Yeni ABD?başkanı, Bush'un sekiz yıllık göz ardı etmesi sayesinde özgürlüğün tadını çıkarmaya başlamış bir Latin Amerika bulacak. Fakat, Obama'nın kısmi Küba açılımı dışında, iki başkan adayı da kıtadaki yeni havayı hâlâ anlamıyor gibi görünüyor; ilişkiler yine düzelmeyebilir

Latin Amerika'dakiler dışında yeni ABD başkanını büyük umutla bekleyen çok az hükümet vardır. Sekiz yıllık Cumhuriyetçi yönetiminde ABD hiçbir kıtaya Latin Amerika'ya olduğu
kadar ilgisiz kalmadı; bu arada Peru ve Kolombiya'yı saymazsak,  bölgedeki ülkeler bu fırsatı solcu hükümet seçmek için kullandı. Oysa ABD 20. yüzyılın önemli bir kısmında buna izin vermemişti.

Askeri diktatörlüklere verdiği talihsiz desteğin işine gelmediğinden unutan ABD, şimdilerde her yerde demokrasilere destek olmakta kararlı ve dost muhafazakâr generallerin yardımıyla rejim değişikliği girişimlerini bırakmış görünüyor.

Yeni bir şeylerle gelmeleri gerek
Buna mukabil, yeni ABD başkanı karşısında, yeni kazandığı özgürlüğün tadını çıkaran, Sam Amca'yla dalga geçme fırsatının zevkine varan bir kıta bulacak.
Venezüella, Bolivya ve Ekvador, ABD'nin tüm dünyaya biçtiği demokrasi ve kapitalist gelişme modeline muhalefet eden solcu 'Bolivarcı' hareketin başını çekerken, Arjantin, Brezilya, Şili, Uruguay ve Paraguay, sosyal demokrat hükümetleri iktidara getirdi. Ekonomik baskı her ne kadar bir olasılık olmayı sürdürse de, yeni ABD başkanının buralardaki değişimle mücadele için cephaneliğinde fazla silah olmayacak. Belli bir etkide bulunmak istiyorlarsa McCain ve Obama'nın yeni bir şeylerle gelmesi gerekiyor. Fakat verdikleri ilk izlenim hayalkırlığı yaratıyor.

İki adayın da Latin Amerika'ya dair doğrudan bir bilgisi yok ama kimi zaman Batı yarım kürenin gayrıresmi başkenti olarak görülüp, İspanyolca konuşulan Miami'de yaptıkları konuşmalarda birbirlerinden farklılıklarını sergilediler.

İkisi de genel görüşten ayrılmakta isteksiz fakat yeni bir şeyler sunmaya umutsuzca ihtiyaç duyulduğunun da farkında. McCain 'yeni politika'dan bahsederken, Obama John Kennedy'nin yarım asır önceki sözlerini tekrarlayarak, 'yeni bir Amerikalar ittifakı' önerdi.
Obama, Irak'taki 'yoldan çıkmış savaşın' başlamasından beri ABD'nin Amerikalar üstüne politikasının 'dostlarımıza karşı ihmalkâr, düşmanlarımıza karşı etkisiz, insanların hayatlarını ilgilendiren sorunlara umursamaz ve bölgede çıkarlarımızı ilerletmek için yetersiz' olduğunu söyleyerek Bush'lu yılların Latin Amerika üzerindeki sonucunu ağır biçimde itham etti. Kıtanın kökten değiştiğinin açıkça farkında ve ABD onunla birlikte değişim geçirmediği endişelenmekte.

İki adayın da gündeminin tepesinde, daima olduğu gibi Küba var ki, ada yeni bir yönetimin denetiminde. Tüm tuhaflıklara karşın, Raul Castro yeni ABD başkanının göreve başlamasından hemen önce, devrimin 50. yılını kutlayacak. McCain'se, kökeni Roosevelt'e (1898'de Küba'yı işgal eden ABD güçlerine katılan başkan) uzanan kaba bir emperyal tarih anlayışıyla Latin Amerika'ya dair son konuşmasını 20 Mayıs'ta yaptı ki, bu tarih Kübalılar değil ama Amerikalılarca 'Küba Bağımsızlık Günü' olarak kutlanıyor.

McCain konuşmasında hoşça, geçen yüzyılın başında 'Küba'nın bağımsızlığı için mücadele eden cesur adamlardan' bahsetti. Bu, Miami'deki Kübalılara buzı hatıralar telkin ediyor olabilir ama adadakiler için 1902 Mayıs'ı Küba'nın 1898'de İspanya'dan kazandığı bağımsızlığı kaybedip, ABD sömürgeciliği altına girdiği rezil tarih olarak hatırlanıyor. Kübalılar, Amerikalılara hem mali hem siyasi işlerine karışma hakkı tanıyıp, topraklarının bir bölümünü daimi ABD üssü olarak kullanılmak için gasp eden 'Platt Düzenlemesi'ni kabullenmeye zorlandı ki, Guantanamo'da kurulan üs hâlâ varlığını koruyor.

McCain işi Bush yıllarındaki politikaları dillendirmeye vardırıp, Küba rejimine siyasi tutukluları 'şartsız' salıvermesi, 'tüm siyasi partileri, sendikaları ve özgür basını tanıması ve uluslararası gözlem altında yapılacak seçimler için tarih belirlemesi' çağrısı yaptı. 'Demokratik toplumun bu temel unsurları yerine getirilinceye dek' yıllar önce Kennedy tarafından yürürlüğe konup Clinton döneminde sıkılaştırılan ambargoyu sürdüreceğini açıkladı.

Obama da Küba'yı takıntı etmiş halde ama 1902'den 1933'e sıçrayarak Roosevelt'in yokluk ve korkuya karşı özgürlük çağrısında bulunduğu dönemi hatırlattı. Roosevelt 1930'larda Latin Amerika'ya dair 'iyi komşuluk' diye adlandırılan bir politika benimsemişti. 'Sekiz yıllık feci politikaların' ardından Küba'yla ilgilenmek için 'yeni strateji' çağrısı yapan Obama 'düşmanlarla da önkoşulsuz doğrudan diplomasi' vaadini tekrarladı. Obama, Raul Castro'yla buluşmayı reddetmiyor ama 'dikkatli hazırlık ve net bir gündem belirlenmesinde' ısrarcı. Küba'ya değişim getirmenin gerçek yolunun 'güçlü, akıllı ve ilkeli diplomasi' olduğunu iddia ediyor.

Bu, Amerikalı politikacıların söylemindeki önemli bir değişime işaret, zira geçen yarım asırda Dışişleri'nin Küba bölümünde akıllı diplomat eksikliği bariz biçimde fark ediliyordu. Obama kaldıraç görevi gördüğü sürece ambargoyu devam ettireceğini de söylüyor. Fakat hem Küba'da hem de Miami'de hoş görülmeyen, Bush'un getirdiği Küba'ya seyahat ve para transferi kısıtlamaları kaldırıp, tek taraflı önemli açılımlarda bulunma sözü veriyor.
Fidel Castro, Obama'nın Küba gerçeğini cahilce eleştirmesinden şikâyet etmekte haklıydı. Fakat Havana'da belli bir iyimserlik olmalı çünkü yarım asırdır ilk kez Amerikalı bir başkan adayı anlaşma yapacak cesaretten yoksun bir dizi başkandan sonra mevcut bataklıktan adım adım çıkmayı tasarlıyor.

İkisi de çağdışı
Her iki adayın gündemindeki ikinci maddeyse Chavez yönetimindeki Venezüella. McCain geçen yıl Chavez'i 'tek parti diktatörlüğü kurmak için seçimleri paravan olarak kullanmakla' suçlamıştı. Obama'ysa bir 'demagog' olduğunu belirtip, 'Amerikan karşıtı söylem, otoriter yönetim ve para saçan diplomasiden oluşan tehlikeli karışımının' geçmiş dönemden kaldığını söylemişti. Bu sorunla ilgilenmek için McCain'in ABD'nin ithal petrole bağımlılığını azaltma ve 'Brezilya, Peru ve Şili gibi kilit ülkelerle' bağları güçlendirmenin dışında bazı önerileri de varken, Obama konuya daha fazla ilgiyi pek göstermedi. Chavez hâlâ düzenli biçimde seçilirken, Obama da 'sandığın ötesinde bir demokrasi vizyonu' için çağrı yapıyor. Bunun içinde, ABD'nin 'güçlü yasama, bağımsız yargı, özgür basın, canlı sivil toplum, dürüst emniyet güçleri, dini özgürlük ve hukukun üstünlüğüne' verdiği destek mevcut. Bush'un da benzer bir programı vardı ama hiçbir işe yaramadı.

Obama'nın Küba açılımı dışında her iki aday da ümitsizce çağ dışı. Son dönemdeki açıklamaları, danışmanlarının 21. asırda Latin Amerika'daki yeni havayı hiç anlamadıklarını göstermekten başka bir şey aktarmıyor. ABD destekli özelleştirmelere karşı geniş kapsamlı toplumsal protestoların hükümetleri yerle bir ettiğini ya da yerlilerin muhalif dalgasının yıllarca statükoyu destekleyen dayatmacı etnik uzlaşmayı tamamen değiştirdiğini fark etmiş görünmüyorlar. Washington'da kim kazanırsa kazansın cehaleti ve hazırlıksızlığı pahalıya patlayacak.

 

Kaynak: Radikal