Bir süredir üç Türkiye, iki Konya başlıklı yazılar yayınlıyorum. Bu ayırımlarımın temel nedeni ülkemiz Türkiye'nin çok çeşitli kriterlere göre farklı kesimlere ayrıştığını biraz da meseleyi basitleştirerek sunmaya gayret etmem.
Bugün de başka bir kriter bazında ama çok önemli olduğunu hatta belki de Türkiye'nin AB süreci içinde belirleyici olacağını düşündüğüm bir kriter üzerinden benzer bir ayrışmaya parmak basmak istiyorum.
Bu yazının Star okurlarının eline ulaşmasından iki gün sonrası geçen sene muhatap olmak zorunda kaldığımız e-muhtıranın birinci senesi.
Biliyorum yurttaşlar bu ülkede akıl sağlıklarını koruyabilmek için kötü şeyleri unutma konusunda muazzam bir psikolojik korunma mekanizması geliştiriyorlar ama tüm bunlara rağmen 27 Nisan e-muhtıra trajedisi ya da komedisinin unutulduğunu sanmıyorum.
Üstelik artık elimizin altında internet diye muazzam bir mekanizma var ve üç dakika içinde internet ortamından 28 Nisan 2007 ve sonrası gazetelere girip kimlerin bu trajikomik durum karşısında ne tavırlar aldığını hemen görebiliyoruz; yani artık 'unutma' pek söz konusu değil.
Benim sadece Star okurlarına değil tüm yurttaşlara naçizane önerim internet ortamından 28, 29, 30 Nisan 2007 günlerinin ve isterlerse daha sonraki günlerin gazetelerinin ne yazdıklarını, köşe yazarlarının ne dediklerini yeniden, aradan geçen bir sene sonra okumaları.
Bendeniz bu sabah üşenmedim, merkez medya diye adlandırılan gazetelerinin 28, 29 ve 30 Nisan 2007 günkü sayılarını, köşe yazarlarını tek tek okudum.
Ve gelecekteki Türkiye ayrışmasının işte tam da bu çizgiden oluşacağını bir kez daha çok net bir biçimde gördüm ve itiraf ediyorum bu yazıları, bu köşe yorumlarını okurken bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak kendimi gerçekten çok kötü hissettim.
Demokrat Parti'yi 1950'li yıllarda çok sevmeyebilirdiniz, bugün de AKP'yi sevmeyebilirsiniz, benim de çok önemli eleştirilerim var, ama bu partilere olan tepkilerinizi demokratik, meşru bir çerçeve içine çekmeyi öğrenemediğiniz, çok kötü bir türkçeyle yazılmış, ne dediği pek belli olmayan, buram buram yurttaşları tehdit etmek temelli bir e-muhtırayı haklı, meşru, kaçınılmaz ya da anlaşılabilir bulmaya başladığınız andan itibaren çok net söylüyorum, geleceğin Türkiye'sinde zihniyet olarak yeriniz olmayacaktır ve küme düşeceksiniz.
İktidar partisine demokrasi, hukuk, meşruiyet dışı olduğu kuşku taşımayan bir muhtıranın verildiği günler daha sonra kimler tarafından düzenlendiği daha iyi anlaşılacak olan sözde Cumhuriyet mitingleri için atılan manşetler 'Türkiye böyle miting görmedi', 'İşte miting kalabılığı' biçiminde.
Yukarıda 'sözde Cumhuriyet mitingleri' tabirini kullanıyorum zira cumhuriyet kavramını yönetimin babadan oğla geçmediği rejimler düzeysizliğinde değil, ancak demokrasi ve hukuk devleti kavramları ile taçlanırsa anlam taşıyacak bir rejim gibi anlama eğilimindeyim ve muhtıra destekçisi cumhuriyetçilerin cumhuriyetçi olmadıklarını, olamayacaklarını ismim gibi biliyorum.
Siz okurlardan istirhamım, andığım günlerde malum köşe yazarlarının yazılarını ve CHP'nin üst düzey yöneticilerinin demeçlerini bir kez daha okuyun ve içiniz sızlasın.
27 Nisan'da hangi görüşten olursa olsun siyasetçinin işini yaptığı zemine bir saldırı gerçekleşmiş idi; her türlü siyasi farklılıklardan bağımsız olarak bu zemini koruma mücadelesi vermeyen siyasetçinin siyaset yapma meşruiyeti biter ve göreceksiniz yakın zamanda Türkiye siyaseti bu meşruiyet düzleminde mutlaka yeniden şekillenecektir.
Basın için de durum bence çok farklı değildir.
Birinci Türkiye, içindeki tüm farklılıklara karşın, 27 Nisan'da demokrasiye ve hukuka sahip çıkma refleksi gösteren Türkiye'dir; ikinci Türkiye ise 27 Nisan'ı meşru göstermeye tevessül edenlerin Türkiye'sidir.
Bu ikinci Türkiye AB sürecinde tümüyle marjinalize olacak ve birinci Türkiye içindeki ayrışmalarla siyaset çok daha sağlıklı, meşru, demokratik bir zemine oturacaktır; 27 Nisan destekçilerinin AB muhalefetini, karşıtlığını böyle de okuyabilirsiniz.
Bu süreçte bürokrasi de evrensel tanımı doğrultusunda etkin ve doğru yerini alacaktır.
Kaynak: Star