Akdeniz?den Hint Okyanusu?na: Amerikan Strateji Felaketinin İçeriği Irak?a yaptığı askeri müdahaleyle gücünü pekiştiren George W. Bush, şimdi de gözünü İran?a dikiyor. Ne ordusunun karşılaştığı direniş, ne Amerikan seçmeninin desteğini alamaması, ne de yabancı sermayenin büyük bir kısmının muhalefeti? Hiçbir şey hedefi değiştiremedi. Beyaz Saray, Şii tehdidine karşı Arap yöneticilerle aynı safta buluşuyor, ancak bu yöneticilerin güvenilirlikleri konusunda kaygılılar. 1979?daki İran devriminden sonra, birçok Amerikalı siyasi sorumlu, İslamcı güçlerin Sovyetler birliği?ne karşı kulanılabileceğini savundu. M. Zbigniew Brzezinski?nin ortaya attığı ve James Carter?ın ulusal güvenlik stratejisi için tavsiye edilen bu teoriye göre; ortada Fas?tan Pakistan?a kadar bir ?kriz çemberi? vardı ve bu bölgede ancak İslam çemberi harekete geçirilerek Sovyetler?in etkisinden kurtulunabilirdi.(1) Öyle ya, bu İslami-muhafazakâr güçler, 1960 ve 1970?li yıllarda, bölgenin marjinalleştirilmesine yardım etmemiş, sol partiler ile milliyetçi laik partilerin başarısızlığına sebep olmamışlar mıydı ya da en başında, 1953 İran?ında? İran fundemantalizmi, Sovyetler Birliği?nin ?yumuşak karnı?nda Müslüman bir isyanın katalizörü olamaz mıydı? Daha sonra, ABD, Yakın-Doğu?dan Orta Asya?ya kadar birçok politikada tereddüt etti. Vazgeçemediği iki hedefi hariç: Soğuk Savaş?tan elde edilecek zafer ve İsrail?e destek; fakat kullanılan vasıtalar ve işbirliği yapılan ülkeler değişebiliyordu, bazen de çelişik davranılıyordu. ABD, İran?a karşı savaşırken Irak?a resmen destek verdi (1980-1988), ki zaten aynı dönemde İsrail ordusunun İran?a geçişine de göz yumuyordu. Bu uygulamanın İran lehine değişmesini isteyenlerse Tel-Aviv?e yakınlığıyla bilinen muhafazakârlardı, çünkü İsrail hâlâ laik Arap milliyetçiliğini en büyük düşmanı sayıyor, işgal edilmiş olan Filistin topraklarında Filistin?e Özgürlük Organizasyonu?na karşı bir atak olarak İhvan-ı Müslimin?i destekliyordu. Bu stratejinin doruk noktası, 1980?li yıllarda Afganistan?da Sovyetler Birliği ile savaşmak üzere bir uluslar arası cihad ordusunun yaratılmasına izin veren, Washington-Suudi Arabistan-Pakistan ittifakı oldu(2). Sovyetler Birliği?nin silinmeye başladığı 1990 yılında, ABD, Kuveyt?teki Irak ordusunun ayağını kaydırmak için uluslar arası bir koalisyon meydana getirdi. Suriye?den Fas?a kadar, Arap ülkeleri BM organizasyonunun sunduğu çözümler ve uluslar arası hukuka dayandırılmış bu çağrıya olumlu yanıt verdiler. Yalnızca dost görünen bir petrol krallığını kurtarmanın söz konusu olmadığını dile getirerek, uluslar arası adalete dayanan bir düzenin tesis edilmesi için teminat aldılar. Ancak, Kuveyt?in egemenliği sağlandığında, BM?nin sunduğu tüm çözümlerin uygulanması, bölgenin ciddi bir sorunu olan, İsrail?in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesini gerektiriyordu. Washington?ın Arap piyonları Baskılara rağmen, ABD yönetimi, Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin?in rejimini yıkmama kararı aldı. ?Saddam?ı devirmek için, askeri gücünü oraya yığmamız gerekiyordu. Bir kere Saddam Hüseyin ve hükümetinden kurtulanlar için, yeni bir hükümet kurmamız gerekiyordu. Ama nasıl bir hükümet olmalıydı bu? Bir Sünni ya da Şii hükümeti mi, yoksa bir Kürt hükümeti ya da Baas rejimi hükümeti mi kurulmalıydı? Ya da belki de fundemantalist İslamcıları işin içine sokmalı mıydık? Bu hükümetin Irak?ta idareyi ele alması için Bağdat?ta ne kadar kalmalıydık? Amerikan askeri gücü bölgeden ayrıldığında ne olurdu? ABD, istikrarın sağlanmasına kalkışmak için ne kadar bir kaybı göze almalıydı? Bana kalırsa, Irak bataklığına girerek hata yapmıştık. Ve benim aklıma gelen soru şu: bir Saddam kaç tane askerimiz eder ki? Çok az.?(3) Bu düşünceler dönemin savunma sekreteri M. Richard Cheney?e ait. Yani şimdiki ABD başkan yardımcısına? O dönemde, Bağdat?ta, ?bir rejim değişikliği? talep edenler, Irak?ta on yıldan fazla ceza alıp hapishanelerde yatmış kişilerdi. Örgütlenerek baskı grubu oluşturdular,-ki Project for the New American Century/ Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi onlardan biridir-, ve metodik olarak, Irak?a gelecekte düzenlenecek olan saldırıya politik bir dayanak oluşturdular, ta ki şartlar buna elverene kadar. İsrailliler, James Baker?ın resmi Filistin politikasını uygulama teşebbüsünün, özellikle, 1991 Ekim?inde Madrid?te düzenlenen İsrail-Arap konferansından sonra, zaman içinde uygulanmasından vazgeçilmesi üzerine cesaret aldı. ?Barış süreci? artık yoktu, 1996?dan itibaren, iki yönden kuşatılmış bölgeye sadece bir kılıf vazifesi gördü. Kriz yayının daha da doğusunda, Afganistan?daki savaş da Taliban ve Kuzey İttifakı arasında oynanıyordu. Soğuk Savaş?ın da sona ermesiyle, ABD, Hindistan?a karşı stratejik bir derinlik sunan, İslamcı Afganistan?ı da destekleyerek kendisi de İslami ve askeri bir rejime doğru koşan Pakistan?da resmen kamp kurdu. Pakistan ordusuna ait istihbarat servisinin büyük ölçüde desteklenmesi sonucu Taliban?ın zafer elde etmesi, İslamabad?a yeni rejimle yakınlaşma fırsatı vermişti. On yıllar boyunca ABD, Arap ve Müslüman halkların özlemlerinden hiç medet ummadı. Politik oyunlar, hareketlenen ordular, kurulan ve bozulan ittifaklar, cepheden cepheye taşınan savaşlar, Müslüman ve Arap cesetleri? Tüm bunlar başka amaçlara bağlı olarak karşımızdaydı. Irak, İran, Sünni ve Şii fundemantalizmleri, cihad ideolojisi, diktatörlük, demokrasi, mutlak monarşi, Yaser Arafat ve Filistin?e Özgürlük Organizasyonu, İsrail kolonileri ve ?barış süreci? tek tek titizlikle gündeme getirildi. ABD ise bunların ardında, elde ettiği petrolü sağlama almak, soğuk savaşı kazanmak, İsrail?e destek olmak ya da hegemonyasını perçinlemek için, asıl hedefleri için harekete geçti, o hedeflerden birine dokunulduğu anda da, desteklerini istedikleri, Müslümanların bütün hassasiyetlerini ?unutuyorlardı?. Arap ve Müslüman dünyası için artık hiçbir şey, Brzezinski?nin 11 Eylül 2001?den üç yıl önce verdiği şu cevaptan daha onur kırıcı değil. Afganistan?daki Sovyet istilasını geri püskürtmek amacıyla ABD sayesinde ortaya çıkan mücahid akıma destek vermiş olmaktan pişmanlık duyup duymadığının sorulması üzerine şöyle cevap veriyor: ?neye üzülmeli? (?) Dünya tarihinde en önemli kim? Taliban mı ya da Sovyetler Birliği?nin çöküşü mü? Birkaç öfkeli İslamcı mı yoksa Orta Avrupa?nın özgürlüğü ile Soğu Savaş?ın bitişi mi?(4) Son beş senede, 11 Eylül saldırılarından, Irak?ın işgal ve istila edilmesine kadar, dünyanın seyrini değiştiren bir çok olay meydana geldi, bu topraklar üzerinde, 2003 yılında ABD?nin tek zaferi istikrarlı, bütünlüğü sağlanmış, demokratik, teokratik olmayan, özellikle de, işgal edilmemiş bir devlet haline gelmesi oldu. Bu çok riskli ve kaybedilmiş bir bahisti. Emekliliğe ayrılmış Amerikalı bir generale göre bu, ABD tarihinin en büyük stratejik felaketidir hatta(5). Bu bozgunun geri dönüşü yok. Şüphesiz kazanan İran?dır. ABD?nin, orduyu ve Irak devletinin Baascı kuruluşlarını parçalama stratejisi, Tahran?ın ezeli düşmanının ortadan kalkmasına izin verdi. Şii din adamları içerisindeki ABD desteği, Irak dâhilindeki İran müttefiklerine yardım etti. Böylece Washington, ülke halkını böyle bir hakları olduğuna inandırarak devlete karşı savaşmak için kışkırttı. Bu olay, ABD ve tüm Müslüman-Arap dünyası içerisinde büyük yankı buldu. Batı hegemonyasına karşı direnişin ideolojik kadrosu olan laik ve solcu Arap milliyetçiliği, aşırı muhafazakâr ideolojilerinde bu direnişi barındıran İslamcı akımlar karşısında boyun eğdi. Ulusal bağımsızlık ve gelişme düşünceleri etrafındaki siyasi çatışmalara toplumsal, kültürel ve dini anlaşmazlıklar da eklendi. Bu paradigma değişimi, geçmişte batı tarafından zaman zaman cesaretlendirildi. Bugün, Irak?ta ABD?nin bozguna uğraması, İslam sancağı altında Arap milliyetçiliği meşalesini yeniden ele geçirmek için, Tahran?a yeni fırsatlar veriyor. İslam cumhuriyeti, İslam direnişinin yükselen dalgası ile Arap milliyetçiliğine sahne olan yeni savaş cephesinin galibi olarak beliriyor. Bunun için elindeki önemli kozları iyi kullanıyor: ABD ordularının konumunu zorlaştırıyor ya da kolaylaştırıyor, Hizbullah?la işbirliği yaparak, İsrail?in Lübnan?da bozguna uğramasına yardım edebiliyor, hatta yardımsever elini Filistinlilere uzatarak HAMAS?a destek verebiliyor. Etkisi, Körfez?in petrol bölgeleri ve Suudi Arabistan?dan Şii çoğunluğa kadar her yere yayılıyor. Dahası, Irak devletinin yıkılması ile yaratılan bölgesel güç, İsrail-Filistin çatışmasındaki dengeler ve çok eskilere dayanan Sünni-Şii ilişkilerinin değişimi gibi konularda da önemli bir konuma sahip. İsrail ve ABD?nin, bilhassa askeri alandaki tehditleri, İran?ın stratejik ehemmiyetini artırmaktan ve onu Müslüman-Arap dünyasının direnişinin lideri haline getirmekten başka bir işe yaramıyor. Washington ve Tel-Aviv bir sorunun içinde çırpınıyorlar: askeri bir müdahalenin gerekliliği konusunda ikna olmuşlar ancak biliyorlar ki, bu sadece hava saldırıları ve özel güçlerin operasyonlarıyla sınırlı kalır. Dolayısıyla böyle bir saldırı rejimi ortadan kaldıramaz, yıkamaz. O halde ABD başkanı ve yardımcısı nükleer silah kullanmayı bu yüzden mi tasarlamaktadır?(6) Şüphesiz, böyle bir maceranın sonuçları, bölgesel ve uluslar arası düzlemde, hesap edilemez boyutlarda olacaktır. ABD?nin inandırıcılığını yeniden kazanması ve imparatorluğu kuran korkuyu yeniden ortaya çıkarması gerekiyor. Washington?da tartışılan bir başka strateji ise; inanç ayrılıklarının, Suudi Arabistan yardımıyla, kullanılmasından ibaret. Yani, iki uzlaşmaz tavır var ortada. İlki, Hizbullah-Tahran dayanışmasıyla 2006 yazında gerçekleşen, Şeyh Hasan Nasrallah ve biraz da Hamas?ı Arap dünyasında kahraman ilan ettiren Lübnan Savaşı ve sonrasında gözlemlediğimiz Sünni-Şii yakınlaşmasıdır. Sünni dindarların ileri gelenlerinin Şiiler ile aralarındaki farkın sadece görünüşte ufak tefek farklılıklar olduğunu söylemeleri görülmüş şey değildir(7). Düşmanımın düşmanı dostumdur misali-. İkincisi, işgalin ?özellikle Irak?ta- İslam?ın iki ailesi arasında meydana gelen gerilimlerdir. Asırlardır, stratejik bölgelerde toplanmış bulunan Şii nüfuslarının, Sünni iktidarlar tarafından sürekli hor görülmesi öfkelerinin ve kinlerinin verimli toprağı oldu. Buna karşılık, Şii milislerin görevi kötüye kullanması ve Saddam Hüseyin?in utanç verici idamı Sünnileri nefrete sevk etti. Bazı ABD?li idareciler, Riyad?ın sapkın Şiilere karşı Sünni direniş akımını finanse edebileceğini düşünüyorlar. Suudi rejimi gerçekten de, bölgede gelişmekte olan Şii teolojisi ve İslam Cumhuriyeti?ne karşı düşmanlık besliyor. Ve gerekli gördüğünden Irak Sünnilerini korumayı vaad etti. Suudi Arabistan ve Körfez krallıkları, Mısır, Ürdün, Kürtler, Iraklı ve Lübnanlı Sünniler ile El-Fetih acaba, Şii İran?ın ve müttefiklerinin, Lübnan Hizbullah?ı ve Filistin?deki Hamas?ın etkisine karşı durabilirler miydi? İnandırıcı olmaları için, ılımlı Arapların, Filistin sorununa hızlı ve adil bir çözüm sunmaları gerekebilir. Ancak ABD ve İsrail?in bu maceraya dalışı, ciddi bir uzlaşmadan kaçmaktan ibaret kalıyor. Riski İki Katına Çıkarmak Dini gerilimlere dayalı böyle bir strateji, Müslümanlar arasında bir sivil savaşa doğru götürüyor. Kim bu savaşta yer alırsa, ABD ve İsrail hesabına çalışan memurlar gibi olacaktır. Şimdi anti-Şii ve Sünni olan bu Müslümanlar güçlerden hangisine yardım edilir? Batılı ve hatta ABD?li düşünürler, hükümetlerinin ?selefilerin cihad orduları? adıyla yeni bir düşman meydana getirmek üzere olduğunun ortaya çıkmasından endişe ediyorlar. El-Kaide başka bir isim altında karşımızda. Böyle bir senaryo zafere değil yeni bir krizler serisine götürebilir ancak. Neo-con?ların, ?yapıcı istikrarsızlık? (ya da yaratıcı yıkım) diye tanımladığı bu strateji, aklıselim bir gözlemciye göre; ?ülkelerin yıkımı?ndan başka bir şey değil(8). ABD, Filistin ve Lübnan?da bu eğilimi benimseyerek kendi sonuna ulaştı. Eğer, amaçlara bakmasızın, sadece sonuçları incelersek Arapların ve Müslümanların neden Washington?un Ortadoğu politikasının iflas etmiş ülkeleri kurtardığını, hatta bu ülkeleri kendilerinin iflas ettirdikleri yargısına verdiklerini anlayabiliriz. Birçok yıkama neden olan Lübnan saldırısı, gerçek bir bozgunu ortaya çıkardı: İsrail bölgede ve dünyada yalnız kaldı; askeri alanda, Hizbullah savaşçılarıyla iletişim kurma kapasitesini kaybetmedi, mesajlarını televizyon ve radyo üzerinden halka ulaştırıyor, bununla birlikte istilacıların neden oldukları zararların cezasını vermeye ve İsrail roketlerini göndermeye devam ediyor(9). İsrailliler ise beyan ettikleri hedeflere hiç el sürmediler bile, ne rehin alınan askerler döndü ne de Hizbullah silahsızlandırıldı. Lübnan?a girmiş olan İsrail için sorulan soru, ki aynı soru Irak?taki ABD için de geçerli, bu yenilgileri kabul edip edemedikleri ve savaş için feda ettiklerini, yani risklerini iki katına çıkarmaya kalkışıp kalkışmayacakları sorusudur. Bu bozgunlar, yeni nesil savaşların habercileri midir? Yoksa bunlar sadece geçici midir? Kesin olan bir şey var: Balkanlarda ya da Körfez Savaşı esnasında propagandası yapılan ?sıfır kayıp?la zafer modeli, kitlesel bombardımanlar ve ağır silahların kullanımıyla tarihe karışmış oldu. Bundan böyle, ortaya konacak olan, her şey bölgenin uzun vadeli kontrolü ve hava kuvvetlerinin garanti edemediği, ayrıca ciddi bir siyasi-beşeri bedel isteyen halkların güvenliği için olacaktır. Washington, bu küçük savaştaki rolüne karşılık oldukça ağır bir bedel ödedi. Ülkesinin yıkımının durdurulması için, gözü yaşlı, ABD?ye yalvaran, Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora?nın bu imajı bir dönüm noktası sayılabilir. George W. Bush?un Arap dünyasını teşvik ettiği, görmeyi istediği tipte bir demokratik reform olan, bu suretle Beyaz Saray tarafından desteklenen ?sedir devrimi? sayesinde 14 Mart akımı, iktidarı ele geçirmişti. Ancak, Lübnan?ı cezalandırarak dersini vermeyi planlayan İsrail karşısında Sinyora tamamen yalnızdı. Washington bir ay boyunca, ateşkesi engellemekle kalmadı, İsrail?in yıkıcı silahlarına da cephane de sağladı. Sinyora?nın, Lübnan?ın sivil altyapısının hayal edilemez bir yıkıma uğradığını ve kendi hükümetinin zayıflatılamaya çalışıldığını beyan etmesi bundan kaynaklanır(10). Hizbullah, bugün ters tepmiş bir ?sedir devrimi? içerisinde daha etkin bir rol oynamayı istemektedir. ABD ve Batı?nın teşvik ettiği taktikleri taklit ederek disiplinize edilmiş, pasifik ve kitlesel özelliklere sahip, kendi sokak manifestolarını organize ediyorlar. Bu iç çatışma içinde, payını almaktan çekinmeyen ABD, Lübnan ordusuna ve Sünniler ile Dürziler arasında git gide taraftarlarını artıran dâhili güvenlik güçlerine yardımını iki katına çıkarıyor(11). ABD tarafından fazla vurgulanmamış bu politikalar Arap, İsrail ve dünya basınında ifşa edildiler. Bu savaştan sonra, İsrail?e destek olmak gibi yegâne bir amaca sahip olan ABD?nin bu hedeften sapabileceği ve bu kutsal ittifaka ihanet edebileceği konusunda Arap-Müslüman dünyasını ikna etmek oldukça zor olacaktır. Sivil altyapının yıkılması, sosyal ve politik tutarlılığın zayıflatılması, dine dayalı bir çatışmaya sürükleyen bir mantığın yaratılması ve bir sivil savaş: Irak?ta hızla bunlar yaşanırken, Washington böylesine korkunç bir sonucu hesap edememiş görünüyordu. Aynı şartlar Lübnan?da bulunduğunda da, aynı acı tablo anımsanıyordu. Benzer dinamik Filistin?de kendini gösterdiğinde ise, artık birçok gözlemci ABD?nin yeni strateji ?model?inden söz etmekte tereddüt etmiyor. Filistin?de körüklenen kaos Filistin toprakları, insani bunalımı tüm şiddetiyle yaşıyor. 2006?da Ocak ayında yapılan seçimlerde Hamas?ın elde ettiği zaferden beri, ABD ve İsrail, Filistinlileri aç bırakma girişimi ve onları demokratik bir şekilde seçilmiş hükümetlerini düşürmeye zorlamak için bir araya gelmiş bulunuyorlar. Sonuçları önceden kestirilebilen bu saldırılar, sosyal nizamı yıkmak ve sivil savaşa sürüklemeye yöneliktir. Kendisi ABD?li olan basiretli bir gözlemci, acı verici bu manzarayı şöyle anlatıyor: ?Gazze?de yaşayan Filistin?liler, İsrail ordusu ve dev bir elektrik bariyeriyle kuşatılmış vaziyette, nüfusun sığmayacağı kadar dar ve pis bir getto içerisinde hapis hayatı yaşıyorlar. Gazze şeridinden kaçmak ya da içine nüfuz etmek olanaksız, ayrıca her gün türlü saldırılara maruz kalıyorlar(?). Filistinlilerin her gün önünden geçtiği, Filistin İçişleri Bakanlığı?nın enkazı, Dışişleri Bakanlığı?nın enkazı, Ulusal Ekonomi Bakanlığı?nın ve Başbakanlık Ofisi?nin enkazları ile bunlar gibi İsrail hava kuvvetleri tarafında bombalanmış birkaç eğitim kuruluşunun enkazının bulunduğu sokaklar, İsraillilerin yasaları hiçe saydığı, kaos çıkardığı ve yoksulluğu körüklediğini haykırıyor(?). Ve Batı Şeria, Gazze?ninki gibi bir krizin içinde yok oluyor(?). ABD ve İsrail, Gazze ve ?Batı Şeria? yı, Irak?ın minyatür bir versiyonu haline getirerek ne kazanmayı umuyorlar?(?) bu şekilde , terörizmi zayıflatmaya, intihar saldırılarını sona erdirmeye ve barışı tesis etmeye muvaffak olacaklarını mı sanıyorlar??(12) El fetih?in önemli ismi Muhammed Dahlan?a bağlı Force 17 mensubu militanlara, Gazze?de ABD tarafından, İsrail yardımıyla yapılan silah sevkiyatı ile yeni bir etap daha aşıldı. Filistinli ve İsrailli güvenlik güçlerinin temsilcilerine göre, bu silah sevkiyatı, Hamas?la karşılıklı yapılan silahlanma eylemlerini tırmandırdı(13). Niyetler ne olursa olsun, sosyal parçalama ve sivil savaş mantığı, İsrail tarafından bölgesel tutkularına direniş bölgeleri olarak tanımlanan bu üç ülkeyi, ABD siyasetinin de katkısıyla, daha büyük felaketlere doğru götürüyor. Siyonistlerin, Filistinlileri egemenlik altına almak ya da İsrail?in göz diktiği bütün topraklardan çıkarmak isteyecek kadar katı bir zihniyetleri var. Bu amaca ulaşmak için, dik kafalılık eden bütün komşularını zayıflatmak istiyorlar. İsrail hükümetini oluşturan iktidarın bu kadar fanatik insanlardan müteşekkil olduğunu görmek korkunç, fakat biraz da şaşırtıcı. Washington?un, İsrail?in dostu olduğu gibi yanlış bir fikir adına, böyle yıkıcı ve kendini yok edici bir strateji izlemesi, hatta böyle olmasını düşünmesi bile utanç verici. Eğer ABD gerçekten İsrail?in dostu olsaydı, bu yolda üstü kapalı taraf tutması değil, İsrailli bir gözlemcinin şu ihtarına kulak vermesi gerekirdi: ?İsrail?in politikası sadece Filistinlileri değil, İsrail?in bizzat kendisini de tehdit ediyor? 200 milyon Arap?ın çevrelediği, 7 milyonluk küçük bir Yahudi devleti(5,5 milyonu Yahudi), kendisini tüm İslam dünyasına düşman ediyor. Böyle bir devletin hayatta kalabilmesinin, bekasının garantisi yoktur. Filistinlileri kurtarmak aynı zamanda İsrail?i kurtarmak anlamına gelir(14).? ABD?nin bozguna uğraması, muhtemel olan tek yer Yakın-Doğu değil. Daha doğuda, Afganistan?da çetin cevize çattılar. 11 Eylül sonrası, hiç kimse ABD?nin Usame Bin Ladin ve El-Kaide?den hesap sorma hakkından kuşku duymuyordu. Bununla birlikte, ülkenin siyasi altyapısının yeniden inşası amacı güden ve NATO?yu bu işe bulaştıran, kapsamlı bir askeri operasyon kararı riskliydi. Başarmak için, önce kararlı bir askeri zafer, akabinde ise, toplum reformunu amaçlayan, uzun soluklu, sağlam bir politik-finansal programın, güvenilir, saygın ve bir o kadar da sadık olan yerel partnerler üzerinden yürütülmesi gerekliydi. Şunu da ekleyelim ki, Irak?ta El-Kaide avındaki bu haçlı güçler ve kaynakların elde ettiği maddi kazanç, Afganistan?ın Bush yönetiminin gözünü kamaştırdığını doğruluyor. Madalyonun öbür yüzü. Bu da demek oluyor ki; ?terörizme karşı savaş? daha az görünmesi gereken yönleri gizliyor. ABD bölgede hızlı sonuçlar elde etmek için, Kuzey İttifak?ına, savaş şeflerine ve Kabil?de merkezi hükümet görünümündeki kurumu istediği gibi yönlendirmek için Afganistan?a ithal ettirdiği devlet başkanına güvendi. Taliban ve El-Kaide?nin liderlerini ortadan kaldırmakta başarısız olan ABD, Irak savaşı için hızla Afgan toprağından ayrıldı. Bin Ladin ve Ayman El-Zevahiri kasetler yayınlamaya devam ediyorlar ve Pakistan-Afganistan sınırının iki yakasındaki Pakistanlı aşiretlerle samimi ilişkilerini muhafaza eden Taliban liderleri toplanıyorlar ve bu aşiretlerin de yardımıyla, kamplarda sıkışıp kalmış olan, hava saldırıları ve bombardımanlardan başka icraatı olmayan NATO askerleri için ciddi bir tehdit oluşturuyorlar(15). Hatta Pakistan Dışişleri Bakanı, NATO?nun yenilgiyi kabul etmesi ve ordularını çekmesi gerektiğini bile söyledi. Washington?un, El-Kaide?ye karşı ?kutlu ve aziz? mücadeleyi yönetme teşebbüsü, sadece Afgan savaş liderleri ile aşiretlerinin arasının bozulmasıyla değil, tehlikeli ve karışık bir oyun olan Pakistan?dan dolayı da çıkmaza girdi. (Jean-Luc Racine?in 12. ve 13. sayfalardaki makalesini okuyabilirsiniz.) Keşmir için yapılan hayati önemdeki çatışmada, Pakistan?ın İslamcı gruplarının öne çıkması gerekiyor. İslamabat, NATO?yu ve Afgan hükümetini, bir süre önce kendi bölgelerinden birinin yönetimini devrettiği (Kuzey Veziristan) ılımlı Talibanların Afganistan?daki varlıklarının kaçınılmaz olduğunu kabul etmeye çağırıyor. Bunların zemini hazırlamasıyla, bu ?o kadar da ılımlı olmayan? Talibanlar, bölgedeki NATO askerlerine saldırıyorlar ve hatta bu ülkede daha önce hiç görülmemiş bir yönteme, ?intihar saldırıları?na başvuruyorlar. Peki ya o zaman Irak?la birleşmesi gerçekleşir mi? ?terörizme karşı savaş?, ABD?nin, radikal İslamcılıkla yapısal bir ittifak içinde olan Pakistan?a bağımsızlığını vermesiyle bitmiş oldu. Üstelik Pakistan rejimi ve seçkin isimleri, İslamlaşmanın yaygın olduğu ülkelerinin, bu toplumu karakterize eden geleneksel hiyerarşiler tarafından korunduğuna inanıyorlar. Acaba, El-Kaide?nin Pakistanlılaşması, Pakistan?ın El-Kaideleşmesi olarak değişiyor muydu? ABD medyası, bu ilgi çekici olayı görmezden geliyor. Güneşin doğduğu ülkelerden, Hindistan?ın okyanuslara ulaşan bölgesine kadar yayılan bir kriz çemberi var. Önümüzdeki aylarda, daha hiçbir şey yokken Washington?da, bu krizleri şiddetlendirecek ya da onları daha elverişli olan yeni yollardan alevlendirmesi beklenen kararlar alınmış olacak. Batılı idarecilerin bu düzene etki edebilmeleri için, El-Kaide?nin, Hamas?ın, Baas Partisi?nin, Hizbullah?ın, Suriye?nin, İran?la birlikte, ?şer ekseni? gibi soyut ideolojik bir etiket altında sınıflandırılamaz olduklarını anlamaları gerekecektir. Krizler arasında ilişkiler var, ancak, çözülmesi ve bileşenlerin ortadan kalkması gerekir. Yönetilen Düşman Suriye Hiç de öyle ABD?yi tehdit etmeyen, hatta bazı fırsatlarla yardım bile eden ve meşru bir şekilde kendi milli menfaatini gözeten bir ülkedir Suriye: İsrail?in işgal altında tuttuğu Golan platosunun boşaltılması konusunda bir anlaşmaya varılması gerekirdi, zira ABD?nin bu işgalden elde ettiği hiçbir şey yok. Aynı şekilde, Lübnan?da Hizbullah ve Filistin?de Hamas da kendi ülkelerinin menfaati için çalışıyorlar. ABD, problemlerinin büyük bir kısmından kurtulabilir ve gerçek fanatik ?terörizm?in yenilgisini fark ettiği o yerden kazançla dönebilir. Bunun için, tüm bu grupların El-Kaide?nin şubeleri ya da klonları olmadıklarını ve Vietnam?ın alet olduğu ?kötülük imparatorluğu?ndan daha fazlasını yapamayacaklarını bilmelerini gerekiyor. Bu ülkelerden her birini ya da ?yönetilen düşman?ların akımlarını müzakereler oluşturabilir. ABD siyasetinin muteber şahsiyetleri bir rota değişikliği istiyorlar: Baker-Hamilton?un raporu bunun en açık göstergesiydi. Ayrıca, eski başkanlardan James Carter, herkesi ABD?nin Filistin politikası konusunda dürüst bir tartışma açmaya ve özeleştiri yapmaya çağırdı. Sebep olunan zararların telafisi için, alınan kararların yanlış kararlar olduğu ve çok ciddi politik sapmalar olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu ise, birbirinden karmaşık sosyal ve siyasi problemlerin yalnız tek yönlü askeri güç kullanımıyla aşılabileceği anlayışının terk edilmesiyle mümkün olur. Ve bu da, İsrail?e kayıtsız şartsız destek verilmesinden vazgeçmeyi gerektirir. Hepsinin de ötesinde, Arap-Müslüman dünyasının çeşitli halkları ve milletlerini aynı ideolojik şema içerisinde fişleyerek, birbirlerinin yerine geçebilecek durumda oldukları büyük iktidar ihtiyacı, İsrail kolonilerinin toprak hırsı ya da El-Kaide?nin hayali ümmeti için isteklendirilecek oldukları yanılgısından vazgeçilmelidir. Vakit ideolojik yaklaşımları bitirmek ve her konuyu realizm çerçevesinde ele almak vaktidir. HİCHAM BEN ABDALLAH EL ALAOUİLe monde diplomatique, şubat sayısı. Dipnotlar: (1) Robert Dreyfuss, Devil?s Game:how the United States Helped unleash Fundemantalist İslam ,Metropolitan Boks,New York,2005,p.240(2) Pierre Abramovici, ?Washington ve Taliban arasındaki ilişkilerin gizli tarihi?, le monde diplomatique, Ocak 2002.(3) Soref Symposium, 29 Nisan 1991, www.washingtoninstitute.org/templateC07.php?CID=55(4) Le Nouvel Observateur, 15-21 Ocak 1998(5) William E. Odom, ?what?s wrong with cutting and running??, the Lowell Sun, 30 Eylül 2005.(6) Jorge Hirsch, ?Nuking Iran is not off the table?, 6 Temmuz 2006.(7) Bilinmeyen iki kelimenin anlamı verilmiştir.(foru/osul)(8) Sarah Shields, ?Staticide, not civil war in Iraq?, 6 Aralık 2006, www.commondreams.org/views06?1208-32.htm (9) Alastair Crooke ve Mark Perry ?how Hizbollah defeated İsrael?, counterpunch.org, 12 ve 13 Ekim 2006(10) www.archive.gulfnews.com/indepth/israelatacks/Lebanon/10054034.htm(11) www.english.chosun/w21data/html/news/200612/200612160010.htm(12) Chris Hedges ?worse than apartheid?, www.truthdig.com/report/item/20061218_worse_than_apartheid(13) Aaron Klein ?US weapons prompt Hamas arms race?? www.wnd.com/news/article.asp?article_id=53411(14) Tanya Reinhardt ?introduction? www.zmag.org/content/showarticle.cfm?ItemID=11140(15) Bkz. Syed Saleem Shahzad, ?Taliban nasıl ofansa geçti??, Le monde diplomatique, Eylül 2006. Bu makale Murat Yiğit tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.