Türkiye Cumhuriyeti Anayasacılık tarihinin 6. referandumu ile karşı karşıyayız.
Anayasa değişikliklerinde konuların gruplandırılarak referanduma sunulmamış olması ilke olarak sorunludur. Toplumun demokratik tercihlerini daha özgürce yapabilmesi bakımından değişikliklerin en az iki farklı grup halinde oylamaya sunulması daha iyi olurdu. Nitekim Venedik Komisyonu’nun bu yönde ilke kararları mevcuttur.
Ancak bazı temel noktaları dikkatten kaçırmamak gerekiyor.
1. Venedik komisyonunun bu ilke kararındaki temel amaç, toplumun çoğunluğunun bazı beklentilerle onay vermesi ihtimalinin; hak ve özgürlükleri geriletici veya daraltıcı nitelikte yahut kimi grupların çıkarlarının toplumun ortak yararının aleyhine yasalaştırılmasını sağlayacak şekilde sonuçlar doğurmasını engellemektir. Değişiklik metninde bu tür sonuçlar doğuracak maddeler yoksa ve yalnızca farklı alanlara ilişkin düzenleme olması başlı başına ilke kararına aykırılık oluşturmuyor. Nitekim Venedik Komisyonu’nun ve Avrupa Birliği’nin bu yönde herhangi bir eleştirisi olmadı.
Değişiklik paketinin içeriğine bakıldığında, maddelerin bağlantısız olduğunu ileri sürmek de mümkün gözükmüyor.
Anayasa değişiklik metni altı temel boyuttan oluşuyor. Bunlar bireysel, sosyal ve kolektif haklar boyutu, hak arama güvenceleri boyutu, askeri yargının yeniden düzenlenmesi boyutu, darbecilere yargı boyutu ile yargıda yapısal değişiklikler boyutu biçiminde sıralanabilir.
Mevzuat sorunu değil yapısal sorun
Türkiye’nin insan hakları sorununun bir mevzuat sorunu olmadığı, 50 yıllık deneyimde ortaya çıktı. 1961 Anayasasında yer alan özgürlüklere ilişkin 63 maddenin yargısal uygulama eliyle işlevsizleştirilmesini, 1982 Anayasası’nda yer alan yetersiz düzenlemeleri bir yana bırakalım, bu Anayasanın temel haklar kısmında 30 yılda yapılan birçok değişikliğe ve yasal reforma rağmen, yargısal pratiklerde bir ilerleme kaydedilmemiş olmasının tek bir nedeni var: Demokrasiye geçen tüm Avrupa ülkelerinde 60 yıldır atılmış olan adımların, Türkiye’de bir türlü atılmamış olmasıdır.
Bilanço 63 temel hak maddesinin yaşama geçmemesi ile önümüze seriliyor. Parti kapatma pratiği, siyasal yargılamalardaki sonuçlar, geleneksel ideolojinin temel yaklaşımlarının tartışılamaz ve eleştirilemez hale getirilmiş olması ve demokratik siyasetin bir türlü çözüm mercii olamayışı mevcut yargı sisteminin sonuçlarıdır.
Anayasa değişikliği paketi bu konuda iki temel yenilik içeriyor. Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 15’ten (11 asıl, 4 yedek) 17 asıl üyeye çıkarılıyor. Cumhurbaşkanına verilmiş bulunan üyelerin tamamını seçme yetkisi, Cumhurbaşkanı (14) ve TBMM (3) arasında paylaştırılıyor. TBMM üç kişiyi doğrudan değil, Sayıştay ve Barolar’ın göstereceği 3’er aday arasından seçecek. Cumhurbaşkanı 10 üyeyi çeşitli yüksek yargı organlarıyla (7), YÖK’ün göstereceği (3) adaylar arasından, 4 üyeyi ise doğrudan seçecek.
Değişikliklerle öğretim üyelerinin sayısı 1’den 3’e çıkarılıyor. Yüksek Yargıçların hegemonyası azaltılarak, siyasal bir metin olan Anayasaya uygunluk denetimi yapacak olan Anayasa Mahkemesi’ne farklı perspektiflerin yansıtılması sağlanıyor. Avukat sayısı 2’ye çıkıyor. Böylelikle mahkemedeki geleneksel ideolojik hegemonyanın etkinliğinin sona ereceğini, özellikle siyasi partilerin kapatılması geleneğinin değişeceğini söylemek yanlış olmaz.
Bir ilk yaşanıyor
Türkiye yargı tarihi açısından bir ilk yaşanıyor, Yargıtay ve Danıştay üyesi olmadan, doğrudan doğruya raportörler ve kürsü hâkim ve savcıları arasından üye seçilme yolu açılıyor. Bu Türkiye yargı geleneğinin temel sorunu olan hiyerarşiye ciddi bir darbe vuracaktır.
İkinci yenilik ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkindir. 1981 yılında doğrudan doğruya 12 Eylül darbecileri tarafından yaratılan ve kürsü hâkim ve savcılarının kaderi hakkında karar veren bu kurumda, “hâkim” ve “savcı” temsil edilmiyor. Kurul, Cumhurbaşkanı’nın yine Yüksek Mahkemelerin önerdikleri arasından seçtiği 5 Yüksek Mahkeme üyesi ile Adalet Bakanı ve yine bir hâkim olan müsteşarından oluşuyor. Yargıtay ve Danıştay’ın ideolojik notlandırmaları ekseninde yargıda terfilere ve mesleki kariyere “ideoloji” filtreleri getiren cari sistem açısından şu garantileri sağlanıyor.
a) Yargıtay ve Danıştay’a, ancak HSYK’nın ideolojik filtresinden geçebilenlerin üye olabiliyor. b) Bu şekilde üye olanların ise a- HSYK, b- Anayasa Mahkemesi ve c-Yüksek Seçim Kurulu üyelerini seçmesi sağlanıyor. Bu kurumların siyasi yaşamımızda oynadığı rol ise herkesin bilgisi dâhilindedir.
Kürsü hâkim ve savcıları ise bu mutlak hiyerarşi karşısında, ya sistem tarafından devşirilme veya Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, merkezden uzak bir şekilde mesleki kariyerlerini tamamlama yolunu seçiyorlar. Üçüncü bir “ses”e, yani hiyerarşiye, ideolojiye veya politik yönlendirmelere karşı demokratik bir tutuma ise yer yoktur.
Adalet Bakanlığı bu ideoloji ekseninde yer alan veya çatışmayan bir siyasi partiye aitse, bu sistem sorunsuz işliyor. Nitekim Şemdinli faciasına kadar sorunsuz bir işleyişten söz etmek zorundayız. Bu olaydan sonra ise iki farklı politik tutumun yargıçlar ve savcılar üzerinde belirleyici olmaya başladığı, ancak HSYK’nın kompozisyonu nedeniyle yargı ideolojisinin daha baskın olduğu görülüyor.
İdeolojik filtre ortadan kalkıyor
Yeni değişikler ile Kurulun üye sayısı 7’den 22’ye çıkarılıyor. Yüksek Yargı ve siyasal kanat temsilcileri toplamda yine 7’de kalıyor. 1 üye Adalet Akademisi tarafından, 10 üye kürsü hâkim ve savcıları arasından seçilecek. 4 üye ise hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca seçilecek. Kürsü hâkim ve savcıları yönünden sorun olan teftiş kurulu ise yeni HSYK’ya bağlanıyor. Adalet Bakanı, Genel Kurul’a başkanlık edebilecek ancak daire toplantılarına katılamayacak. Böylelikle siyasi iradenin çalışmayı bloke etme imkânı sonlandırılıyor.
Gerek yüksek yargıçların, gerekse siyasi kanadın etkinliğinin azaltılmasıyla adliyelerde çalışan hâkim ve savcılar üzerindeki yüksek yargı baskısı ve hiyerarşisi ortadan kaldırılıyor. Kürsü hâkim ve savcılarının ideolojik filtrenin ortadan kaldırılması nedeniyle artık Ankara’daki Yüksek Yargı yerine, adalet arayan yurttaşların taleplerini merkeze alarak yargılama yapması mümkün hale geliyor.
Bu durumun temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçmesi, demokratik taleplerin dinlenebilir hale gelmesi ve adalet beklentilerinin kaygısızca karşılanabilmesine imkân sağladığı ortadadır.
Görüldüğü üzere referanduma sunulacak maddeler arasında çok temel bir ilişkinin varlığı inkâr edilemez.
Kaynak: Star