Ortaokul ve lise kitaplarında öğrencilere çok çarpık öğretilen bir Osmanlı tarihi ve bu tarihin dönemlemeleri var.

İmparatorluğun ilerleme, duraklama ve gerileme dönemlerini hepimiz okumuşuzdur; bu ayırımlar ve sebeplerinin de pek sağlam olmadığını, iyi padişahlar döneminde işlerin iyi gittiğini, kötü padişahlar döneminde de duraklama ve gerileme yaşandığını, olan bitenin dünyadan adeta bağımsız geliştiğinin öğretildiğini hatırlıyoruz.

Tarihini bu kadar çarpık öğrenen bir milletin yirmi birinci yüzyılı kavraması da doğrusu kolay olmuyor.

Modern zamanların önemli özelliği zamanın çabuk akması.

Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan ilerleme, duraklama dönemleri asırlar almış idi ama aynı süreçler zamanımızda altı-yedi seneye sıkışabiliyor, ya da en azından böyle yorumlanmaya müsait.

Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 iktidarının ilk aylarında anlaşılabilir nedenlerden bir süre bocaladıktan, mesela Denktaş'ın büyük bir tuzağına göz göre göre düştükten sonra, iki buçuk-üç sene diyebileceğimiz çok başarılı bir 'ilerleme dönemi' yaşadı ve yaşattı.

Bu dönemde doğru işler yapıldı diyoruz zira Adalet ve Kalkınma Partisi küresel dengeleri iyi okudu, bu dengelerle iç dinamikleri iyi birleştirdi ve sonuç olarak Türkiye'de demokrasi ve hukuk devleti yolunda çok önemli adımlar atıldı.

Derviş döneminde başlayan bu başarılı, doğru adımların sonucunda da ekonomi 26 çeyrek süren kesintisiz bir büyüme sürecini yakaladı, 22 Temmuz seçimlerinde de yurttaşlar bu başarının arkasında olduklarını gösterdiler.

Ancak, gelinen nokta çok başarılı ama yetersiz idi; bisikletçi örneğinde de, Osmanlı tarihinde olduğu gibi durulduğu zaman düşmek mukadder.

Durmak da, siyasal reformları askıya almak, yapısal dönüşümlere atfedilen önemden vazgeçmek demek.

Üstelik tamamen bizim dışımızda gelişen bir de büyük kriz ortamının içinde iken.

22 Temmuz sonrası hemen gündeme gelen ve toplumun aklı başında kesimlerinin desteğini alan bir anayasa projesi var idi; proje o kadar gündemde idi ki, madde bazında tartışmalar bile başlamış idi.

Sonra ne oldu bilemiyoruz, sanki Türkiye'de ciddi ve kalıcı yapısal siyasi ve ekonomik reformlar mevcut Kenan Evren anayasası ile yapılabilirmiş, sürdürülebilirmiş gibi anayasa tartışmaları bir anda ortadan kalktı.

Aslında anayasa tartışmaları ile beraber ele alınması gereken AB reformları da artık pek konuşulmuyor; zaten 82 Anayasası'nın maddelerini değil ruhunu değiştirmeden AB konusunda da kalıcı ilerleme pek mümkün değil.

Demokratikleşme ve hukuk devleti yolunda sadece AB reformlarıyla da yetinmek hoş değil; AB'nin şimdilik ilişmediği ama demokrasi ve hukuk devleti adına utanç verici maddeler yasalarımızda hala duruyorlar, YÖK yasası hálá yükseköğretimin resmi ideoloji ilkeleri doğrultusunda yapılacağını dikte ediyor ama biz bırakın bu adımları atmayı Ulusal Programı dahi bir takvime bağlayamıyoruz.

Geçen hafta yurtdışında 12 Eylül'le ilgili Ömer Uğur'un 'Eve dönüş' filmini izledim ve hálá bu darbenin anayasasıyla yönetiliyor olmaktan bir kez daha büyük utanç duydum.

Emin olunuz, şayet elimde bu anayasayı değiştirecek yetkim olup da kulanmamış olsa idim utancım kat be kat artardı.

Darısı bu utancın TBMM tarafından da paylaşılıp, gereğinin yapılacağı günlere

 

Kaynak: Star