Geçen sene bu tarihlerde Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararını konuşuyorduk; bu sene yine yaz başı gündemini Anayasa Mahkemesi türban kararı oluşturuyor.

Ama unutulan küçük bir detay aradan geçen bir senede 367 meselesinin her anlamda tarihe karıştığı gerçeğidir.

27 Nisan muhtırası ve 367 tuhaflığı 22 Temmuz seçimleri ve arkasından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı referandumu ile tarihe karıştılar; hem 27 Nisan muhtırası hem de 367 kararı doğrudan, Sayın Gül'ün Çankaya'ya çıkmaması içindiler ama bu iki tuhaflık 2007 yazı demokrasi rüzgarının önünden kuru yaprak gibi savruldular.

Türban kararı bence 367'den de tuhaf bir karar; Anayasa Mahkemesi iki maddede gerçekleştirilen anayasa değişikliğini Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ikinci maddedeki laiklik ilkesine aykırı buluyor.

Bu kararı ve tartışmaları madde numaraları ve hukuk terminolojisi içine hapsetmeden değerlendirmek gerekiyor; reşit, kamu hizmeti üretmeyen yani dış görünüm olarak kamu hizmetinin tarafsızlık ilkesini zedelemesi mümkün olmayan üniversiteli kızların başlarına koydukları bir örtü nedeniyle devletin laiklik ilkesini yani yasama, yargı ve yürütme erklerinin kaynağında değişmez dinsel inançların olmaması gerektiği ilkesini zedelediklerini düşünmek gerçekten inanılabilir bir durum değildir.

Türkiye demokrasisi 27 Nisan ve 367 tuhaflıklarını aştığı gibi bu matematiksel tutarlıktan ve saydamlıktan yoksun kararı yine demokrasi ve daha çağdaş bir hukuk devleti zihniyeti ile aşacaktır, buna kimsenin kuşkusu olmasın.

* * *

Ancak; 27 Nisan ve 367 tuhaflıklarının aşıldığı gibi bu son kararın da aşılması TBMM ve içinden çıkan yürütme erkinin kamusal yaşamın her alanında evrensel referanslı demokrasi, laiklik ve hukuk devleti kavramlarını bugüne dek ön plan çıkardığından çok daha fazla benimsemesinden ve uygulamasından geçmektedir; siyasette doğru olanın yani çağın hukuk devleti ve demokrasi trendlerine uygun pozisyonların orta vadede bile engellenmesi mümkün değildir.

Burada yapılması gereken bence çok açıktır; Türkiye'de kendini, demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının önüne geçen bir ulusalcılık ile tanımlamaya gayret eden kesim kamusal yaşamın çeşitli alanlarında özgürlük ve zenginlik potansiyellerini hızla aşağıya çekerken, daha fazla demokrasi ve hukuk devleti talep edenler bu sarmala takılmamalı, bu sözde ulusalcıların yasakçı zihniyetine başka yasaklar ile cevap vermek yerine AB standartlarını zorlayan bir özgürlük ve demokrasi rüzgarını kalıcı kılmalıdırlar.

Her kesimin eline geçirdiği güç kadar kendi makbul ve gerekli yasaklarını yaşama geçirmek isteyeceği bir Türkiye ancak bir cehennem olabilmektedir; CHP, Anayasa Mahkemesi, vs gibi kurumlara egemen zihniyetten özgürlük açılımları konusunda artık zaten ümit kesilmiştir ama özgürlüğe daha fazla muhtaç kesimlerin de kendi doğruları istikametinde başka alanlarda aynı zihniyete yönelmeleri ortaya tam bir cehennem sarmalı çıkarmaktadır.

AKP için en uç olabilecek bir örnekten özellikel hareket edersek, İstanbul Lambda derneğinin, yani eşcinsellerin şiddet dünyasından çok uzak biraraya geldiği bir platformun mahkeme kararı ile kapatılmasına tepki vermeyenlerin benzer sınırlamalarla birgün karşılaşmaları da mukadder olabilmektedir.

Bugün yaşadığımız Türkiye hem eşcinsellerin derneklerinin kapatıldığı hem de reşit üniversiteli kızların başlarına taktıkları bir örtü nedeniyle yükseköğretim haklarından mahrum bırakıldığı bir Türkiye'dir ve bu gidişat çağın ruhuyla da uyumlu olmadığı için hepimizi çürütmektedir.

Lütfen kimse bana eşcinsellerin örgütlenme özgürlüğü ile yükseköğretim görme hakkının aynı şeyler olmadığını söylemesin zira bu şiddet içermeyen pozisyonlara yönelik yasakçı ve marazi zihniyetin nerede başlayacağı, nerede biteceği gerçekten belirsizdir.

Türkiye'nin 2008 fotoğrafı hem bir eşcinsseler derneğinin hem de türbanın on gün içinde yargı kararlarıyla yasaklandığı bir ülke fotoğrafıdır.

Devlet muhafazakarlığı işte tam da budur, yarın kime çarpacağı meçhuldür ama görüntü bir tımarhane görüntüsüdür.

 Kaynak: Star