Ülkesinde tarih yazan Obama'nın daha 100 günü dolmadan Türkiye'ye yaptığı ziyarete 'tarihî' demeyeceksek, neye diyeceğiz? Gezi, zamanlaması ve detayları ile iyi hesaplanmış, tarihî bir ziyaretti. Verilen mesajlar kadar, gezinin rotası, kullanılan üslup, ikili ilişkiler ve İslam dünyası açısından taşıdığı anlam üzerinde ne kadar durulsa yeridir.
Tek ziyaretle bütün sorunların çözüleceği gibi bir iyimserliğe kapılmak elbette yersiz. Güzel sözlerin eylemlerle desteklenmesi gerektiği de aşikâr. Ama ilişkilerde liderlerin oynadığı rolü artık çok iyi biliyoruz. Halkımızın Clinton ve Bush'a bakışındaki fark ortadayken, kimse ilişkilerde kişilerin önemsiz olduğunu söyleyemez. Bu, politikalar açısından da böyle: Guantanamo'yu kuran Bush'tu, Obama'nın ise ilk icraatı burayı kapatmak oldu. Bush, şer ekseni diyordu; Obama ise düşmanla bile diyalog diyor. Gezinin en önemli mesajı, bizatihi kendisiydi. Obama, geziyle Türkiye'nin önemini anladığını ve dış politika hedefleri açısından Türkiye'nin kilit konumunu gördüğünü vurguladı. Konuşmalarındaki mesajlardan bizce en önemlisini bir başka yazıya bırakıp, ziyaretin açığa çıkardığı kritik bir hususa değineceğim. Ziyaretin, Rasmussen krizi ile çakışması ve bu krizde Avrupa'nın Türkiye'ye yaptığı hoyrat muamelenin aksine Obama'nın Türkiye'nin önemine vurgu yapması bir gerçeği hatırlattı.
Bush dönemi istisna tutulursa, Türkiye, Batı ile ilişkilerinde Avrupa'ya kıyasla ABD ile daha iyi anlaşır. NATO üyeliğinden AB üyeliğine, enerjiden teröre birçok konuda ABD, Türkiye'yi daha iyi anlayıp buna uygun davranırken, Avrupa için bu söylenemez. İki tarafın PKK'yı terör örgütü kabul ediş tarihleri arasındaki fark, bunu görmek için yeter. Kendileri için hayati olan Nabucco projesinde bile Amerika'nın çabası Avrupa'dan fazladır. Balkanlar'dan Kafkaslar'a, Karadeniz'den Ortadoğu'ya Washington, Türkiye'nin önemini anlarken Avrupa, Türkiye'yi Rum Kesimi üzerinden cezalandırmayı tercih eder. ABD için Türkiye'nin İslam kimliği avantaj, Avrupa için korku kaynağıdır.
Bu farkta, Avrupa ile Türkiye arasındaki bin yıllık inişli çıkışlı tarihin kuşkusuz büyük payı vardır. Ayrıca "ekonomik dev, siyasi cüce" diye tanımlanan AB'nin stratejik miyopluğu da bunda etkilidir. Avrupa'nın Türkiye'yi gariban gurbetçilerle özdeşleştirmesi ve sürekli kendi zenginliğini paylaşmak isteyen bir yük olarak görmesi de bir faktördür. Her ne kadar Amerika daha dindar olsa da özellikle Kıta Avrupası'nın içine kapalılığını da hesaba katmak gerekir. Bu faktörlerden hangisinin etkili olduğu tartışılsa da Avrupa'nın Türkiye'yi anlamada ciddi sorun yaşadığına kuşku yoktur.
Böyle olmasa, Clinton'dan Obama'ya Avrupa'nın da sevdiği liderler Türkiye'yi 'model ülke' görürken, Avrupa sudan bahanelerle sürekli Türkiye'yi dışlamaya çalışır mıydı? Böyle olmasa, Peygamber'e hakaret eden karikatürlerle özdeşleşen bir ismin NATO'nun başına düşünülmesine yaptığı haklı itirazdan dolayı Türkiye'yi bu kadar aşağılar mıydı? Böyle olmasa, ülkemizi en iyi tanıyan Avrupalı olarak bildiğimiz Olli Rehn, Rasmussen'e itirazı yüzünden Türkiye-AB ilişkilerinin bozulacağı tehdidinde bulunur muydu? Böyle olmasa, Merkel ve Sarkozy daha toplantı başlamadan Rasmussen'in genel sekreter ilan edileceğini açıklar mıydı?
Rasmussen krizi ve Obama ziyareti, Türkiye-AB-ABD üçgeninde sanki başa dönüldüğünü gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin Amerika ile ilişkileri güçlenirken, donma noktasına gelen AB ile ilişkiler en iyi ihtimalle umutsuz seyrini sürdürecek. Halbuki geçtiğimiz 6-7 yıllık dönemde Türkiye, Irak'tan Filistin'e birçok konuda, Washington'a kıyasla Brüksel'e daha yakındı. Şimdi bu durumun, Bush'un izlediği yanlış politikalardan kaynaklanan bir istisna olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin diplomaside temsil ettiği uzlaşmacı tavır ile Obama'nın çizgisinin örtüştüğü oranda bu yakınlaşmanın ivme kazanacağı anlaşılıyor.
Eskiden olsa, bu değişimi, Avrupa'nın temsil ettiği özgürlük ekseninden, Amerika'nın güvenlik eksenine geçiş olarak algılar, üzülürdüm. Ama artık Obama da 'reform, demokrasi ve diyalog' diyor. Yani, Türkiye reform dinamiğini kaybetmedikçe sorun yok. Üzücü olan, Bush döneminde aklı ve uzlaşmayı temsil eden Avrupa'nın, Bush'laşmaya başlaması. Avrupalılar ne derse desin, İslam dünyasında Peygamber'e hakaretle özdeşleşen birini NATO'nun başına geçirmek Bush'laşmaktır. Belki de Avrupa'yı hatalarını görene kadar kendiyle baş başa bırakmakta ve Türkiye'nin enerjiden bölge politikalarına Brüksel'e biraz mesafe koymasında fayda var. Zira kibrin bu kadarı en çok sahibine zarar verir.
Kaynak: Zaman