Anayasa tartışmaları o kadar sert bir zeminde cereyan ediyor ki, bu konuya ilişkin ve ilk bakışta detay gibi duran; ama belki de çok önemli başka anayasal konu ve maddeler hiç tartışmaya açılamıyor.
Yeni yapılmakta olan sivil anayasanın temel hak ve özgürlükler konusuna ilişkin önümüzdeki dönem çok tartışmalar yaşanacak, bu konular bu yazının içeriğine doğrudan girmiyor; ama birazdan açmaya çalışacağım gibi anayasanın iktisada yönelik kimi düzenlemeleri de temel hak ve özgürlüklerle çok ilişkili. Mevcut Anayasa'mızın 73. maddesi "Vergi Ödevi" üst başlığı ile vergileme ilkelerini (Özbudun et al., m. 41), 161-173 arası maddeler de mali ve ekonomik hükümleri düzenliyorlar. (Özbudun et al., mm 125-133)
Ben, bu kısa yazıda söz konusu bölüme ilişkin üç somut öneri ortaya koymak istiyorum. Birinci öneri, yeni anayasada bütçe açıklarının öngörülen milli gelir büyüklüğünün bir oranını aşmasını anayasal olarak engelleyecek bir madde konulması doğrultusunda. Bütçe bir kanun ve bu kanunun üçüncü maddesi her sene başında o seneye ilişkin bütçe açığını belirler ve Hazine'ye de bu açığın bir fonksiyonu olarak borçlanma yetkisi verir Şayet yeni anayasada açık bir hüküm olursa, Bütçe Kanunu üçüncü maddede belirtilen açık öngörüsü yine o seneye ilişkin milli gelir tahmininin bir oranını, mesela yüzde üçünü aşarsa, Anayasa Mahkemesi Bütçe Kanunu'nu Anayasa'ya aykırılıktan iptal eder.
Anayasa ve çözüm bekleyen sorunlar
Çok genel hatları ile ve detaylara asla inmeden yaptığım bu önerinin pratikte sorunlar taşıyabileceğini biliyoruz; ama önemli olan anayasa koyucunun söz konusu yönde bir irade göstermesidir, pratik sorunlar aşılır. Meseleleri çok net koymak ve yakın geçmişimizi zihnimizden çıkarmamamız gerekmektedir; bütçe açığı yani mali disiplinsizlik demek enflasyon demektir, enflasyon ise tüm ekonomik ve sosyal dengelerin altüst olması anlamına gelir. Türkiye'nin 1970 sonrası gösterdiği çok kötü ekonomik performansın yani Yunanistan, İspanya, İtalya gibi ülkelere oranla çok daha düşük büyümesinin temel nedeni bütçe açıklarına, yani mali disiplinsizliğe bağlı yüksek enflasyondur. Sorun bugün için çözülmüş gibi durmaktadır; ama toplumun enflasyon hafızası çok tazedir ve her siyasi iktidar, belirli koşullar bir araya gelirse, mali disiplinsizliğe kayma, yani sahte kaynak yaratma potansiyelini içinde taşır; bu eğilimin orta ve uzun vade sonuçları çok yıkıcı olmaktadır, bunu en iyi biz biliyoruz; ama siyasi iktidarın kısa vadede bu tür bir eğilime girmesi dünyanın her yerinde ihtimal dışı değildir.
Meselenin temel hak ve özgürlüklerle de kanımca çok sıkı ilişkisi vardır; zira bütçe açığı yani enflasyon, bu karmaşık olgu karşısında gerekli önlemleri alamayabilecek yurttaşların, bu ölçüde finans ve ekonomi bilgi ve esnekliği gösteremeyeceklerin tasarruflarını yani mülkiyetlerini kısmen de olsa ellerinden alan bir süreçtir ve artık mülkiyet hakkı temel hak ve özgürlüklerin ayrılamaz bir parçası olarak telakki edilmektedir. Bütçe açığı vermek, yani enflasyon yaratmak, siyasal iktidarların iktisat politikası tercihi olarak algılanmamalıdır. Konu yani bütçe açıklarının milli gelire oranının anayasal ya da daha genel olarak hukuksal bir metinle sınırlanması tartışmaları Batı toplumlarında çok yaygındır ve bu doğrultuda yapılan akademik çalışmalar İktisat Nobeli almıştır. (James Buchanan, 1986)
Konu aslında bize sandığımızdan da yakındır; zira AB üyesi ülkeler meseleyi anayasal bir düzenlemeyle değil de bağlayıcı bir uluslararası antlaşma olan Maastricht ile çözmüşler ve bu metnin öngördüğü yüzde üçlük bütçe açığı tavanını ihlal eden ülkelere yaptırım uygulanabilmektedir; Türkiye de AB üyesi olduğu günden itibaren bu antlaşmanın bağlayıcılığı kapsamına zaten girecektir; ama bu arada bu konuyu anayasal bir düzenleme ile çözmek önümüzdeki döneme ilişkin çok önemli bir istikrar beklentisini hem iç hem de dış piyasalara sinyal olarak gönderecektir ve bu sinyale de daha hızlı büyümek için dış kaynak ve yatırım çekmek isteyen Türkiye ekonomisinin ihtiyacı büyüktür. İkinci somut önerim, söz konusu birinci önerinin de bir uzantısı olarak, yeni anayasada "Kesin Hesap Kanunu" kavramının daha da belirleyici olmasını sağlamaktır; bu kanunun Meclis önüne getirilişinin ve Kesin Hesap Kanunu'nun Bütçe Kanunu'ndan sapmalarının yeni düzenlemelere ihtiyacı büyüktür. Her iki önerinin de esası bütçe disiplininin, yani mali disiplinin ve buna bağlı olarak da istikrar içinde daha hızlı büyümenin desteklenmesidir; anayasa koyucunun bilinç altına egemen olduğunu düşündüğüm Keynesçi mantığın yeni anayasadan mutlaka temizlenmesi gerekmektedir.
Yeni anayasa için öneriler
Üçüncü somut önerim ise mevcut 73. maddeye (Özbudun et al. taslak, m. 41) ilişkin bir öneridir. Vergi Ödevi üst başlıklı bu maddeden her şeyden önce bu sevimsiz "ödev" kavramını çıkarmak lazım. Anlaşılan bizim vatandaşlar ödev kavramını pek sevmediğinden dolaysız vergi de pek ödemiyorlar. Söz konusu madde, verginin yasallığı ilkesini ve verginin mali güce göre salınacağını ifade ediyor (başka konular da var); verginin yasallığı ilkesi, yani parlamentolarca vergi kanunlarının çıkarılacağı çok eski ve temel bir ilke, yeni anayasada da mutlaka böyle düzenlenmeli; ama mali güç ilkesinin yani Gelir Vergisi'nin artan oranlı (müterakki) oran yapısının bir anayasal düzenleme olmasını anlamak çok zor. Burada amacım Gelir Vergisi'nin artan oranlılığına itiraz değil, bu maliye politikası tercihinin anayasal bir düzenleme olarak yapılması.
Gelir Vergisi tek oranlı (flat rate tax) ya da artan oranlı olarak düzenlenebilir, maliye politikası yapıcısının tercihidir, bu konunun anayasal bir konu olmaması gerek; artan oranlı vergilemenin yani mali güç ilkesinin anayasanın temel ilkelerinden biri olan sosyal devlet ilkesi ile de ilişkisi sanıldığı kadar güçlü değildir; zira kamu maliyesinin sosyal devlet amacına hizmeti çok ağırlıklı olarak harcamalarla gerçekleşir, vergilemenin çok karmaşık bir yansıma mekanizması vardır ve artan oranlı bir verginin gerçek yükünü kimin çektiğini bilmek zordur, oysa harcamanın kime gittiği daha belirgindir. Sonuç; Türkiye yeni anayasasını yaparken hem temel hak ve özgürlükler alanında hem de diğer konularda, mesela mali hükümlerde ve vergi ödevinde gözlerini biraz daha uluslararası uygulamalara çevirmek zorunda.
Kaynak: Zaman