Mohamad Radytio

Bir imparatorluğun çöküşü genellikle başka bir imparatorluğun yükselişi anlamına gelir. On dokuzuncu yüzyılın başlangıcında, İspanyol Emperyalizmi ölüm döşeğindeyken kolonileri ya ayaklanıyorlardı ya da diğer güçlü imparatorluklar tarafından ele geçiriliyorlardı. Bunlardan biri de Filipinler’di. O dönemde Filipinler’in özgür bir cumhuriyet olduğunu iddia eden sayısız silahlı özgürlük savaşçısı Güneydoğu Asya’daki bu takımada kolonisini özgürlüğüne kavuşturmak için çaba gösteriyorlardı. Kolonyal İspanyol garnizonlarının çoğunu yenmeyi başardılar ve başka bir acımasız sömürgeci iktidara gelmeden önce takımadaların yönetimini ele almışlardır.

1898'de Paris Antlaşması'nda, İspanyol imparatorluğu Küba'da ABD ile yaptığı savaşta mağlup olduktan sonra Porto Riko, Guam ve Filipinler'i kaybetti. Bu sayede Amerikalılar, yukarıda belirtilen koloniler üzerinde kontrol sahibi olmuşlardır. Ancak, Filipinler'de durum hızla bir şekilde değişti çünkü büyük Manila bölgesi dışında İspanya’nın takımadalar üzerinde neredeyse hiç gücü bulunmamaktaydı. Filipin halkı, bağımsızlıklarını 6 ay önce, yani 12 Haziran 1898’de, kazandıkları gerekçesiyle kolonyal güçlerin 12 Aralık 1898’de imzaladıkları anlaşmayı tanımayı reddettiler. Onlara göre Filipinler zaten bağımsız bir ülkeydi ve egemenliğine dış güçler müdahil olamazdı. Ayrıca Filipinli tarihçi Teodoro Agoncillo'nun yazdığı gibi, ilk Filipin Cumhurbaşkanı Emilio Aguinaldo, Amerikalıların kendisini İspanyol sömürgeci otoritesine karşı son darbeyi vurmak için Filipinler'e dönmeleri için ikna ettiğini ve ABD Donanması'nın özgürlük savaşçılarını ve yeni cumhuriyeti korumak için gönderileceğine dair güvence verdi. Ancak ABD Başkanı William McKinley, “Yardım Asimilasyonu” olarak adlandırdığı ve uzun süren diplomatik çabalardan sonra, ABD ordusunu Filipin özgürlük savaşçılarına saldırı amacıyla gönderdi. Mindanao Bangsamoro Müslüman bölgesindeki son Filipinli savaşçı da yenilene kadar geçen on üç yıllık sürede olanlar ancak 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak tanımlanabilir.

Tarihçi John Gates, 1899-1904 yılları arasındaki savaşın ana safhasındaki tüm kayıpları şöyle hesaplamaktadır: Savaşın doğrudan sonucu olarak 34,000 gayrimüslim Filipinli hayatını kaybederken, yaklaşık 200,000 kişinin hayatı kolera salgınından dolayı sona vermiştir. Bu sayıların içine Amerikalıların zulmünden etkilenen yaklaşık 1 milyon Filipinlinin kayıpları dahil değildir. Özet olarak Filipin cephesinde yaklaşık 1.2 milyon ölü vardır. Bu durum şu şekilde de ifade edilebilir: İspanyol sömürge dönemindeki 9 milyonluk Filipin nüfusunun %12’sinden fazlası. E. Ahmed’in 1971 tarihli “Karşı-Ayaklanmanın Teorisi ve Yanlışlıkları” kitabındaki bulguları dikkate aldığımızda toplamda 3 milyon Filipinli’nin hayatını kaybettiğini görüyoruz, ki bu rakam sömürge nüfusunun yaklaşık üçte birine tekabül ediyor. Aynı zamanda bu rakam, 1899-1904'teki savaştaki için bilimsel olmayabilir ve İspanyol ve Amerikan sömürgeci otoritelerinin yayımladığı sayımlarda tutarsızlıklar olduğu için 1899-1904 arasındaki süre için bilimsel olmayacak ancak yine de Mindanao’daki son Müslüman savaşçı yenilene kadarki süre olan 1899-1913 yılları arasındaki çatışmaların gerçekliğini yansıtabilir.

Savaş döneminden kalan tarihsel veriler, 1.2 milyon olan ölü sayısını desteklemektedir. ‘Birleşik Devletler Halkının Tarihi (1980) kitabının yazarı Howard Zinn tarafından bulunan kayıtlar, Batangas’ın Luzon bölgesinde hem sivil hem de gerilla kayıbı olarak yaklaşık 300,000 insanın öldüğünü ortaya çıkardı. William Pomeroy'un Amerikan Neokolonyalizm kitabı Luzon bölgesinde 600,000 Filipinli’nin öldüğünü ortaya koydu. Pomeryos'un bulguları, Filipinlilerin kayıplarını sayısal olarak tam şekilde veren Amerikan askeri liderlerinden General Franklin Bell'in ifadesiyle de desteklendi.
Bu rakamlar yine de savaş sırasındaki kayıpların miktarını tam olarak yansıtmamaktadır. Tarihsel eserler, Filipinler’in Amerika tarafından sömürgeleştirilmesi sürecinde yaklaşık 5,000 savaş geldiğini iddia ediyor ve bunların bir kısmı kesinlikle Luzon ve Batangas bölgelerinde gerçekleşirken, bazıları da tüm Filipinler’de yaşanan savaşlardı. Dahası, bu süre zarfında gerçekleşen her savaş ilk elden doğrulandığı gibi soykırım emareleriyle doluydu:

Bölgedeki askeri harekât liderlerinden biri olan General J. M. Bell hakkındaki ‘Birleşik Devletler’in Filipinleri Fethi, 1898-1925’ başlıklı kitaptan:

“Şu anda 50 kişilik saflardan oluşacak 2,500 erkeği bir araya getirmek için çabalıyorum. Kasabanın dışında bulduğum her şeyi yok etme amacıyla her deliği, vadiyi ve dağı aramakla görevlendirildim; böylece isyancıları bulabilecek ve yemek temin edebilecektim. Tüm sağlıklı erkekler öldürülecek ya da ele geçirilecek. ... Bu insanların biraz sağduyu öğrenmek için iyi bir dayağa ihtiyaçları var; hepsinin iyiliği için olması gereken şey bu.”

Bir diğer tanıklık, 43. Piyade'den Çavuş Howard McFarland'dan geliyor. Çavuş, Fairfield Maine Gazetesi’ne şunları yazdı:

"Şimdi yirmi beş erkekten sorumlu küçük bir kasabada konuşlandım ve yirmi millik bir bölge benim devriyemde … Bu ülke çok zengin ve biz onu istiyoruz. Ben olsam çatışma hattına bir alay askeri yerleştirirdim ve her zenciyi zenci cennetine uçururdum. 29 Mart Perşembe günü, dostlarımdan on sekiz kişi, yetmiş bıçaklı ve on silahlı zenciyi öldürdü. Ölü olmayan birini bulduğumuzda da süngülerimizi kullandık.”

ABD Washington alayında asker olan L. F. Adams, 4-5 Şubat 1899'da Manila Savaşı'nda tanık olduklarını anlattı:

“Washington Altıncı Topçu Alayı yolunda 1,008 ölü ve çok sayıda yaralı zenci vardı. Hepsinin evlerini yaktık. Tennesseeli erkeklerin kaç erkek, kadın ve çocuk öldürdüğünü bilmiyorum. Onları esir olarak alamazdık.”

Luzon’un güneyindeki Samar adasında, bölgesel askeri harekatın lideri General Jacob H. Smith aşağıdaki emri verdi (Manila Times gazetesi tarafından belirtildiği üzere):

“ ‘Esir istemiyorum. Onları yakmanızı ve öldürmenizi istiyorum: Ne kadar fazla yakıp öldürürseniz, beni o kadar memnun edersiniz’ diyordu ve Birleşik Devletler’e düşmanlık besleyen ve silah altına girebilecek herkesin öldürülmesini istiyordu. Major Waller’in yaş sınırı sorması üzerine de on yaşı sınır olarak belirledi. … General Smith, Major Waller’e yakıp öldürme ve Samar’ı ıssız bir yer hâline getirme ödevi verdi. Silah taşıyabilecek ve on yaşından büyük olan herkesin öldürülmesini istediğini de kabul etti. Çünkü ona göre Samar bölgesinin erkek çocukları yaşlılar kadar tehlikeliydi”.

Ve Philip S. Foner ve Richard Winchester tarafından bulunan ve ‘Anti-Emperyalist Okuyucu: Amerika Birleşik Devletleri'nde Anti-Emperyalizmin Tarihi’ isimli kitaplarında kaydettikleri bir ifade:

Kaliforniya Kızıl Haç’ından sorumlu F. A. Blake’ten:

“Hayatımda hiç böyle bir infaz görmedim ve bizim küçük müfrezemiz yaralı bir şekilde tarladan geçerken her tarafta denk geldiğim gibi bu tür manzaraları görmemeyi umuyorum. Kopmuş kollar ve bacaklar, göğüs ve karınlardaki korkunç yaralar askerlerimizin gördükleri her yerliyi öldürme konusundaki kararlılıklarını gösteriyor. Filipinliler kahramanca müdafaa ettiler ancak bizim iyi eğitimli ve hevesli polislerimizin ölümcül ateşine daha fazla katlanamadılar. Küçük bir alanda yetmiş dokuz yerli ölüsü saydım ve nehrin diğer tarafında da göğüs siperi için üst üste yığılmış cesetler olduğunu öğrendim.”

Peki Amerika Birleşik Devletleri neden bu tür katliamlara iştirak etti? ABD Senato Soruşturma Komitesi duruşmasından bir alıntı:

“Geçtiğimiz günlerde, isyancıların işgal etmemesi için mahallelerin geniş çapta yakılması, yerli halktan bilgi edinmek için sözde su tedavisi adı verilen ve diğer yöntemlerle işkenceye maruz bırakılmaları, genel olarak yerlilere uygulanan sert muamele, bilgi edinme emri, yerlilerin sert muamelesi ve tecrübesizlerin başarısızlığı, son zamanlarda görevlendirilmiş ve tecrübesiz teğmenlerin kimin dost kimin düşman olduğunu ayırt edemeden her yerliye isyancıymış gibi davranmaları; tüm bunlar yukarıda bahsettiğim olumlu duyguları yok etmekte ve bize karşı derin bir nefret uyandırmaktadır.”

-Major Cornelius Gardener, ABD Ordusu'nun Filipinler'deki Tayabas eyaletinin Vali Yardımcısı -

Onların dışsal motivasyonlarının takımada üzerinde kontrol elde etmek ve ABD yönetimine karşı muhalifleri bastırmak olduğunu biliyoruz. Ancak, açıklamalar, ifadeler ve istatistiksel verilerle ortaya konulduğu gibi soykırımın başucu kitabı hâline gelebilecek kadar örgütlü işler yapmalarının içsel motivasyonları neydi?

Bu itiraflar, ABD ordusunun savaştayken savaş kurallarına hiçbir şekilde saygı göstermediğini göstermektedir. Her savaşta teslim olan askerler vardı ve her savaştan sonra çok sayıda teslim olan Filipinli öldürüldü. Yaklaşık 5,000 savaşta, Filipin nüfusunun yüzde %12’sine tekabül eden 1.2 milyon Filipinlinin öldürüldü; bu sayı büyük çaplı uluslararası bir savaşta Hitler’in öldürdüklerinin %10’una denk gelmektedir.

Bütün bunların nedeni ABD'li Askerlerin Filipinlileri “zenci” olarak adlandırdıkları ifadelerden birinde görüldüğü gibi ırkçılık olabilir; Başkan McKinley'nin Filipinlerin “yardım” edilmesi gerektiğine dair “yardım” iddialarında da görüldüğü gibi bir üstünlük iddiasından kaynaklanıyor olabilir; ayrıca, Filipin topraklarının gerçekten zengin olduğunu düşünen askerlerin de gösterdiği gibi yağma olabilir.

Ama hepsinden önemlisi, Filipin Temsilciler Meclisi üyesi Antonio L. Tinio'nun konuşmasından olan alıntı bu soruya verilecek en iyi cevap olabilir: “Tarihimiz bize 19. yüzyılda İspanya’nın gasp ettiği toprakların hakimiyetini ele geçirerek ekonomik ve askeri alanının genişletilmesi üzerine odaklanan Amerikan emperyalizminin işgal “sona erse” bile topraklarımızı terk etmediğini öğretti. İspanya'nın toprak yıkıcılarına hükmetmek, işgalini sona erdirdikten sonra topraklarımızı asla terk etmemiş olabilir. Şimdiye kadar varlığını sürdürmeye devam etti ve hatta yerini politik, askeri ve ekonomik konumlanma ve tahakküm adına daha da sağlamlaştırmaya çalışıyor.”