22 Temmuz'da sandıktan çıkan sonuç, milletin sadece siyasi mühendislik projelerini elinin tersiyle ittiğini, demokrasiye yapılan balans ayarlarının ters teptiğini göstermedi.

Aynı zamanda başta CHP'nin çok bilmiş diplomat kökenli vekilleri olmak üzere, ulusalcı çevrelerin dış politika üzerinden AK Parti aleyhine açtığı kampanyaya da milletin itibar etmediğini ortaya koydu.

Gerçi mitinglerde ve TV'lerdeki seçim programlarında dış politikadan çok, dış politikanın başındaki Abdullah Gül konuşuldu. Ama hükümete verilen yüzde 46'lık destek, meydanlarda Gül'e gösterilen büyük teveccüh, dış politikaya halkın onay verdiğini gösterdi.

Halbuki eski mesai arkadaşlarının dahi, takındıkları tuhaf üslup nedeniyle kendilerinden yaka silktiği CHP'nin emekli diplomatları ve kendilerini vatanın yegane sahibi sanan ulusalcı çok bilmişlere göre, 5 yıl boyunca vatan toprağı yabancıya peşkeş çekilmişti. AB reformları yüzünden ülkeyi misyonerler işgal etmişti. Hükümet; bölücüler, misyonerler ve Yahudilerle işbirliği içinde, milli çıkarları satıyordu. Bu kafalara göre, kendileri iktidara gelseler bir ihtimal anavatan Türkiye'yi kurtarabilirlerdi; ama Yavru Vatan büsbütün elden gitmişti. Annan Planı'na onay vererek, bu hükümet en büyük ihanete imza atmıştı. 'Hain' KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ı şımartarak da ihanetini katlıyordu. Yine diplomasi kökenli bazı zevat, hükümetin içeride rejime karşı yaşadığı meşruiyet sorunu yüzünden dışarıda milli çıkarları savunamıyordu.

Ulusalcı geçinen bu tiplerin bir kısmı, BOP ile kafayı bozmuştu. Hükümetin, Büyük Ortadoğu Projesi'nde Amerika'ya hizmet ettiğini söylüyorlardı.

İlginç bir biçimde, hem Arap halkları hem de yönetimleri, AK Parti hükümetinden oldukça memnundu. İlk kez Türk liderleri şeref konuğu olarak Arap Birliği toplantılarına katılıyor; hep Batı'ya akan Körfez sermayesi ilk kez biraz biraz gelmeye başlıyordu. Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin liderleri burada barışıyordu. İslam dünyasının Batı ile yaşadığı, karikatür krizinden Hamas hadisesine her sorunda, iki tarafın da güvenini kazanmış olan Türkiye ön safta yer alıyordu. İlk kez, 57 üyeli İKÖ genel sekreterliğine bir Türk'ü seçiyordu. Ama ulusalcı kılıklılar için, bunların önemi yoktu; onlar her şeyi biliyordu.

Hükümetin, ABD ve genel olarak Batı'nın itirazlarına rağmen İran'la ilişkileri geliştirmesi, Suriye ile ilişkilerde adeta çığır açılması, ABD ile ciddi sorunlar yaşayan Putin'in son 5 yılda Türkiye'yi 3 kez ziyaret etmiş olması, izlenen dış politikanın temelinde çirkin angajmanların değil, ülkemizin çıkarlarının yattığını gösteriyordu. Ama bunlar da, CHP'nin ulusalcı geçinen diplomatlarının ve diğer ulusalcı kılıklıların gazabını dindirmeye yetmiyordu.

Geçen hafta yaşanan bir gelişme, ulusalcı geçinen zevat için samimiyet testi niteliğindeydi. Hükümet, ABD'nin tepki göstereceğini bile bile, İran ile doğalgaz konusunda bir mutabakat zaptına imza attı. Normalde ulusalcılardan beklenen, bunu alkışlamaktı. Ama alkışlamak bir yana görmezden geldiler. Samimi milliyetçi insanların ülkemizle ilgili kaygıları elbette baş tacıdır. Ama ulusalcı geçinen bu çevrelerin derdi, milli çıkarlar değil, olsa olsa karanlık, sığ siyasi hesaplar ve çekememezlik. Halbuki birazcık samimi olsalar, AB'den Ortadoğu'ya, Rusya'dan Afrika'ya dünya ile geliştirilen bu ilişkileri alkışlar, bu arada yapılan yanlışları da söylerlerdi.

Ama şahsen beni çok üzen ve maalesef medyanın gözünden kaçan bir ayrıntı, dış dünyanın gözünde hükümetin nasıl göründüğünü ve ulusalcı geçinen çevrelerin son 3-4 aylık hareketleriyle milli çıkarlara ne denli zarar verdiğini gösteriyordu. 27 Nisan krizinin sonuçlarını ülkesine rapor eden bir büyükelçinin ifadesi, malum çevrelere yakın bir gazetecinin köşesinde şöyle yer alıyordu: Artık Erdoğan, Süpermen değil.

Milletin verdiği bu destek sayesinde umarım ulusalcı kılıklılar avuçlarını yalar, büyükelçi de raporunu yeniler. Bu arada küçük bir not da Türkiye'nin yapacağı tercihe kilitlendiği dış politikanın başındaki isimle ilgili. Seçimden 3 gün önce Kayseri'de görüştüğümde, "Time dergisine, aday olduğunuzu söylemişsiniz. Şimdi görüşünüz nedir?" diye sorduğumda, bunun 2 ay önceki röportaj olduğunu söyledi. Ülke için her türlü esnekliğe açık olduğunu görünüyor. Ancak kendi tercihi, Köşk seçiminin halk oyuyla belirlenmesiydi.

 

 

Kaynak: Zaman