Her akıllı politikacının yaptığını yapıp en son kamuoyu yoklamalarının sonuçlarına bakalım.

Kandahar ve Helmand kentlerindeki genç erkeklerin % 92'sinin (Uluslararası Güvenlik ve Kalkınma Konseyi araştırmacılarının 1.000 kişilik bir örneklem ve buna ek olarak ülkenin kuzey kesimlerinden 500 kişiyle yaptığı görüşmelere göre) 11 Eylül'den haberi bile yok. İkiz kulelerden bahsettiğinizde size ifadesizce bakan suratlarla karşılaşıyorsunuz. % 43'ünün de demokrasiye dair söyleyecek iyi bir şeyi yok. % 40'ı NATO kuvvetlerinin "İslam'ı yok etmek" (ya da bizzat Afganistan'ı) üzere orada bulunduğu kanısında; % 61'i uluslararası destek olmaksızın Afgan güvenlik kuvvetlerinin idare edemeyeceğine inanıyor; % 56'sı Afgan polisinin Taliban'a yardım ettiğinden şüpheleniyor ve % 25'i de eninde sonunda Taliban'a katılacaklarını tahmin ediyor. Aynı sorular Afgan askerlerine dair sorulduğunda ortaya çıkan rakamlarsa % 39'unun düşmana yardım ettiği, yüzde 30'unun da mümkün olduğunda taraf değiştireceği şeklinde.

Birkaç ay evvel yapılan benzer bir araştırmadan çıkan sonuçlar o kadar da iç karartıcı değildi. Tersine, daha büyük bir çoğunluk NATO'yu destekliyor ve kazanmasını istiyordu. Ama bu, büyük ve iyi İttifak'ın hafta sonu Lizbon'da bir araya gelerek meselenin "sonu"nu tayin etmesine kadardı. Bu, David Cameron'a göre kati, oğlanların memlekete dönmesi için gerekli olan şartların yaratılması gibi garip bir kaygı taşır bir hali olan NATO Genel Sekreteri'ne göreyse "geçici" ve "arzu edilen" mühletti.

Elbette ki anketçilere konuşanlar hakiki durumdan ziyâde görüşleri yansıtır. Elbette ki şartlar değişebilir. Elbette ki Cameron ve tabii ki Obama, bir zaman çizelgesi hazırlamak konusunda haklı olabilir -her ikisi açısından da, seçmenlerin karşısına bir daha çıkmadan evvel Afganistan'daki sert ve tatsız savaşın bitmesi gerekiyor-. Ama bir dakika durup yüksek sesle gülmeden evvel derin bir nefes alabiliriz.

Herhalde elde defterler Taliban'a danışılmış ve çeşitli teslim olma ihtimalleri gözden geçirilmiş. Herhalde Usame bin Ladin anlaşmayı onaylayıvermiş. Ve belki de Molla Ömer'in Hamid Karzai'nin koalisyonuna girmeyi -kendisinin bakan olması, eski öğrencilerinin harçlarının da ödenmesi şartıyla- kabul ettiği haberi hak ettiği ilgiyi görmedi.

Ama Cameron/Clegg mühletlerine bakarken gözlerimiz kamaşmasın. 2015'in ilk günü itibarıyla ekonomik büyüme almış başını gidiyor mu olacak? İrlanda ekonomisi yine kaplan haline mi gelecek? Bin Ladin Lahey'de mahkemede mi olacak?

Kontrol edemeyeceğiniz faktörleri dışarıda bırakmak suretiyle doğru zaman çizelgesini oluşturduğunuz takdirde bu tip sonuçlar, doğal olarak, gayet "mümkün"dür. (Başbakan'ın taahhütleriyle ilgili olarak Britanya silahlı kuvvetlerinin başının söylediği gibi.) Her şey gerçekçidir (Afganistan'daki en kıdemli generalimize göre); gerçekçiliği denklemin dışında tuttuğunuz takdirde.

Siyaset elbette her zaman kendi gerçekçilik yorumunu empoze eder. General David Petraeus'u "elinden kaçırmaması" için Obama'nın çekilmeye dair hedeflere ihtiyacı var. Üst rütbeli subayların Gordon Brown'a nasıl dayılandığını gayet iyi bilen Cameron da muhtemelen Sir David Richards'ı, "mümkün olanı" yapmakla meşgul tutmak istiyor. Helmand'dan çıkmak ve Kabil'i terk etmek ülkede oy kazanmak anlamına geliyor. Afganların % 43'üne heyecan verici gelmiyor olabilir ama demokrasi Washington ve Londra'da iş başında.

Öte yandan savaş alanında işler pek öyle gözükmüyor. Lizbon'daki zaman çizelgeleri Taliban'a hiçbir anlam ifade etmiyor (olsa olsa fırsatın ellerine geçeceği zaman). Orada, bir sonraki patlamayla birlikte her tarih ve yıllık plan toz bulutuna karışabilir. Bu gibi koşullarda net olamazsınız. Eğer "katı" olmanız gerekiyorsa da varılacak tek bir sonuç var: Bugünden 2015'e kadar ölecek olanların, bir hiç uğruna ölebileceği. Çıkmak istiyorsanız, her zaman yapılabilir olanı yapın ve yeterince cesursanız hemen çıkın.
 
Kaynak: Zaman