Kıbrıs ve Yunanistan'dan Pakistan ve Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyada büyük savaşların yaşanabileceğine dair ihtimaller güçleniyor.
Kısa bir süre içerisinde "Arap baharı" bir yılını tamamlamış olacak. Bir yıl içerisinde üç devlet başkanı devrildi. Tunus lideri Bin Ali, Mısır başkanı Mübarek ve Yemen lideri Salih koltuğunu kaybetti. Libya lideri ise sadece koltuğunu kaybetmedi aynı zamanda vahşice katledildi. Suriye Devlet Başkanı Esad'ın da durumu giderek kötüleşiyor ve iktidarının devam edeceğine dair umutlar tükeniyor. Bu tarihi gelişmelerin değerlendirilmesi konusunda çok sayıda teoriler şimdiden üretilmeye başlandı. Ancak her zaman olduğu gibi şimdi de hakikatin fazla uzak olmadığı biliniyor.
ŞERİAT DÜZENİ
Rusya vatandaşlarının önemli bir kısmı Arap baharının ve diğer küresel isyanlarının Amerika ve batı ülkeleri tarafından organize edildiğine inanıyor. Ülkemizde bazen doğal afetlerden dahi ABD sorumlu tutuluyor. O zaman şöyle bir soru akla geliyor? Amerika öncesinde isyanları kim organize etmekteydi? Örneği Razin isyanını veya 1979 yılında gerçekleşen İran devrimini kim organize etti?
Şöyle bir soru sorulabilir. ABD "Arap baharı" sonrasında ne gibi çıkarlar elde etmiş olacak? Neden onlar batı yanlısı Bin Ali'yi saf dışı bırakma kararı aldı?
Mübarek konusunda ise biraz daha dikkatli analiz yapılmalı. Mübarek sadece Ortadoğu'da değil dünyada Washington'un en değerli müttefikleri içerisinde yer almaktaydı. Son yıllarda Kaddafi ve Salih Amerika'ya nasıl sorun teşkil edebilirdi? Bu sorulara cevap beklemeyin. Çünkü bunlara cevap verilmeyecek. Teoriler gerçeklerle çelişince, gerçekleri bulmak zorlaşıyor.
Petrol teorileri de Amerika teorileri ile benzerlik arz ediyor. Arap baharının kurbanına dönüşen beş ülke içerisinde sadece Libya'da zengin petrol kaynağı bulunuyor. Libya petrolünün yüzde 80'den fazlasının batıya ithal edildiği de unutulmamalı. Ayrıca bu petrol kaynakları sadece batı şirketleri tarafından imal edilmekteydi. Petrol üretilen diğer sekiz Arap ülkesinde ise "bahar olayları" yaşanmadı.
"Petrol" teorisini savunan çok sayıda insanın şu soruya cevap vermesini isterdim: "ABD'nin (veya batının) Irak (Libya veya diğer ülkelerin) petrol kaynaklarını ele geçirmesi ne anlama gelmekte?" Onlar petrolü ücretsiz olarak mı taşımaya başladı? Daha önce petrol kaynaklarına ulaşmaları engellendi mi? Araplar petrol kaynaklarının üzerinde oturmuş ve batılı ülkelerin onları kullanımına müsaade etmemekte mi? Bu sorulara rasyonel cevapların verilmesi beklenmemeli. Gerçekler kimsenin umurunda değil.
Bununla beraber Arap baharı süreci devam ediyor ve iç yüzü daha fazla ortaya çıkıyor. Bu sürecin etkin güçleri de belirginlik kazanıyor. Büyük bir darbe alan rejimlerin – yani yıkılan beş rejimin- ortak bir özelliği bulunuyor. Bu rejimlerin tamamı laik düzen içerisinde varlığını devam ettirmeye çalışmaktaydı.
İlk başlarda Arap ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmalarında İslami güçlerin etkisi sezilmemekteydi. Bu durum dış gözlemciler tarafından şaşkınlıkla karşılanmaktaydı. Devrimler sosyo-politik nedenlerle gerçekleşmekteydi. Ancak şu anda her şey kendi yerine oturuyor. Organize bir şekilde gerçekleşmeyen devrimler İslami güçleri öne çıkardı. Devrim yaşanan ülkelerde İslami akımların daha derin ve etkileyici ideolojiye sahip olduğu bilinen bir gerçek.
Son yaşanan olaylara kadar laik bir düzen içerisinde varlığına devam eden Tunus'ta demokrasi kuralları içerisinde yapılan meclis seçimlerinde İslamcı parti oyların yüzde 40'nı kazanmış oldu. Şu ana kadar Tunus İslam partisi radikal düşünceleri ile değil "uysallığı" ile biliniyor. Ancak Libya ve Yemen gibi kaotik düzenin hakim olduğu ülkelerde ise "uysal" İslami güçlerin iktidarı ele geçireceği beklenmiyor.
Mısır'da "proje uygulanmadan ortadan kalkabilirdi". İktidar Mübarek rejiminin yıkılmasından sonra ordunun elinde kalmaya devam etti. Bunun için de Mısır'da hatanın düzeltilmesi için ikinci bir devrim daha organize edildi. Yaşanan gelişmeler göz önünde tutulduğu zaman burada da demokrasi kurallarının geçerli olması durumunda yapılacak seçimler sonrasında İslami güçler iktidarı ele geçirmiş olacak. Uzun yıllar aşırı akımlar içerisinde gösterilen "Müslüman Kardeşler" hareketi ikinci sırada yer alan selefilerle (veya Vahhabilerle) kıyaslandığı zaman "uysal" olarak tanımlanabilir. Mısır selefileri Taliban güçleri ile ortak görüşleri savunuyor. İslami güçlerin meclis içerisinde yüzde 70'in üzerinde oy alması bekleniyor.
Devrimin yaşanmadığı Fas'ta da meclis seçimlerinden sonra İslami güçler ilk sırada yer aldı. Fas İslam hareketinin hükümet kurması bekleniyor.
KÖRFEZİN BÖLGE ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Bahar ayaklanmasının gerçek organizatörleri zamanla ortaya çıkıyor. Devrimcilere Basra Körfezi'nin monarşik güçleri ve aşırı Vahhabi akımının iktidarda olduğu Suudi Arabistan rejimi başkanlık yapıyor.
Tunus ve Mısır devlet başkanları erken ve "barışcıl" yollarla devrildiği için bu gerçek henüz ortaya çıkmamıştı. Ancak sonradan bahar ayaklanması bu monarşilerden birisinde yani Bahreyn'de başladı. Halk ayaklanması anında Suudi Arabistan ve BAE'ye bağlı polis ve hava kuvvetlerinin bizzat katılımıyla sert bir şekilde bastırıldı. Sonradan BAE ve Katar hava kuvvetleri NATO uçakları ile beraber Libya savaşına katıldı. Savaş sonrasında ise Katar özel birimleri kutlama dahi düzenledi. Büyük bir olasılıkla isyancılar tarafından Trablus'un ele geçirilmesini de onlar organize etti. Bununla beraber bölge gözlemcilerinin iddiasına göre Katar özel birimleri içerisinde savaşçıların önemli bir kısmı Avrupa vatandaşlarına benzemekteydi. Bu şu anlama geliyor: Bizler devlet kurumu ismini taşıyan olağanüstü askeri koalisyon durumu ile karşı karşıyayız. Bu gayet doğal bir durum... Altı Körfez monarşisi içerisinde en zayıf ordu Katar ordusu. Katar özel askeri birimi ise sadece 100 askerden oluşuyor. Bu gibi başarılı operasyonun 100 kişilik bir askeri birim tarafından düzenlenmiş olması düşünülemez. O zaman şöyle bir sonuca ulaşmaktayız. Hiçbir kuşku yoktur ki Libya'da Katar ordusu ismini kullanarak Körfezin altı ülkesinin ve batılı paralı askerlerin "özel takımı" kuruldu.
Suriye'de yaşanan olaylarda da Suudi Arabistan'ın kendisinin rolü aşikar bir şekilde seziliyor. Bizzat Suudi Arabistan'ın organizatörlüğü ve çabası ile Şam yönetimi üzerinde baskı kurulmaya başlandı. Irak üzerinden Suriye isyancılarına silah desteği de bizzat Suudi Arabistan tarafından sağlandı.
Ürdün de Suriye aleyhindeki kampanya içerisinde aktif bir şekilde yer alıyor. Muhtemelen Ürdün "monarşi birliği" içerisinde yer almak zorunluluğu hissediyor. Belki de liberal düşüncelere sahip kral Hüseyin akıntı içerisinde yer almaması durumunda Arap baharının sıradaki kurbanına dönüşebileceğini tahmin ediyor.
Bölgenin diğer önemli oyuncusu konumuna Türkiye yükseliyor. Türkiye'nin jeopolitik istekleri hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra bu ülke akıntı içerisinde başarılı bir şekilde yer alıyor. Türkiye'de 2002 yılından başlayarak iktidar İslami güçler – veya "uysal" İslami hareket diye de isimlendirilebilir - tarafından ele geçirilmiş durumda. Günümüz Türkiye iktidarı başarılı bir şekilde Atatürk mirasını imha ediyor. Bu yıl içerisinde Ankara yetkilileri nihai başarı elde ederek askeri kuvvetleri kendisine bağlayabildi. Türkiye'de askeri kuvvetler seksen yıl içerisinde laik düzenin garantörü olarak "görev" yapmaktaydı. Ankara her yıl daha fazla batı yanlısı politikasını doğu yönü ile değiştiriyor.
Fransa devlet başkanı Sarkozy'nin tüm çabalarına rağmen Avrupa ülkeleri bu durumda "kullanılmakla" yetinmek zorunda kaldı. Batı ülkeleri tarafından özel bir rol biçilmiş Rusya'da batı ülkelerinin vatandaşları, yöneticileri açısından "bağımsızlık" ve "demokrasi" kavramlarının ne anlama geldiği yeterince anlaşılmıyor. Bu gibi kavramlar gerçek manasıyla dini ideolojiye benzer bir değer olarak kullanılıyor ve insanlar tarafından kabul görüyor. Soğuk savaş yıllarında SSCB'ye karşı yürütülen eylemler sırasında bu değerler göz ardı edilebiliyordu. Ancak şu anda onların göz ardı edilmesi düşünülemez. Bunun için de batı kamuoyunda diktatörlere karşı halk harekatının desteklenmesinin gerektiğine dair genel bir kanaat hakim. Halk isyanı sonucunda demokrasi ile bağlantısı olmayan güçlerin iktidara gelme ihtimalinin bulunması da bu kanaati değiştirmek için yeterli değil. Dolayısıyla batı ülkeleri Tunus ve Mısır devlet başkanlarına ihanet etmek zorunda kaldı. Yüz kızartıcı Libya operasyonu da bu yüzden yapılmış oldu. Batılı ülkelerin farklı bir tutum sergileme tercihi bulunmuyordu.
Yaşanan gelişmeler sonrasında Avrupa ülkeleri yeni göçmen dalgası ile de karşılaşmış olacak. Göçmenlerin sayısının artmasına paralel olarak aşırı İslami akımların Avrupa içerisinde güçlenmesi süreci yaşanacak. Bu durumda "beyaz" aşırı milliyetçiler de seslerini daha fazla duyurmaya başlayacak. Petrol fiyatları da yükselmeye devam edecek. Bu önemli bir "başarı" ve bu konuda Avrupa ülkeleri kutlanmalı.
ABD'ye gelince; burada durum çok daha karmaşık hal alacak. "Bahar" ayaklanmalarının Washington'un çıkarlarına uygun olmadığı aşikar bir şekilde söylenebilir. Mısır örneğinde ise Mübarek rejiminin devrilmesi ABD açısından tam bir felaket...
Öte yandan Amerikalılar yaşanan gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda da kullanabilir. Basra Körfezi ülkelerinden petrol ithali uzun yıllar önce azalmaya başladı ve bu süreç hala devam ediyor. Bu ise şu anlama geliyor:. ABD kaotik durumun yaşandığı zaman Avrupa, Çin, Hindistan, Japonya ve diğer Asya ülkelerinden çok daha az zarar görmüş olacak. Avrupa ve Asya ülkelerinin bölge petrol kaynaklarını ithal sürecini arttırarak devam ettiği bilinen bir gerçek... Bundan başka Avrupa ve Asya ülkelerinin ekonomik sorunlar yaşaması Amerika'nın çıkarına uygun bir gelişme. Ayrıca Ortadoğu'da kaotik durumun devam etmesi bölgeye ABD'nin yerine Çin'in gelmesine neden olacak. Bu süreç son yıllarda yaşanıyor ve bundan sonra daha da hızlanacak. ABD bölgeye hakim olma gücünü kaybettiği için "hiç kimse buraya hakim olamasın" kuralını uygulayabilir. Bununla da en yakın müttefiklerinin dahi yıkılmasına engel olmuyor. Gerçekte ise şu anda Ortadoğu bölgesinde kaotik durumun oluşmasından ziyade İslamlaşma süreci yaşanıyor. Washington yönetiminin bu durumda ne gibi çıkar elde edeceğini düşünmek çok zor.
SURİYE KONUSUNDA ARAP BİRLİĞİ BM'NİN ÖNÜNE GEÇECEK
Şu anda olayların merkezi Suriye'ye kayıyor. Körfez monarşileri Türkiye, Ürdün ve batı ülkelerinin de desteğini arkasına alarak Esad rejimini yok etmek için yola çıktı. Bahar ayaklanmalarının yaşanmasından önce açık bir şekilde batıya düşman politika takip eden tek Arap ülkesinin Suriye olduğu unutulmamalı. Şu anda Suriye'ye ekonomik yaptırımlar uygulayarak baskı oluşturulmaya çalışılacak. Bunun yanı sıra isyancılara da mali ve silah kaynağı sağlanmaya devam edilecek. Sonuca ulaşılmaması durumunda ise silahlı müdahale konusu gündeme taşınacak. Bunun gerçekleşebilmesi için Suriye'nin Türkiye ve Ürdün ile sınır bölgelerinde serbest bölgelerin kurulduğu ilan edilecek. Serbest bölgeler ise isyancıların merkezi konumunu üstlenmiş olacak. Suriye ordusunun bu bölgelere müdahil olması durumunda işgalci ilan edilecek. Tüm bu yasa dışı gelişmeler, BM göz ardı edilerek Arap Birliği'nin kararları çerçevesinde yaşanacak. Dolayısıyla da Rusya ve Çin gibi ülkelerin veto hakkı da elinden alınmış olacak.
Her ne kadar eski silahlarla donatılmış olsa da Suriye çok büyük ve güçlü bir orduya sahip. Ordu hala Esad'a sadık. Şunu da hemen belirtelim ki ordunun Esad'a sadık kalmasının önemli kamuoyu desteği olarak yorumlanması gerekiyor. Çünkü Suriye ordusunun askerleri zorunlu askeri hizmetlerini yerine getirdiği için halk ordusu olarak tanımlanabilir. Bunun için de Suriye'de Libya senaryosu tekrarlanmıyor. NATO'nun özellikle de Avrupa ordusunun Suriye'yi işgal etmesi düşünülemez. Yani Avrupalıların buna gücü yetmez. Yaşanan gelişmeler sivil halkın Libya'dan daha fazla savunulmaya ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Buna rağmen Avrupa ülkelerinin askeri müdahale konusunda kararsızlığı iddiamızı destekliyor.
Ancak sekiz ülkenin ortak askeri operasyon düzenlemesi durumunda Suriye savaşı kaybedecek. Askeri koalisyonun merkezi rolünü Türkiye üstlenecek. Türkiye'nin yanı sıra Ürdün ve altı Körfez monarşisi de askeri müdahaleye destek olacak. Suriye'nin bu durumda iki cephede savaşmak zorunda kalacağı da unutulmamalı. Bunun yanı sıra batı ülkeleri de Suriye aleyhindeki oluşuma destek verecek. Bu destek hem sınırsız askeri teknoloji desteği hem de hava saldırısına destek şeklinde ortaya çıkmış olacak. Libya savaşından farklı olarak Amerika da Suriye hava saldırısına destek olacak. Savaş geniş bir coğrafyaya yayılabilir ve çok kanlı olaylar yaşanabilir. Çünkü savaş sırasında klasik askeri müdahaleler söz konusu olacak. Çok sayıda zırhlı araç savaşa katılmış olacak. Savaşın sonucu önceden tahmin edilebilir.
Diğer bir savaş senaryosu da uygulamaya konulabilir. Bu durumda Suriye'ye karşı savaşa sadece Türkiye katılmış olacak. Türkiye'ye diğer NATO üyesi ülkelerin askeri hava kuvvetleri destek verecek. Maalesef Suriye'nin sahip olduğu "Bastion"lar işe yaramayacak. Çünkü saldırılar hem havadan hem de karadan düzenlenecek. Suriye'de S-300'lerin verilmesi çok daha farklı sonuçlar doğurabilirdi.
İran'ın Suriye'nin yanında savaşa katılabileceğine dair ihtimal de göz ardı edilmemeli. Çünkü İran tek Arap müttefikini kaybetmesi durumunda bölgeden tamamen izole edilecek ve kaçınılmaz olarak sıra kendisine gelecek. Şöyle ki hem körfez monarşileri hem de ABD açısından Tahran yönetiminin bir numaralı düşman olduğuna dair gerçek unutulmamalı. Bunun için de Farsların Suriye'nin henüz hayatta olduğu dönemde Türklere ve Araplara karşı ikinci bir cephe açmasına dair plan da gerçekleşebilir. Farsların ikinci bir cephe açması çıkarlarına uygun olacak. İran'ın müdahil olması durumunda ise büyük bir ihtimalle güçlü ordusu ile Mısır koalisyona destek verecek. Buna ABD ve NATO askeri uçaklarının da yüzde yüz destek olacağına dair bir gerçeğin ilave edilmesi gerekiyor.
Neticede ise Suriye tamamen işgal edilmiş olacak. İşgal sonrasında ise kısa bir sürede İslami güçler demokrasi yolu ile iktidara gelecek. İran'ın işgal edilebileceği ise düşünülmemeli. Bu oldukça zor bir ihtimal... Ancak bu savaş sonucunda İran askeri güçleri tamamen imha edilecek. Tahran yönetimi askeri sanayisini kaybedecek ve kaçınılmaz olarak nükleer füze projesi de ortadan kalkmış olacak. Böylece bölgedeki jeopolitik etkisini tamamen kaybetmiş olacak.
Bundan sonra Arap ülkeleri içerisinde sadece Cezayir'de laik yönetim yaşamaya devam edecek. Son beş yılda Cezayir yönetimi Rusya'dan çok sayıda silah satın aldı. Bu silahların modern taleplere uygun olduğu göz ardı edilmemeli. Cezayir'in silah alışında yaşanan patlama ilk dönemde pek anlaşılmamaktaydı. "Neden Cezayir bu kadar silah satın alıyor?" diye sorular gündeme taşınıyordu. Şu anda ise anlaşılması zor bir durum ortaya çıkıyor. Cezayir Arap baharının yaşanmasından beş yıl önce yaşanabilecek muhtemel gelişmeler konusunda bilgi sahibi oldu mu? Bir konunun daha göz ardı edilmemesi gerekiyor. Cezayir'in içeriden karışması durumunda T-90, S-300 ve Su-30 bir işe yaramayabilir.
Tüm bu yaşanan gelişmelerin sonunda İsrail, şu andaki en önemli iki düşmanı İran ve Suriye'den kurtulmuş olacak. Ancak bu duruma sevinmesi söz konusu değildir. Çünkü İsrail kendisine düşman olan İslami rejimlerin ablukası altında varlığını devam ettirmek zorunda kalacak. Türkiye gibi güçlü ve düşman olmayanı bir ülkenin de unutulmaması gerekiyor. Bu durum orta vadede yeni bir büyük savaşın yaşanması ile sonuçlanabilir. Şu anda şöyle bir gelişme yaşanıyor. O kadar da uzun olmayan bir zaman zarfında Kıbrıs ve Yunanistan'dan Pakistan ve Hindistan'a kadar büyük savaşların yaşanabileceğine dair ihtimaller giderek daha fazla güç kazanıyor.
Arap ülkelerinin halkları ise bağımsızlık ve demokrasinin yerine erken ve geri dönüşü olmayan İslamlaşma süreci ile karşılaşmış olacak. Bununla da "bahar" ayaklanmaları sonlanmış olacak.
Nezavisimaya Gazeta'dan Dünya Bülteni için İbrahim Ali tarafından tercüme edilmiştir