Cumhurbaşkanı François Hollande’ın formülü gereğince Manual Valls, “Valls [valse: hızlı değişiklik-reform] yap”tı. Fransa’nın en yoksul kenar mahallelerinde halihazırda “bölgesel, sosyal ve etnik apartheid” olduğunu açıkça ilan ederek. Başbakan kendinden emin, sarf ettiği sarsıcı, kışkırtıcı veya gücendirici sözlerin arkasında.
Apartheid! Kim demiş! Gözlemciler, haklı olarak, Fransa’nın Güney Afrika’yla ve on yıllarca hüküm süren devlet ırkçılığıyla hiç alakası olmadığının altını çiziyor. Bu “Cumhuriyet’e hakaret”e, Halk Hareketi Birliği (UMP) üst düzey temsilcilerinden (Nathalie Kosciusko Morizet ve Bruno Le Maire) derhal kınama geldi.Bununla birlikte UMP Başkanı Nicolas Sarkozy kesip atma yöntemlerini devreye sokarak bu “itham” gibi açıklama karşısında “şaşkınlığını” ifade etmekle yetindi. Bu polemik son derece anlamlı.Başbakan’ın gündeme getirdiği sorun öylesine malum, kanıtlara dayalı ve çözümsüz bırakılmış bir sorun ki… Sanki herkes utancını hatta suçluluk hissini maskelemek için bu sorunu açık açık konuşmaya hatta haykırmaya mecbur hissediyor kendisini.
Otuz yıllık kentsel dönüşüm ve “hassas” yoksul semtlerin desteklenmesine ilişkin politikalar, yine otuz yıl boyunca çok fazla değişmeyen ve zaten pek bir esası olmayan eğitim öncelikleri çerçevesinde okulda pozitif ayrımcılık politikaları. [Sonuç?] “Cumhuriyet’in kayıp bölgeleri” olan düzinelerce mahallede vücut bulan işsizlik, yoksulluk, okulda başarısızlık ve göç olgularının bir karışımı. Ve işte, şu anda daha radikal Müslümanlar için söz konusu olan, başkalarını kendi dinine sokmaya çalışmak üzere misyon bölgeleri.

JEAN-PIERRE CHEVENEMENT’IN İDDİASI

İdarecilerin amneziye yakalanmaları durumunda teşhisin aynı ölçüde amansız olacağını hatırlatalım. Mayıs 1998’de (ardından 1999’da Millet Meclisi’nde) dönemin İçişleri Bakanı Jean Pierre Chevenement şu iddiayı gündeme getirmişti: “Çeyrek yüzyıla kalmadan Fransa çökecek. İşsizlik ve güvencesizlik özellikle son göç dalgasının oluşturduğu zorluk içindeki insanların doluştuğu bazı mahallelerimizi sinsice alttan alta yarı-gettolara dönüştürüyor. Gruplaşmanın [cemaatleşme] tırmanışı mahallelerin gettolaşmasına eşlik ediyor. Bu durum toplumsal “etnikleşme” ve radikal sağın ekmeğine yağ sürüyor. Gözümüzün önünde Cumhuriyetçi değerlere taban tabana zıt, eşitlikten yoksun bir toplum modeli oluşuyor. Cumhuriyet’imizin temeli addedilen yurttaşlık projesinin gitgide içi boşalıyor.” Valls’in “Bu nedenle bölgesel ve sosyal apartheida karşı uzun vadede her türlü önlem alınmalı” tespitine katılabiliriz.

Altı yıl sonra 2004’te başka bir gözlem Jean-Pierre Obin’in koordine ettiği “Eğitim kurumlarında dine mensubiyetin işaret ve kanıtları” konusunda Milli Eğitim Teftiş Raporu’un da yer alıyor. Obin’in tespiti dolambaçsız: “Ülkemizde ilk defa din sorunu, en azından kısmen, sosyal ve ulusal sorunlarla çakışıyor. Ve tek başına patlayıcı bir nitelik arzeden bu karışım artık uluslararası alandaki büyük çatışmalarla rezonans halinde”.
Bu rapor “etrafını çevreleyen topluma karşı güç kazanmakta olan” söz konusu mahallelerin “çoğu zaman güçlü bir biçimde uyumsuz hatta kendilerini kuşatan modern ve demokratik toplumdan kopuş halinde” olduğunu ortaya koyuyor.

Rapor, bu grupların“yaşça daha büyük olanların kimlik kaybından ziyade en başta gençler arasında yaygınlık kazanan bir ikame kimlik” oluşturduklarını ve bu durumun “öfke, içe kapanma ve bazen radikalleşme” biçiminde sonuçlandığını belirtiyordu. Devamında, “Genellikle uluslararası plandaki organizasyonlar bu yapı üzerinde serpilerek söz konusu ‘Müslüman’ kimliğine etkili bir teşvik sağlıyor.” deniliyordu. Raportörler kamu güçlerine “bu harekete karşı” ortak mücadele çağrısında bulunuyordu. Aksi takdirde “laikliğin savunulmasına yönelik ayrımcı ve söz konusu insanların adaletsizlik duygusunu besleyecek önlemlerin, özellikle öğrenciler üzerinden, yeniden gündeme geleceği”nden korkuyorlardı. Paris saldırılarının hemen sonra bu tespit hiç olmadığı kadar keskin bir gerçeklik kazandı.

Üçüncü alarm çığlığı, yerel temsilcilerden geldi. Kasım 2007’de bir taraftan milletvekilleri (Claude DilainStephane Gatigon ve François Puponni), diğer taraftan Clichy-sous-Bois, Sevran ve Sarcelles kenti valileri son derece açık bir uyarıda bulundular. 2005 sonbaharı isyanları sonrasında “Gidişat değişmekle kalmadı aynı zamanda kötüleşti. Bu durum daha fazla devam edemez. Tespit, analiz ve acımanın vakti geçti. Harekete geçmek ve bunu hemen yapmak zorunlu. Bölge vekilleri ve işbirliği içinde oldukları herkesin direnişine rağmen durum kötüleşmeye devam ediyor.”
Üç yıl sonra 2010’da Claude Dilain keskin bir biçimde konuyu yeniden ele aldı: “Ne bekliyoruz? Yeni isyanları mı? Tencerenin patlamasını mı? Aciz Fransız Cumhuriyeti’ni temsil etmekten utanç duyuyorum”.

CESARET OLMADIĞI İÇİN

Nicolas Sarkozy’ye gelince Şubat 2008’de “yoksul mahalleler için yeni politika”sını yeterince güçlü ifadelerle sunmadı. “Yirmi yıllık çaba, araştırma ve harcama” her türlü elverişsiz koşulun ve zorluğun bir araya geldiği mahallelerdeki “toplumsal eşitsizliği önlemeye yetmedi. Dönemin şahin Cumhurbaşkanı Sarkozy tüm kamu güçlerine “getto mantığını yıkmak” ve “nihai olarak Cumhuriyet’in altının oyulmasıyla sonuçlanacak cemaatleşmeler, gruplar ve çetelerin önüne geçmek”için harekete geçmeleri çağrısında bulunmadan önce, “Bu sadece laiklik vizyonumuzla ilgili bir fikir değil aynı zamanda demokrasimizin geleceğini ve Cumhuriyet’i tartışma konusu haline getiren bir fikir. Kaybetme lüksümüz yok” diyerek konuya dikkat çekmişti. Manuel Valls bu tür girişimin sorumluluğu altına girebilir.

Yirmi yıldır, konuya ilişkin farkındalıktan yoksun olunmadığı görülüyor. Fakat sol kadar sağ da dillendirdiğini icraata dökecek, gerekli araçları tahsis ederek konuya ilişkin kararlılığını gösterecek cesaretten yoksun. Bu olmazsa, son derece sağlam tespitler, devlet yetkilileri nezdinde, her zamankinden çok iradesizliklerinin maskesi olarak kullanılmaya devam eder.

Kaynak: Le Monde