Yeni şartlara herkes uyum sağlayacak ve alışacak. Krizlerle yaşamaya alışmış; ilişkilerini, yöntemlerini ve siyaset yapma tarzını kriz şartlarına göre kurumlaştırmış bir ülke, sakin ve huzurlu bir hayata geçiyor. Hep tünelin içinde yaşamış, tünelin içindeki gölgelerle haşır neşir olmuş bir toplum için gerçek dünyaya alışmak zor. En zoru ise cehennemle var olanları cennet bahçelerinde yaşamaya alıştırmak.

Medya iki türlü zorlanıyor. Seçim gününe kadar söylediği her şey yanlış çıkmış, bütün tahminlerinde yanılmış olanlar doğabilecek krizlerle yok olan itibarlarını kurtaracaklarını sanıyorlar. Meslekî formasyonunu "kriz haberciliği" ile edinmiş olanlar ise "kriz çıkartmak" ile "kriz haberciliği yapmak" arasındaki çizgiyi kavramakta güçlük çekiyor. Meclis'in açıldığı gün DTP'li milletvekillerine "İstiklâl Marşı okudunuz mu?" diye sormanın habercilik olmadığını anlayabilmek gibi.

Siyasetin bir takvimi var: Meclis başkanı seçilecek, hükümet kurulacak, cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak... Gazete manşetlerine bakarak bu gündemlerin her birinin "kriz" olduğunu düşünenler, yanıldıklarını kısa zamanda anlayacaklar. Ekmeğini krizden çıkartanları sancılı bir dönüşüm bekliyor. Bu dönüşümün sancılarını hafifletmek için gazetecilerin "Basın Ahlâk İlkeleri"ni, her sabah tekrarlayarak güne başlamalarını önerebiliriz. Bu ilkeler yanında basın özgürlüğünün mütemmim cüzü olan temel hak ve özgürlükleri ve demokrasiyi sağlam bir hukuk anlayışı içinde özümsemek gerekiyor.

Siyaset sadece CHP'nin bulunduğu cephede zorlanıyor. Baykal'ın sözlerine bakarak, Türkiye'nin 22 Temmuz'da bir genel seçim yaptığından şüphe edebilirsiniz. Aslında Baykal, sadece kriz şartları sürdüğü takdirde oturduğu makamda kalabileceğini düşünüyor ve zihin dünyasını 22 Temmuz öncesine göre sürdürüyor. İnat da bir murattır. Israrla tekrarlayınca bol krizli Türkiye'ye geri dönebilir miyiz? "Cumhurbaşkanı adayını ancak ben belirlerim" anlamına gelen Baykal'ın "uzlaşma" arayışında bir değişiklik yok. AK Parti'ye yönelttiği "Üniter yapıya saldırı" suçlaması çok erken gündeme geldi. Demokrasi dışı güçleri referans alma alışkanlığı olduğu gibi sürüyor. CHP kriz bekliyor. CHP muhalefet yapmıyor, beklediği kriz gelmezse krizin mimarı olmaya hazırlanıyor.

Sivil-asker bürokrasi, devlet içinde sahip olduğu iktidarı sürdürmek isteyince hep kriz çıkardı. Bunun için demokratik iktidarın gasp edilmesi gerekir. Gasp gibi kanuna aykırı bir eylemin gerçekleşebilmesi ise ancak kriz şartlarında mümkün oluyor. Devlet içinde silahlı güce dayanan iktidar, varlığını krizlerle sürdürebiliyor. Var olabilmek için kriz çıkartmak gerekiyor. Artık çağdışı kalan, memleketin sırtında koca bir yüke dönüşen bu iktidar oyununun sona ermesi, tam ve kâmil anlamda demokratik iktidarın her şeyi kontrolüne alması lâzım. Devlet içindeki iktidarın sahip çıkacağı ve savunabileceği bir araç da kalmadı. Demokrasi, ülkenin birlik ve bütünlüğünü, hatta millî güvenliğini çözecek yegane araç olduğunu, son seçimde bütünüyle ispatladı. Bugünün şartlarında darbe niyetleri beslemek, ülkeyi paramparça etmek ve güvenliğini yok etmek demek. Türkiye'nin üniter yapısını sürdürebilmesi için tek şansı var: Demokratik iktidarın hükmünü icra etmesi.

Türkiye huzur ve istikrar içinde büyüyeceği, refahı ve zenginliği yakalayabileceği, uluslararası alanda itibarını ve gücünü pekiştireceği, üstelik bölgesinde nüfûzunu sağlamlaştıracağı bir fırsatı ele geçirdi. Bu fırsatı kullanacak ortak akıl ise sapasağlam ayakta duruyor. 2002'de yıkılan dünyaya geri dönmeyi umanlar, bütün sermayelerini tükettiler.

Geriye sadece alışmak kalıyor. Sakin, doğal, akla uygun bir hayata alışmak gerekiyor. Adam gibi bir ülkede ne konuşuluyorsa onu konuşmaya, ucuz ve sahte ideolojilerin dar dünyasının dışına çıkmaya, güven ve istikrar ortamı içinde yaşamaya ve büyük düşünmeye herkes alışacak. Kimileri için zaman alacak, ama onlar da eninde sonunda alışacaklar.

 

Kaynak: Zaman