Afganistan'daki savaşı kazanmak hâlâ mümkün mü? 28 Ocak günü en yüksek düzeyde temsil edilen altmış ülkenin Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai'nin de katılımıyla üzerinde çalıştıkları temel sorun buydu.

Konferans resmen, ülkeyi istikrara kavuşturmak için sivil ve askeri kaynakları harekete geçirmek için düzenlenmişti. Yeni strateji, Hamid Karzai'nin açıkladığına göre, El Kaide ya da başka bir terörist gruba mensubu olmayan Taliban'a, silah bırakması karşılığında, uzlaşma önermek. Diğer bir deyişle, yeni strateji, Taliban ve Kabil hükümeti ile yabancı işgal kuvvetleriyle silahlı çatışma içinde bulunan güçlerle görüşme yolunu açma perspektifidir. Bu siyasi çizgide bulunan Birleşmiş Milletler, konferans öncesi El Kaide ile geçmişteki ilişkileri nedeniyle kendilerine müeyyide uygulanacak olanlar listesinden beş Taliban'ı çıkardı. Çoğunluğu Taliban rejiminin bakanları olan bu beş adam potansiyel olarak Hamid Karzai'nin diyalog kuracağı kişiler olacak.

Amerikan yönetimi bu yeni politika konusunda bölünmüş durumda. Zaten, Barack Obama tarafından alınmış tek gerçek kararın 30.000 ek asker yollanması olduğu düşünülürse, yönetimdekilerin bazılarının savaşı açıkça kazanmanın olanaksızlığı hakkında sorgulamalarda bulunması tek başına yeterince paradoksal bir durum oluşturuyor. Durumu daha ağırlaştıran etken ise, kararın ABD tarafından müttefiklere danışmadan alınmış olması. Göründüğü kadarıyla, ABD'nin Bush yönetiminden kalma tek taraflı eski refleksleri yeni yönetimle kaybolmadı. Eğer yeni bir siyasi stratejinin yürürlüğe konması gerekiyorsa, mutlaka mümkün olan en yüksek sayıda ülkenin katılmasının sağlanması ve Washington'un artık herkes için iyi olana kendisinin karar vermesi alışkanlığından kurtulması gerekiyor. Londra'da alınmış olan kararlardan biri de, en iyi ya da hiç olmazsa en az kötü çözümleri yürürlüğe koymayı denemek için, mümkün olan en yüksek sayıda ülkeyi bir araya getiren diplomatik jargonda söylendiği şekliyle "bağlantı grubu"nu yürürlüğe konmasıydı. Ne yazık ki bu olmadı.

Aslında Afganistan topraklarında da, bir yandan açıkça hedefleri belirlemek bir yandan da güç ilişkilerini ve buna ulaşmada gerekli olan araçları değerlendirmek gerekiyor. Hedefin esas olarak rejimi demokratikleştirme olduğunu iddia etmek, hem hatalı hem de tümüyle naif bir tavır olacaktır. Kim böyle bir iddiada bulunabilir? Bunu yapmak için, bir çeşit sömürge yönetimi kurmak ve Afganistan'a 500.000 asker ve bir o kadar da sivil yollamak gerekir! Hayır, gerçekçi ve kabul edilebilir hedef El Kaide'nin yönetimi ele geçirmesini engellemektir. Bunu gerçekleştirmek için de, ayaklanmanın belli başlı 3 gücünden biri olan İslami Parti'nin lideri Gülbeddin Hikmetyar'a son haftalarda anlamlı jestler yapılmış gibi görünüyor. Bu partinin Kabil kanadının yetkililerinden biri yakınlarda ekonomi bakanı oldu. Gülbeddin Hikmetyar da bir barış planı sundu: Molla Ömer'in emrindeki Taliban'ın aksine, Karzai ile görüşmek için yabancı güçlerin öncelikle geri çekilmesini istemiyor. Hikmetyar, bir barış gücünün NATO birliklerinin yerini almasını ve 1 yıl süreyle görev yapacak bir geçiş dönemi hükümetinin kurulmasını istiyor. Hikmetyar'a göre, bu hükümet Taliban'ın da katılacağı bir genel seçimi örgütleyecek. Londra'da, barışı ve silah bırakmayı kabul eden savaşçıların sivil hayata yeniden entegre edilmesini sağlamak amacıyla 500 milyon dolarlık bir fon oluşturulmasını bu bağlamda ele almak gerek.

Şu 4 saptama kendini dayatmaktadır. İlk olarak, Taliban iktidara katılmadıkça Afganistan'a kesin bir barış gelmeyeceğini altını çizerek belirtmeliyiz. Bu anlamda, Gülbeddin Hikmetyar ile ayrı bir görüşme yapmak barışın yerleşmesine tek başına yetmeyecektir. İkinci olarak, şimdiye dek işbirlikçi olarak kabul ettikleri ve kendilerine uzatılan eli geri çevirdikleri yolsuzluğa bulaşmış bir hükümetten gelen böylesi bir teklifi şimdi neden kabul edeceklerini kendimize sormalıyız. Askeri başarıları gitgide daha açık bir hal alan ülkenin artan bir bölümünü elinde tutan ayaklanmacılar, başarıları düzeyinde uzlaşmaz hale geliyorlar. Üçüncü olarak, birçok Batılı siyasi ve askeri yetkilinin yaptığı gibi Taliban ile Iraklı Sünni Arap aşiretleri arasında bağlantı kurmanın hatalı olduğunu da sürekli olarak belirtmek gerekiyor. Ülkelerinde azınlık olan ve El Kaide ile gerçek bir bağlantıları bulunmayan bu aşiretler sadece Irak'ın siyaset alanında bir yer edinmek istiyorlar, çoğunluğu oluşturan etnik grup Peştunlara dayanan Taliban ise iktidarı ele geçirmek istiyor. Dördüncü husus ise, Hamid Karzai'nin hakkında görüşülmüş gerçek bir çözüm taslağı oluşturma kapasitesine sahip olduğu sonucuna varmamızı engelleyen yapısal zaafı ve zorlayıcı bir takvimin olmamasıdır.

Görüldüğü gibi, Londra Konferansı'nda alınan kararlar, siyasi çözüm yönüne sapmaya işaret ediyorsa da, günümüzde yaşanan sorunların düzeyine ulaşmış gözükmüyorlar; sorumlulukların tedricen ve bölge bölge Afgan birliklerine bırakılacağını söylemek, olmayacak duaya amin demekten başka bir şey değil.

*Didier Billion Fransa Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsü Başkan Yardımcısı 

Kaynak: Zaman