İran’ın [petrolü millileştirdikten sonra CIA destekli darbeyle devrilen] eski başbakanı Muhammed Musaddık’ın, 1953’te mahkemeye çıkarıldığında Britanya elçisi için ayrılan koltuğa oturduğu söylenir. Yargıç tekrar tekrar başka koltuğa oturmasını ister, fakat Musaddık onu dinlemez. Nihayetinde Britanya elçisi yanına gelip şöyle der: “Bu koltuk bana ayrıldı.” Musaddık ona bakıp der ki, “Bunu elbette biliyorum. Sadece bir başkasının gelip sizin yerinizi/toprağınızı işgal etmesinin nasıl bir his olduğunu anlayabilmenizi istiyorum.”
Abdül Melik Rigi doğu İran’da faaliyet gösteren Cündullah’ın kurucusuydu. İran İstihbarat Servisi (IIS) Rigi’yi 23 Şubat 2010’da, Kırgızistan’dan Dubai’ye giderken tutukladı. Rigi’nin tutuklanması birçok insan için kutlama nedeniydi, zira Rigi’nin elinde çok sayıda insanın kanı var. IIS onu yıllardır arıyordu. Tutuklanmasından kısa süre sonraysa, eski CIA yetkilisi Robert Baer şöyle diyordu: “Cündullah, İran’da Amerikan desteği alan militan gruplardan biriydi.” Bu garip değil mi? Amerika Birleşik Devletleri, yani ‘teröre karşı savaş’ın lideri, tanınmış bir terörist gruba destek veriyor!
Elbette şaşırmamalıydık. ABD Kaide ve Taliban’ı yarattı, yıllar boyu destekledi. Fakat her birinin bir son kullanma tarihi vardı. O tarih geçtiğinde, ABD’nin güçlü ordusu tarafından yok edilecek teröristler haline geliverdiler. Amerikan siyasi sözlüğünde ‘terörist’ kelimesinin sabit bir tanımı yok. Amerikan çıkarlarına muhalefet eden herkesin veya herhangi bir grubun ‘terörist’ olduğu varsayılabilir. Diğer taraftan, aynı kişiler veya gruplar Amerikan çıkarlarına bağlı kaldıkları sürece ABD müttefiki olmaya devam eder ve hem mali, hem de stratejik desteğinin tadını çıkarır.
Bin Ladin’in Soğuk Savaş’ta Amerika tarafından yaratıldığı gayet iyi bilinir. Soğuk Savaş bittiğindeyse, ABD’nin artık ihtiyaç duymadığı Kaide veya Taliban terörist sayıldı. Her ikisi de tabii ki masum insanların kanını dökmüştü. Fakat ABD onların faaliyetlerini ancak hizmetlerine artık ihtiyacı kalmadığında sorguladı. Süpergüç bu dönemde sorumluluğunu ve misyonunu hatırladı, teröre karşı savaşını başlattı.
Saddam Hüseyin’in hikâyesi de İran halkının kişisel hayatıyla derinden bağlantılı. 1980’lerde hiçbir İranlı Saddam’ın ve ordusunun görüntülerinden kaçamazdı. Bu, ABD’nin arkasına ağırlığını koyduğu o güçlü orduydu. İranlıların üzerine yağan bombalar ve füzeler bu orduya aitti. Hem Iraklılara hem de İranlılara karşı kimyasal silahlar kullanıldı. O zamanlar henüz terörist addedilmeyen Saddam’a bu silahları süpergüç, yani ABD vermişti. Ortadoğu’daki üç büyük terör örgütünü ya kuran ya da destekleyen ABD’nin ‘terörist’ kelimesini nasıl tanımlamadığını öğrenmeyi hâlâ bekliyoruz.
Saddam için buna değer miydi?
Rigi yakalanıp teşhir edildiğinde, aklımıza Saddam’ın Amerikan askerlerince tutuklandığı an geldi. O da bir zafer ve mutluluk anıydı. Fakat arada büyük bir fark vardı: ABD başkanı George W. Bush ‘görev tamam’ duyurusunu yapana ve Saddam tutuklanana dek, binlerce Iraklı ve yüzlerce Amerikalı ölmüştü (bu sayılar şu an Iraklılar için milyonlara, Amerikalılar için de binlere çıktı). Irak yerle bir edilmişti. Çok sayıda Iraklı evini kaybetmişti ve sefillik içinde yaşıyordu. Buna gerçekten değer miydi? Amerika’nın güvenlik güçleri (ki dünyanın en gelişmiş güçleri bunlar) Saddam’ı İranlıların Rigi’yi yakaladığı gibi yakalayamaz mıydı? Rigi tek bir damla kan dökülmeden tutuklandı.
Bin Ladin vakasında hikâye daha da kötü. Afganistan’da görev hâlâ tamamlanmadı. ABD 2009 sonunda bu ülkeye 35 bin ilave asker konuşlandırdı. NATO’ysa geçen hafta 30 masum sivili öldürdü. Birçok gözlemci Afganistan ve Irak’ta barış için ABD’nin İran’a ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Buna, ABD’nin teröristleri nasıl yakalayacağı konusunda da İran’dan çok şey öğrenebileceğini ekleyebiliriz. (Avrupa merkezli internet sitesi, New York’taki Uzlaşma Kardeşliği adlı sivil toplum kuruluşunun İran programı direktörü / İran-Irak savaşı gazisi, 5 Temmuz 2010)
Kaynak: Radikal