Anayasa Mahkemesi'nin en önemli kararlarından birisinin daha gerekçesi yayınlandı. Mahkeme'nin aktivizmi ve özellikle 2008 yılındaki anayasa değişikliklerinin denetimine ilişkin kararı hatırlandığında, aslında karar çok da sürpriz olmadı.
Kararda, anayasa değişikliği paketinin referanduma sunulmadan geçerli hale gelmediği için denetlenmemesi gerektiği hususuna hiç değinilmedi. Ancak Mahkeme, değişiklikleri esas açısından denetleyebilmek için kendisine dayanak oluşturmuş ve Anayasa'nın açık hükmüne rağmen yeni bir koşul daha üretmiştir. Mahkeme, anayasa değişikliklerinin esas açısından denetimini yapabilme noktasında "maymuncuk anahtar" olarak kullanmak amacıyla, "değiştirilmesi teklif edilemeyecek bir Anayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi de yasama organının yetkisi kapsamında bulunmadığı" biçiminde Anayasa'nın öngörmediği yeni bir koşul üreterek, bunu kararında kullanmayı sürdürmüştür. Anayasa Mahkemesi bunu yaparken verdiği kararların denetlenememesinin rahatlığıyla hareket etmiştir. Oysa tarihsel, sistematik, lafzi ve amaçsal yorum yöntemlerinden hiçbirisi dava konusu anayasa değişikliklerinin esas açısından denetimine imkân vermemektedir.
Dolayısıyla Mahkeme'nin bu kararı da hukukla bağdaştırılması mümkün olmayan bir karar olarak tarihte yerini almak durumundadır. Her ne kadar Mahkeme bu kararında da 2008 tarihli kararıyla kullanmaya başladığı anayasa değişikliklerinin esas açısından denetimi yetkisini kullanmış ise de, Anayasa'nın açık hükümleri karşısında Mahkeme'nin bu denetim yetkisinin hukukla bağdaştırılması mümkün değildir. Buna rağmen Mahkeme, kullanmak istediği yetkinin gerekçelerini sıraladıktan sonra, somut olarak iptali istenen her anayasa değişikliği maddesini esas açısından denetlemiş ve tamamen kendi algılamasına göre hangi düzenlemelerin tali kurucu iktidarın takdir alanı içerisinde olup olmadığını belirlemiştir. Karardaki en sakıncalı nokta da budur. Neyse ki Mahkeme, gerçekleştirdiği denetimde paketin özü ile ilgili konularda çok fazla iptal kararı vermemiştir. Buna rağmen, Anayasa Mahkemesi'nin tali kurucu iktidarın gerçekleştirdiği anayasa değişikliklerini kısmen iptal eden bu kararı, aslında gerçekleştirilmeye çalışılan anayasa değişikliğinin Türkiye'de gerçek anlamıyla demokratik hukuk devletinin tesisi açısından ne derece önemli ve gerekli olduğunu göstermektedir.
Anayasa değişikliği paketindeki kimi maddelerin kısmen iptal edildiği bu karardaki yetkin hukuki değerlendirmelerin, mahkeme kararında değil; değişikliklerin esas açısından denetiminin mümkün olamayacağı görüşünü savunan üyeler tarafından karşı oy gerekçelerinde yapıldığını özellikle belirtmek gerekir. Karar öncesinde konunun hukuk ve siyaset camiasında tartışılmasının da etkisiyle yeni kararda bunları da cevaplayan, demokratik manifesto niteliğinde oldukça cesaretli yazılmış mükemmel gerekçeler yer almaktadır. Her bir üyenin bu konuda ayrı ayrı yazdığı karşı oy gerekçelerinin Anayasa Mahkemesi'nin geleceği açısından umut verici olduğunu özellikle belirtmek gerekir.
"yetki gaspı" herşeyi ifade ediyor!
Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerinin esas açısından denetiminin dayanağı noktasında ortaya koyduğu gerekçe gücünü yetkin olmasından değil; sadece verilen kararın hukuken bağlayıcı olmasından almaktadır ve hukuki açıdan asıl sorun da bu noktada kendisini göstermektedir. Fakat, anayasa değişikliğinin esas açısından denetiminin mümkün olamayacağını gerekçelendiren karşı oy yazıları ise yetkin hukuki argümantasyonu ile göze çarpmaktadır. Bir yargı kurumu olarak Anayasa Mahkemesi'ni gerçek işlevine uygun konuma yükseltecek olan da karar gerekçelerinin hukuki açıdan tutarlı, kamu hukuku teorisi ile desteklenmiş, doyurucu nitelik taşımasıdır.
Bu noktada karşı oy gerekçelerindeki çarpıcı kimi tespitlere yer vermek, Mahkeme kararındaki eksikliklerin daha açık biçimde görülmesine de katkı sağlayacaktır. Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç'ın, kurulu bir organ olarak yasama organında olduğu gibi, yine "kurulu" bir iktidar olan Anayasa Mahkemesi için de "sistem dışı" yetki kullanımının hukuksal açıdan geçerli olmayacağının kabulü gerektiğini belirtmesi fevkalade önemlidir. Burada aslında "yetki gasbı" olarak da nitelendirilebilecek olan anayasa değişikliklerinin esas açısından denetimi yetkisini Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın en hafif tabiriyle "sistem dışı" bir yetki olarak nitelendirmek durumunda kalması, Mahkeme'nin bu kararının vahametini de gözler önüne sermektedir. Yine Haşim Kılıç'ın, Anayasa Mahkemesi'nin bu kararıyla birlikte artık anayasa değişikliğinin iptal edilmesinin olağan bir yasanın iptalinden hiçbir farkı kalmamış olmasına dikkatleri çekmesi de gelinen noktada ne derece Anayasa'nın öngördüğü temel prensipten uzaklaşıldığını göstermektedir. Haşim Kılıç'a göre halkın oyuna sunulan bir anayasa değişikliğinin esas denetimini ancak millet yapar.
Diğer karşı oy yazılarında, üyeler Engin Yıldırım ile Nuri Necipoğlu'nun Mahkeme'nin henüz referandumla kabul edilmemiş bir anayasa değişikliği girişiminin hukuken geçerli hale gelmediği gerekçesiyle denetlenemeyeceğine ilişkin görüşleri ve Mahkeme'nin anayasa değişikliklerini esas açısından denetim yetkisinin hiçbir şekilde olamayacağına ilişkin gerekçeleri de kamu hukuku teorisi açısından oldukça tutarlı biçimde ifade edilmişlerdir. Demokratik bir hukuk devletinde kurucu iktidar ile kurulu iktidarın farkını ortaya koyan bu gerekçelerde, Türk demokrasisinin yerleşip kökleşmesi sürecinde Anayasa Mahkemesi'nin denetim yetkisi ve sınırına ilişkin açık değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu bağlamda Engin Yıldırım'ın "Demokratik usullere uyularak Meclis tarafından kabul edilen anayasa değişikliği tekliflerini, her defasında, değiştirilemez hükümleri Demokles'in kılıcı gibi kullanarak esastan incelemek, demokrasinin işlerliğine telafisi güç zararlar verecektir." uyarısına katılmamak mümkün değildir. Nuri Necipoğlu'nun, Mahkeme'nin kabul ettiği biçimde esas denetimi yapılarak anayasa değişikliklerinin akıbeti hakkında karar verilmesi durumunda, nihai olarak kurucu iktidar yetkisinin fiilen Anayasa Mahkemesi'ne geçmekte olduğuna ilişkin tespiti de Anayasa Mahkemesi'nin yaklaşımının ne derece sakıncalı sonuçlar doğurmakta olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu davaya ilişkin karşı oy gerekçeleri okunduğunda akla ABD Federal Yüksek Mahkemesi'nin 20. yüzyıl boyunca düşünce özgürlüğü konusundaki tutumu gelmektedir. Yüzyılın başlarından itibaren Federal Yüksek Mahkeme, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan kanunların Anayasa'ya uygun olduğuna karar verirken, karşı oy yazılarında Mahkeme kararları özgürlükçü yaklaşımlarla eleştirilmekteydi. Karşı oyda yer alan görüş ve değerlendirmeler zamanla Mahkeme'nin temel görüşü haline gelince, artık ABD'de McCarthy Dönemi olarak adlandırılan dönem Mahkeme'nin liberalleşen tutumuyla aşılabilmiş ve özgürlükçü topluma ulaşılmasına Mahkeme önderlik etmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin son kararı Türkiye'de yargı reformu bağlamında referanduma sunulan paketin önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Pakette yer aldığı biçimde Anayasa Mahkemesi üye sayısının artması ve yargı bürokrasisi dışından gelen üyelere daha fazla yer verilmesi sayesinde artık Mahkeme'de farklı eğilimlerin temsili daha iyi sağlanacaktır. Anayasa Mahkemesi, özellikle anayasa şikâyeti yolunun da benimsenmesi ile özgürlüklerin gerçek güvencesi konumuna gelebilecek ve böylece bürokratik vesayetçi anlayışın kurumu eleştirilerinden sıyrılıp hukuk devletindeki saygın konumuna yükselebilecektir. Gerçekleştirilecek tüm çalışmaların nihai amacı bu olmalıdır.
Kaynak: Zaman