ABD ajanlarının işkence yaptığı suçlamalarıyla uğraşan Başkan Barack Obama'ya bir önerim var: Eski Senato çoğunluk lideri Tom Daschle'ye danışsın. Daschle'yi 1975'te tanıdım; CIA'nın ihlallerine karşı neredeyse tek başına kampanya yürüten Güney Dakota senatörü James Abourezk'in yardımcısıydı.
O günlerde ABD'nin diktatörlüklerin Latin Amerika'nın dört bir tarafına yayılmasındaki rolüne dair bir kitap için araştırmalar yapıyordum. Daschle senatörün dosyalarını incelememi sağladı ve ABD'nin işkencedeki suç ortaklığı hakkında anlatılanları okumakla bir gece harcadım. Hikâyeler İran, Tayvan, Yunanistan ve önceki on yılda da Brezilya'dan ve kıtanın güneyindeki diğer ülkelerden geliyordu.
OPS kimseyi kandıramadı
Daha önce Güney Vietnam'dan ihlal haberleri geçmiş olsam da, ülkemizin Latin Amerika'daki seçilmiş hükümetlerin devrilmesindeki muazzam rolü karşısında ilk başta şaşıracak ve ardından afallayacak kadar naiftim. On yıllarca süren müdahalemiz tek bir siyasi partiyle sınırlı değildi. Brezilya'daki faaliyetler ciddi olarak 1960'ların başında, Demokrat bir yönetim altında başlamıştı. O dönemde Washington'ın Küba konusunda alarm vermesi, 11 Eylül sonrası yaşanan paniğe epey benziyordu. Kennedy yarıkürede yeni bir komünist rejimi önlemekte kararlıydı ve adalet bakanı Robert Kennedy bir dizi antikomünist girişimde (sözgelimi Kamu Güvenliği Dairesi-OPS) önemli bir rol oynuyordu.
Başkan Dwight Eisenhower döneminde kurulan OPS'nin misyonu kulağa fazlasıyla iyi kalpli geliyordu: Asya, Afrika ve özellikle de Latin Amerika polisinin profesyonelliğini artırmak. Fakat güler yüzlü bir insan olan genel müdürü Byron Engle bir CIA ajanıydı ve başında bulunduğu program, yerel nüfuslar arasındaki uygun yandaşları belirlemek yönündeki dana geniş bir çabanın parçasıydı.
Engle biriminin CIA'in bir kanadı olduğunun açığa çıkmasını engellemek istediyse de, kamuoyunun zihninde aradaki sınır hızla bulanıklaştı. Sözgelimi Uruguay'daki solcu Tupamarolar tarafından ülkedeki işkence uygulamalarında oynadığı rolden dolayı öldürülen bir polis danışmanı olan Dan Mitrione yaygın olarak CIA ajanı olarak görülüyordu.
Brezilya 1961'de Devlet Başkanı Joao Goulart'ın iktidara gelmesinin ardından sola meyleden bir görüntü verince, Kennedy yönetiminin tedirginliği giderek arttı. Robert Kennedy Brezilya'ya giderek Goulart'a iki bakanını görevden almasını söyledi ve John Kennedy'nin Brezilya büyükelçisi Lincoln Gordon'un ofisi Goulart hükümetini istikrarsızlaştırma yönündeki CIA çabalırının odağı haline geldi.
Brezilyalılar bunu hak etmiyordu
31 Mart 1964'te ABD askeri ataşesi Vernon Walters'ın teşvik ettiği Brezilyalı General Humberto Castelo Branco Goulart'a karşı isyan etti. Goulart bir iç savaşa sebebiyet vermek yerine Montevideo'ya sürgüne gitmeyi tercih etti. Sevinçten uçarak Washington'a dönen büyükelçi Gordon, hâlâ önceki kasımda suikasta kurban giden kardeşinin yasını tutan Robert Kennedy'yle karşılaştı. Kennedy Goulart hakkında şunları söyledi: "Başına gelecekleri biliyordu. Oraya gittiğimizde ona nasihat etmiştik, ne yazık ki dinlemedi."
Brezilya halkı bunu hak etmiyordu. Ordu işçi sendikalarını, gazeteleri ve öğrenci derneklerini acımasızca ezdi. ABD'nin verdiği eğitim sayesinde epey mahir hale gelmiş olan polis rutin şekilde siyasi mahkumlara işkence etmeye başladı, polis çavuşlarına kurbanlarını öldürmeksizin azami acının nasıl verileceğini öğretmek için Rio de Janeiro'nun varoşlarında bir işkence okulu bile açtı.
İşkence kurbanlarından biri, Jornal do Brasil'in genç muhabiri Fernonda Gabeira'ydı; bir direniş hareketi tarafından örgütlenmiş ve 1969'da ABD büyükelçisi Charles Burke Elbrick'in kaçırılmasına karıştığı için gözaltına alınmıştı. (Elbrick dört gün sonra bırakılmıştı.) Anlattığına göre, gözaltındayken hayalarına elektrik verildi; bir arkadaşının hayaları masaya çivilenmişti.
Bazıları kan revan içinde kalana dek dövülüyor veya su işkencesine maruz bırakılıyordu. Kendisine işkence yapanlar arada bir konuştuklarında ABD tarafından eğitilmiş olmakla övünüyordu.
Castelo Branco'nun darbesinin ilk yedi yılında OPS 100 bin Brezilyalı polis eğitti, bunlardan 600'ü ABD'ye getirildi. Çeşitli eğitimler veriliyordu. Bazı OPS öğretmenleri işkenceyi insanlık dışı ve etkisiz bir yöntem olmakla eleştiriyordu. Diğerleriyse farklı bir mesaj veriyordu. Güney Vietnam polisine mensup bir öğrenci olan Le Van An, sonradan öğretmenlerinin kendisine söylediği şu sözleri aktaracaktı: "Sert sorgu ahlakçılar tarafından kuvvetle eleştiriliyor, fakat günlük hayatta düzen ve güvenlik istiyorsak önemi inkâr edilmemeli."
İngilizce konuşan işkenceciler...
Brezilyalı siyasi mahkûmlar ülkelerinde yürütülen işkencelere Amerikalıların da katıldığından hiç kuşku duymuyordu. Serbest bırakıldıktan sonra birçoğu çevrelerinde bazı adamların İngilizce konuştuğunu işittiklerini anlattı; bu yabancılar işkence fiilen başladığında odayı terk ediyorlardı. İşkence kurbanlarının anlattığına göre, yıllar geçtikçe Amerikan aksanlı adamlar daha dikkatsiz olmuştu ve bazen sorgular sırasında da odada kalıyorlardı.
Muhalif öğrencilerden Angela Camargo Seixas tutuklandıktan sonra nasıl dövüldüğünü ve vajinasına elektrik telleri sokulduğunu bana bizzat anlattı. Sorguları sırasında nefretinin kendi vatandaşlarından ziyade Kuzey Amerikalılara yöneldiğini fark etmişti.
Gazeteci ve Hıristiyan milliyetçi Flavio Tavares Freitas da bu öfkeyi paylaşıyordu. Kulaklarına, dişlerinin arasına ve anüsüne elektrik telleri sokulduğunda, akımı üreten küçük gri jeneratörün üzerinde Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (USAID) kırmızı, beyaz ve mavi armasını görmüştü.
Doktorlar da işbirliği yaptı
Bir başka öğrenci lideri Jean Marc Von der Weid penisinin tellerle sarıldığını ve pille çalışan bir telsiz telefona bağlantığını anlatıyordu. Askerliğini Brezilya donanmasında yapmış olan Von der Weid, telefonun askeri destek programı çerçevesinde ABD tarafından verilenlerin aynısı olduğunu anlamıştı.
Kurbanlar sık sık tek umut anlarının hücrelerine doktorun gelmesinden ibaret olduğunu anlatıyordu. Istırap şimdi kuşkusuz sona erecekti.
Fakat ardından doktorun gelmesinin tek nedeninin, bir sonraki işkence
seansında sağ kalıp kalamayacaklarını tespit etmek olduğunu anlıyorlardı.
Geriye dönüp bakıldığında, 1975'ten bu yana ne değişti? Brezilya'da kurulan bir gerçek ve uzlaşma komisyonu hükümet talimatıyla düzenlenen 339 adet siyasi suikastı belgeledi. 2002'de eski bir sendika lideri ve siyasi mahkum Luiz Inacio Lula da Silva devlet başkanı seçildi. Şu an ikinci görev dönemini sürdürüyor.
Fakat kendi ülkemizde cesaret kırıcı bir gelişme söz konusu: 1975'de ABD yetkilileri her şeye rağmen kendilerini işkenceye göz yumduklarını inkâr etmek zorunda hissediyorlardı. Şimdiyse görünen o ki işkenceyi savunuyorlar, hatta bununla övünüyorlar. (3 Mayıs 2009)
Kaynak: Radikal