AB üyeliğine destek oranı Türkler arasında düşmeye başlamış olsa da, ordu dahil hiçbir çıkar grubu müzakerelerin çökmesinin tarihsel sorumluluğunu üzerine almak istemez. Ortakların verdikleri sözleri yeniden düşünme ve vaatlerini teyit etme zamanı geldi de geçiyor

Türkiye şu anda kendini birazcık Groucho Marx (Amerikalı komedyen) gibi hissediyor. Belki onu gerçekten üye olarak kabul edecek bir kulübe ait olmak istemiyor. Türkiye kamuoyu AB üyeliği hevesinden uzaklaşıyor.
Diğer kabul edilmiş üyelerden farklı olarak Türkiye, üyelik başvurusunun akıbetinin tümüyle kendi ellerinde olmadığını hissediyor. Kamuoyu, Fransa'da Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmayı seçim kampanyasının parçası yapan Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığını kazanmasından kötü şekilde etkilendi. Kısa süre önce, Türkiye başsavcısının iktidardaki AKP aleyhine kapatma davası açması da şüphesiz müzakereleri tehdit ediyor.

Kapatma davası AB'yi afallattı
AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Langendijk dahil birçok Avrupalı vekil bu davayı 'hukuk darbesi' olarak görüyor. Genel seçimden mecliste sağlam bir çoğunluk elde ederek çıkan AKP'ye yönelik suçlama, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği yönünde ve dava eski laik yapılanma ve yeni, daha popülist bir seçkin sınıf arasındaki çekişmenin bir başka sahnesi olarak görülüyor. AKP hükümetinin, Brüksel'e karşı atılgan davranıp 2004'te müzakere masasına oturması, karşıtlarınca reformcu niyetinin değil, İslami gündemine AB onayını kazanmadaki ustalığının kanıtı olarak görüldü. Başbakan Tayyip Erdoğan'ı koltuğundan edecek AKP aleyhinde bir karar, müzakere masasının AB tarafında afallamaya yol açar ve bu üyeliğe kuşkuyla bakan Fransa'nın
yanı sıra Avusturya ve Almanya'yı kapsayan ülkelerin çekincelerini haklı çıkarır. Ancak Ankara'yı tam üyelik haricinde bir statüye razı etme isteği zaten bir içerlemeye yol açtı. Fransa'nın diretmesiyle resmi müzakereler, müktesebatın tam üyelik hakkını içermeyen fasıllarına hapsedildi.
Aynı zamanda, Türkiye'nin Brüksel'deki çoğu müttefiki Ankara'nın da hızını kaybettiğinden şikâyetçi: Ceza kanunun 'Türklüğü' aşağılamayı ya da devlet kurumlarını karalamayı yasaklayan 301. maddesinin değiştirilmesi, reformdaki kilit sorun haline geldi.
Geçen yılın sonuna dek ABD merkezli Alman Marshall Fonu ve İtalyan vakfı Compagnia di San Paolo, AB-Türkiye ilişkilerindeki kötüye gidişe ve daha atak bir kamu diplomasisine ihtiyaç duyulduğuna dair uyarılarda bulundu. Türkiye'de AB üyeliğine destek düşüşteydi. Müzakerelere başlama kararının alındığı Aralık 2004'te yüzde 75'lerde olan destek, yüzde 40'a düştü. AB'nin eski Türkiye büyükelçisi Michael Lake, "Müzakereler gergin bir dönemde. Şoku atlatmak için politik ve kamusal bir fikir birliğine ihtiyaç var" diyor ve yüzde 40'lık onayın bile desteğin yeniden inşası için sağlam bir zemin olduğunu ekliyor.
Paspası (Türkiye'nin üyelik için uygun olduğunun ilk kez öngörüldüğü 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması) hazırlaması 41 yıl almış bir Avrupa'nın, halıyı kaygısızca Türkiye'nin altından çekme kararı alması mümkün görünmüyor. AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, nisanda Türkiye'ye yaptığı son ziyarette katılımı tekrar rotasına sokmaya çalıştı.
Türkiye'deki krizden duyulan rahatsızlığı yansıtmayan komisyon, hükümete karşı karşıya bulunduğu tehdidi, 301'in düzeltilmesini (veya tamamen kaldırılmasını) içeren bir reform paketiyle yanıtlamasını tavsiye etti. Avrupa'nın politikalarına karar veren değirmeni, sadece bir yönde ilerleme eğiliminin sonucunda yavaş dönüyor. Avrupa açısından şaşırtıcı bir çark ediş, sağduyulu Avrupalıları memnun etmeyen sonuçlar doğurur.
Müzakereleri boşlama kararı, Türkiye'yi kendi haline bırakmayı veya Avrupa güvenlik kurumlarından dışlamayı kabul etmek anlamına gelir ki, bu bir kaybet-kaybet oyunundan başka işe yaramaz.
Bilgi Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler profesörü Soli Özel'e göre, "Avrupa'dan yüz çevirmek, bir kendi kendini koruma mekanizması." Ekim 2007'de Türkiye'de orta sınıf eğilimlerine dair yapılan bir araştırma sonucunda AB üyeliğine yüzde 57 destek çıktı. Bununla birlikte Boğaziçi Üniversitesi'nden Hakan Yılmaz'a göre, Türkler Avrupa'ya kutuplaşmış Türk siyasetinin merceğinden bakıyor. AB'nin AKP'nin iktidarını pekiştirdiği yönündeki algısı, katı laik şeçkinleri dehşete düşürüyor. Sosyal statüde yukarıya çıkıldıkça, Avrupa için destek azalıyor.
Yılmaz Brüksel Türkiye'ye üyelik önerirse, birçok 'hayır' oyunun 'evet'e döneceğini öne sürüyor. Önemli bir husus olarak, ankete katılanların yüzde 85'i dini ve milli değerlerle 'Avrupalı' değerler arasında çelişki görmediğini söylüyor. Bu, Avrupa'da Türkiye'yi medeniyetine karşı tehlike olarak görmek isteyenlere şaşırtıcı gelebilir. Avrupalı muhafazakârların bazen 'Fazla büyük, fazla yoksul ve fazla Müslüman' diye tanımladığı Türkiye, Avrupalı solcularca bile kucaklanması gereken bir meydan okuma gibi görülüyor. Eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in söylediği gibi, "İslami bir ülkenin modernleştirilmesinin temeli Avrupa ortak değerlerinde yatar ve bu, teröre karşı savaşta Avrupa için neredeyse ikinci 0Normandiya Çıkarması olur."
Bu, kendilerinin iyi huylu bir Müslüman ülke olarak tanımlaması girişimlerini küstahça bulan Türklere hitap eden bir görüş değil. Türkler kendilerini çoktan beri Avrupa ekonomik bölgesinin önemli bir parçası sayıyor. Çoğu, tam üyelikten ziyade adaylığın getirebileceği ivedi kazanımları dert ediyor. Müzakereler öncesinde göz ardı edilebilir olan doğrudan
yabancı yatırım astronomik oranda arttı ve geçen yıl 20 milyar dolara ulaştı. Türk ekonomisi büyürken, Avrupa mal ve hizmetlerine talep de artıyor. Şu anda Türkiye Belçika düzeyinde tüketiyor, ama 15 yılda Almanya'nınkini aşacak bir nüfusa sahip. Sonuç, özelde ne söylerlerse söylesinler, Türkiye'de ordu dahil hiçbir çıkar grubu müzakerelerin çökmesinin tarihsel sorumluluğunu üstüne almak istemez.

Sözleri yeniden düşünme vakti
Birçok Türk'ün AB üyeliğinin daha iyi bir hükümet vaat ettiği yönünde hissiyata sahip olması Brüksel'in tiranlığına karşı atıp tutan Avrupalıları şaşırtıyor. Üyelik hedefi, Türkiye'de demokratikleşme ve reform programını hızlandırması açısından yaygın itibar görüyor. Türkler ve Avrupalılar arasındaki bir kültürel farklılık, Türklerin AB üyeliğinin getireceği değişimi kucaklaması olabilir. Avrupa kamuoyunda bazı kesimler, Türkiye'nin AB kurumları tarafından kapsanmak yerine onları dönüştürebilecek tek üye ülke olmasından endişe duyuyor.
Eğer çoğu Türk'e göre, Avrupa tahmin edilebilir bir geleceği temsil ediyorsa, demir almasına izin verilmeyen bir Türkiye akıntıya kapılabilir. Türkiye'yi yabancılaştırmanın sonucu milliyetçilik ve kendini tecrid etme eğilimi olur. Brüksel'deki İstanbul Merkezi adlı sivil girişimin başkanı Tulu Gümüştekin, "AB'nin Türkiye'de destek kaybetmesi, Türklerin kabul edileceklerine dair umutlarını kaybetmesi kadar önemli bir şey değil" diyor. Merkez, Türkiye'de üyelik sürecinin müzakere masasına hapsedilemeyecek kadar önemli olduğu yönündeki bilinci temsil ediyor.
Sivil toplum platformlarının başarıları, eninde sonunda Türkiye-AB ilişkilerinin akıbetini belirleyebilir. Bu bir dargın bir barışık ilişki 45 yıldır sürüyor. En iyimser tahmin, müzakerelerin 2015'e kadar tamamlanacağı yönünde. Birçoklarına göre, ortakların verdikleri sözleri yeniden düşünme ve vaatlerini teyid etme zamanı geldi de geçiyor.

Kaynak: Radikal