğuna işaret etmek istiyorum. Bu gruba bağlı olanlardaki azınlık duygusu, onlar arasında kanaatlerinde âşikâr olan modernite korkusunun kavurduğu bir farklılık hissi oluşturmaktadır, ki mükellefiyetleri ve fikirleri nokta-i nazarından kendi grubu veya öteki gruplar üzerinde olumsuz etkileri olabilecektir. Bazen ters tepkilere yol açan budur; ilk tekliflerde berraklığın olmayışı daraltı ve problemli soru fırtınası estirebilir. Bu temayülün, bazı kültürel ve hizbi iklimlerde bu ıstılahın/terminolojinin yanlış anlaşılabileceğini bildiği halde, hizbi bir ıstılah kullanmakta ısrar ettiğine de işaret etmeliyim. Velayet-i Fakih, İran muhitinde doğru şekilde anlaşılan bir terimdir her ne kadar başkalarına Sultanlık şeklinde bir muhafızlığı veya dini kurumların güçlü olduğu Orta Çağları anımsatsa da. Gerçekte bu terim, “âlim ve âdil yönetici” anlamını taşır, ki Arap ve Müslüman cadde-sokaklarını silip süpüren talep budur. Bu temayülün bağlıları, bu kavramı yeniden terimlendirmeye - en azından şimdiye değin – hiç kalkışmadılar. Bu temayülün, aceleci tepkilerden korku duymaksızın kendisini mevcut kavramlara ve halet-i ruhiyeye uygun bir şekilde sunacak bir merkezilik hissinden yoksun olduğuna inanıyorum. Siyasi eylem metodu ile siyasi yapıyı tesis eden ideolojik çalışma metodolojisi arasında ayrım gütmelidir. Diğer temayüllerin yanısıra, ideolojik ve fıkhi planlamaya ve güvendikleri, benimsedikleri projenin değerlerine daha fazla alâka göstermelidir. Buradaki meseleleri pratikten çok uzak teorik bir noktadan ele almıyorum zira bu temayülün esaslı ilgisi, operasyonel olana dönüktür. Onda bulduğumuz kusurlar, operasyonel sahaya bağlı teorik boyutlarını ifadede, sunumda ve rasyonelleştirmede bilgi ve kültürel berraklığın olmayışıdır.
Kaynak: Conflict Forum
Yazar hakkında: Beyrut Hikmetli Bilgiler Enstitüsü Müdürü
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı