Türkiye’nin genç nüfusu için tehlike çanları çalıyor. Oysa bu nüfusu Türkiye için potansiyel güç haline getirmek gerekiyor. Bunun çaresi, Anayasa’ya bir madde koymak veya onu oradan çıkarmak mıdır, diye sorulabilir. Elbet değil. Ben, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin, o da iyi verilmesi ve muhtevasının iyi hazırlanması halinde gençliğin korunması noktasında küçük bir filtre görevi ifa edebileceğini düşünüyorum. Onu kaldırmamak gerekiyor. Belki Anayasa’ya olmasa bile, eğitim planlaması içine çok daha net bir gençlik kaygısı yerleştirmek gerekiyor.
Yeni anayasa hazırlıkları sürüyor. Henüz her şey taslak halinde ama “Sivil Anayasa” arayışı genel temayülü de ortaya koyuyor.
Ben bugün burada, uzunca bir süredir alt yapısı oluşturulan bir eğilimi değerlendirmek istiyorum.
Bu, “Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin Anayasa’dan çıkarılması ve “seçmeli” hale getirilmesidir.
Böyle bir operasyon sivil anayasanın olmazsa olmazı gibi sunuluyor ve neredeyse “elde bir” kesinliğine dönüştürülüyor.
Bu yönelişin gerekçeleri arasında önce Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin ‘negatif’leri sayılıyor ve bunlar arasında bu dersin İslam’ın ve onun Sünni - Hanefi yorumunun anlatıldığı bir ders haline geldiği, bunun, laik bir ülke için kabul edilemez olduğu görüşü dillendiriliyor. “Ateistler ne olacak, gayrı müslimler ne olacak, İslam’ın Sünnilik dışındaki yorumlarına bağlananlar ne olacak?” soruları da peşinden geliyor.
Ayrıca uyum sağlamaya çalıştığımız AB ülkelerinde böyle bir zorunlu dersin bulunmadığı da zikredilen gerekçeler içinde yer alıyor.
Bir diğer gerekçe, o yaştaki bir çocuğa o bilgileri, yani “iman” içeren bir muhteva vermek yerine “özgürlükçü” ve “sorgulayıcı” bireyler yetiştirilmesi gerektiği de, bu dersin zeminini yok etmek adına genel bir eğitim perspektifi olarak ortaya konuyor.
Belki “ders karşıtı” söylem içinde bir şeyi daha zikretmek lazım: O da, bu dersin 1982 Anayasası ile, yani “asker formülü” içinde gelmiş olmasıdır. Hatta o yüzden 12 Eylül ihtilal kadrosu “Gerici bir kadro” olarak bile suçlanıyor.
Bu yaklaşımların altında başlı başına ‘din karşıtlığı’ndan, “özgür birey” arayışına kadar genişçe bir salınım var. “İnanç - düşünce özgürlüğü” rezervleri de kayda değer bir madde oluşturuyor.
Ben, burada derslerin muhtevası bir konu, varlığı bir konu olarak ele alınmalı diye düşünüyorum. Ve muhteva üzerinde durulabileceği - değişiklikler yapılabileceği görüşünü kabul ediyorum ama derslerin varlığına karşı gelişen yaklaşımları yanlış buluyorum. Peşinen söyleyeyim: Ak Parti döneminde bu dersin zorunlu olmaktan çıkarılması yanlış ve bu partinin toplumla ilişkisine aykırı olacaktır.
Şunu da belirtmek isterim:
Benim bu derslerle ilgili hassasiyetim, çocuklara İslam’ın öğretilmesi - öğretilmemesi hassasiyeti değildir. Yani doğrudan bir din öğretimi hassasiyetinden söz etmiyorum. Ben, çocukların ‘Manevi boşluk’tan kurtarılması ve bunun onların hakkı olduğu değerlendirmesinden yola çıkıyorum.
İsterseniz önce, “Çocuklara manevi değerler öğretilmediğinde onlar gerçekten özgür olurlar mı?” sorusunun cevabını arayabiliriz. Bugün bir çocuğun dünyasına günde binlerce “ileti” girdiğini kim görmezden gelebilir. İnternette sörf yaptığında öylesine bir “özgürlük!” alanına açılabilmekte ki, anne - babalar “Boğulacaksın evladım, geri dön!” demekten bir hal olmaktadırlar. Bugün mass - media (kitle iletişim araçları) denen hadise öylesine kuşatıcı bir nitelik kazanmıştır ki, evlerde bile özgürlük alanı kalmamıştır. Kitle imha silahlarına karşı küresel bir duyarlılık gelişmişken, kitle iletişim araçlarının çocukların ruhu üzerinde yapacağı tahribat konusundaki hassasiyetler henüz çok sınırlıdır. Devletler, anayasalar, okullar ve aileler bugün çok sınırlı bir alanı kontrol edebilmekte, özellikle iletişim alanındaki savaş, tüm ruhları talan edecek bir yaygınlık kazanmaktadır.
Sorulabilir:
Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi gibi bir ders, yani sonuçta konvansiyonel bir silah, bu iletişim bombardımanı karşısında bir anlam ifade edebilir mi? Bu boşuna bir savunma sayılmaz mı?
Bu sorunun haklı yanları vardır. Ama o savunma aracının bile ortadan kaldırılması ve mass - media bombardımanına karşı hiçbir savunma seddi bulunmayan toplulukların oluşması da sorun olarak görülmemeli mi?
Aslında böyle bir ders zorunluluğu 12 Eylül kadrolarının gündemine bir ‘Gençlik kaybı’nın ardından girmiştir. 12 Eylül öncesi gençler öylesine savrulmuşlar ve bu savrulma düşünce farklılığından dolayı öylesine bir gençlik kıyımına sebep olmuştur ki, herkes, “Bu gençlik neden böyle savruldu?” sorusunu sormuştur. Cevabı “Manevi boşluk” olmuştur. Çare olarak da bu manevi boşluğu gidermek üzere “Din kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin devreye sokulmasıdır.
Bugün 12 Eylül öncesi anlamında yoğun ideolojik çerçevede bir gençlik ve terör olgusu yok.
Ama bir gençlik sorunu var. Üstelik yaş ortalaması her gün biraz daha aşağıya inen bir gençlik bunalımı Türkiye’nin gündeminde...
Aslında önce dünyanın gündeminde... Türkiye’ninki henüz dünyada yaşanana göre belki daha telafi edilebilir seviyede, ama Türkiye açısından da S.O.S. verildiğini bu alanla ilgilenen eğitimciler, pedagoglar, psikologlar, psikiyatrlar ortaya koyuyorlar...
Uyuşturucudan alkole, sigaraya uzanan bağımlılıklar, cinsel savruluşlar ve suçlar, okul hayatında gittikçe artan başarısızlıklar artık gençlik döneminin bilinen gerçeği... Çocuk suçluluğu olgusu günden güne büyüyen bir alan...
“Türkiye nüfusu genç bir ülke” şeklinde kurulan cümleler, artık bir ümidin yanında bir kaygıyı da beraberinde getiriyor.
Hatta bu tedirgin edici vakıa, bir ölçüde devlet adına duyarlılık sergilendiği bir zamanda gerçekleşiyor.
Batı toplumlarında gençlik sorunu çok daha vahim boyutlara ulaşmış durumda. Bazı Avrupa ülkelerinde uyuşturucu kullanımı ve satışı bir ölçüde serbest hale gelmiş bulunuyor. Çünkü tüketim önlenemiyor ve yönetimler, kaçak yollardan temini yerine yasal zemin hazırlamaya yöneliyorlar. Ama tüm dünyanın önünde gençliğin kötü alışkanlıklardan kurtulması gibi bir sorun bulunuyor. Kötü alışkanlıklar dediğiniz hadise ise, sadece kullananı yakmıyor, kısa süre içinde tüm toplumu çürüten bir ur haline geliyor.
“Türkiye’de devlet adına duyarlılık sergilendiği bir zamanda bunlar oluyor...” dedim az önce... Milli Eğitim Temel Kanunu’nda bu duyarlılık sergilenir aslında. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi bu çerçevede bir kaygıyı giderme amaçlıdır. Ama bu dersin sadece “Kültür” ağırlıklı olup, “Eğitim” boyutu bulunmaması, eğitimcileri yeni arayışlara sevk etmiş ve bu iktidar döneminde “Değerler eğitimi” diye belki “laik sistemde ahlaki ilkeleri vermek adına” ayrı bir ders açılmıştır. Sonuçta ihtiyaç bastırıyor. Çocuklarınızın gün gün elinizden çıktığını görüyorsanız, aileler olarak çare arıyorsunuz, devlet olarak çare aramanız gerekiyor.
İslam’da aile bahsi gündeme geldiğinde “Çocukların anne babaları üzerindeki hakları” diye bir başlık açılır. Bu haklar arasında “çocuğa güzel bir isim vermek, yeme - içmesini temin etmek ve Yaratan’la ilişkileri düzgün bir insan halinde yetiştirmek” maddeleri sayılır. İslam ‘iyi insan’ın “Yaratanla ilişkileri düzgün insan” temeline oturacağı görüşündedir. Yunus’ta ifadesini bulan “Yaradılanı sevmek Yaratan’dan ötürü” gibi yaklaşımlar, “Yaratan’ın her an bizimle birlikte olduğu, bize şah damarımızdan yakın olduğu” değerlendirmeleri hep “Yaratan’la ilişkileri düzgün” çerçevesinin içinde neşvünema bulmuştur.
Buradan gelmek istediğim husus şudur:
İnsanoğlu ve biz, bir “iyi insan modeli” gerekli mi sorusuna cevap vermek durumundayız?
İnsanın kötüleşmesi çok kötü bir şey ise, hatta hayvanın kötülemesinden de kötü bir şey ise, ‘iyi insan’a ulaşmak, insani bir hedef olmalıdır.
Türkiye, sistemin çatı unsuru olan laikliği, “dine mesafeli durmak” gibi anlıyor zaman zaman. Laiklikten, “Manevi boşluk” denen hadiseyi kapatacak bir araç da üretemiyor. Bu, gerçekte bütün dünyanın da sorunu... Aydınlanma’dan bu yana, insanoğlunun Yaratıcısı ile sorunu var, Yaratıcı’dan kopuk bir dünya kurmaya çalışıyor ama geldiği nokta da toplu kıyımlar çağı... Albert Camus’nun deyişiyle “Taammüden- tasarlanarak işlenmiş cinayetler yüzyılı...” Bugün de savaş var, savaş yoksa uyuşturucu var, cinsel savruluşlar var, alkol var, şiddet var, ruhsal tükeniş var...
Türkiye’nin genç nüfusu için tehlike çanları çalıyor. Oysa bu nüfusu Türkiye için potansiyel güç haline getirmek gerekiyor.
Bunun çaresi, Anayasaya bir madde koymak veya onu oradan çıkarmak mıdır, diye sorulabilir. Elbet değil.
Ama duyarlılıkların kaybolduğu bir safha, davanın kaybedildiği bir safhaya doğru yola çıkmaktır. “Manevi boşluk” dediğiniz hadiseyi bugünden görmezseniz yarın önünüze çıktığında tedavisi çok geç olabiliyor. Üstelik bunun kitleleşmesi söz konusu ki, Batılı ülkeler bugün bunun tedavisi için büyük kaynaklar ayırıyorlar.
Ben, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin, o da iyi verilmesi ve muhtevasının iyi hazırlanması halinde gençliğin korunması noktasında küçük bir filtre görevi ifa edebileceğini düşünüyorum. Onu kaldırmamak gerekiyor. Belki Anayasaya olmasa bile, eğitim planlaması içine çok daha net bir gençlik kaygısı yerleştirmek gerekiyor.
Ben laik duyarlılıktan yola çıkanların da, özgür düşünce vurgusundan hareket edenlerin de belki kendi çocuklarını koruma hassasiyetiyle “gençliğin moral boşluğu sorunu” üzerinde çalışması gerektiğini düşünüyorum. Kitle iletişim araçlarının abanması ve küresel kapitalizmin kamçıladığı tüketim kültürünün sapmaları karşısında nasıl savunma silahları geliştirdiklerini doğrusu merak ediyorum.
Yazarımızın bu yazısı Aksiyon dergisinden alıntılanmıştır.