27 Mayıs 1960, demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçti. Çok partili siyasi hayatı kesintiye uğratan bu darbe, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın haksız yere idamları, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, Demokrat Partili diğer bakan ve milletvekillerinin yargılanması, yıllarca hapislerde yatmasıyla sonuçlandı. 
 
Milletin temsilcilerinin boynuna geçirilen yağlı ilmek, kuşkusuz en çok millete ve demokrasimize zarar verdi. 49 yıl önce demokrasiyi rafa kaldıran şey; birkaç general, çoğu albay, binbaşı, yüzbaşı rütbesindeki bir cunta komitesinin millet iradesiyle oynadığı 'ilk askerî müdahale' ve hükümet darbesiydi. Genç Türkiye Cumhuriyeti çok partili hayata geçişinin 14. yılında çok derin bir sükut-u hayale uğradı. Oysa millet iradesinin tecelli ettiği 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinden sonra Türkiye'ye adeta yepyeni umutlar aşılanmıştı.

II. Dünya Harbi'nden sonra dünya ülkelerinde tek adam yönetimleri, tek parti hükümetleri bir bir devriliyordu. Türkiye'de de çok partili hayata geçiş tartışmaları çerçevesinde en hızlı gelişmeler 1940'lı yıllarda yaşandı. 7 Haziran 1945 günü Bayar, Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan'ın CHP içinde başlattıkları parti içi mücadele sonucu verilen Dörtlü Takrir, yeni bir siyasi oluşumun temellerini attı.

14 MAYIS 1950 MİLLET İRADESİNİN ÖNÜNÜ AÇTI

7 Ocak 1946'da kurulan Demokrat Parti (DP), seçim yöntemi tartışmalarıyla geçen 4 yılın ardından 14 Mayıs 1950'de milletvekilliği seçimlerini büyük bir çoğunlukla kazandı. Dokuz milyon seçmenin yüzde 53'ünün oyunu alan DP, TBMM'deki 487 sandalyeden 416'sını kazandı. Yirmi beş yıllık iktidarı terk etmek durumunda kalan bazı CHP üyeleri daha o günlerde ordu içindeki dostlarıyla görüşüp darbe ile yerlerini koruma peşindeydi. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'e göre, seçimlerden sonra bir grup yüksek rütbeli subay İsmet İnönü'ye,'verilecek bir emri olup olmadığını' sormaya gitmiş, rejimi devirebileceklerini iletmişti. Halkın infialinden çekinen İnönü bu teklifi reddetti. Ve Demokratlar iktidara geldi. Siyasi, sosyal ve ekonomik alanda atılımlar dönemi böylece başladı. DP iktidarının halk ve muhalefetle kurduğu iyi ilişki Türkiye'de demokrasi yolunda önemli adımları da getirdi. Milletle bütünleşen iktidar, vaatlerini tek tek hayata geçirdi. Herkesin şikâyeti olan askerlik süresi kısaltıldı, çıkarılan Af Kanunu ile 3 Mart 1924'te yurtdışına çıkarılan Osmanlı hanedanından kadın üyelere ülkeye giriş izni verildi. Toplanma hürriyeti, yurtdışına çıkış hakkı, yeni basın kanunu, din ve vicdan hürriyetine yönelik adımlar hızla geldi. 16 Haziran 1950'de ezanın yeniden 'Arapça' okunmasına izin verilirken, radyodan dini konularda konuşma yasağı kaldırıldı. Türbeler yeniden halka açıldı. Dini bayramlar kutlanmaya başlandı. İlköğretim okullarında seçmeli de olsa din dersi için kanun çıkarıldı. Demokratik ve politik rejimin öncüsü haline gelen DP, yıllardır beklenen ekonomik reformları da bir bir hayata geçirdi. Tek parti döneminin devletçiliği terk edilip yeni fabrika ve sanayi tesisleri inşa edilirken, KİT'lerin bir kısmı özelleştirildi. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kurulup, yabancı sermaye teşvikleri başlatıldı. Hayvan ve zirai mahsul vergileri kaldırıldı. On yılda ekili tarım alanları 23 milyar hektara; traktör sayısı 42 binlere çıktı. Kalkınma hızı yüzde 15'lere yükseldi. Memnuniyet her kesimi sarmıştı. DP ve CHP'li 20 işadamının 1954'te düzenlediği ortak toplantıda 'ticari hayatın siyasi ideolojiden uzaklaştığı, iktidar değişse de hızlı kalkınma ve refah yaşandığı' dile getiriliyordu.

CHP GERGİNLİĞİ TIRMANDIRDI, ÖĞRENCİLER AYAKLANDIRILDI

DP'nin yüzde 57 oy olarak zaferle çıktığı 1954 seçimlerinden sonra ilişkiler gerginleşti. İnönü ve Menderes'in arasını açmak için bir kesim canhıraş uğraşmıştı. 1956'dan itibaren basın ve üniversiteleri de yanına alan CHP siyasi gerginlikte sınır tanımadığını gösterdi. İktidarın "İstesek bugün çanlarına ot tıkayabiliriz." diyerek gözdağı vermesiyle birlikte tartışmalar TBMM çatısına taşındı. 1957 seçimleri sert bir hava içinde geçti. Kütük tartışmaları aylarca sürdü.

Menderes, bütün bu zorlamalara rağmen ölçünün kaçırılmayacağını, demokrasiye uygun tedbirlerin alınacağını ifade etmişti. Balıkesir ve Akhisar gezilerinde, "Memleketi ihtilallere, kardeş kavgalarına sürüklememek için kati azim sahibiyiz" diyen Menderes, Şubat 1959'da Londra'daki uçak kazasından sağ kurtuldu. Kazadan sonra iki parti arasında başlayan yumuşama 1 Mayıs 1959'da İnönü ve heyetine Uşak'ta yapılan saldırılar nedeniyle tekrar geriledi. İddiaya göre, İnönü'nün önü kesilerek öldürülmek istenmişti. İpler iyice gerildi. Bardağı taşıran son damla DP'nin talebiyle 18 Nisan 1960'ta CHP'nin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerini tespit için 'Tahkikat Komisyonu' kurulması oldu. İnönü'nün TBMM'de sarf ettiği sözleri ise adeta adres gösteriyordu: "Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır, bu yolda devam ederseniz, sizi ben de kurtaramam!" Bu sırada iki büyük şehir adeta kaynıyordu. Muhalefet ve öğretim üyelerinin art arda gelen açıklamaları neticesinde Ankara ve İstanbul'da öğrenciler yürüdü, olaylar çıktı. Sıkıyönetim ilan edildi. 21 Mayıs 1960'ta Harp Okulu öğrencileri hükümet aleyhine sessiz bir yürüyüş yaptı.

25 Mayıs'ta Başbakan Menderes, Tahkikat Komisyonu'nun işini bitirdiğini, kısa sürede raporunu Meclise vereceğini açıkladı. Aynı gün Meclis 20 Haziran'a kadar tatile girdi. Ancak muhalefet, DP'yi ülkede halkın sesinin duyulacağı tek merci olan Meclis'i kapatmakla suçladı. İki gün sonra darbe gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki birkaç general ve bir grup subaydan oluşan 37 kişilik Milli Birlik Komitesi, iktidara el koyarak bir hükümet darbesi yapmıştı. Cunta, ihtilali dört gerekçeye dayandırmıştı: "DP'nin demokrasiden uzaklaştığı, kendi yandaşlarına değişik ve ayrıcalıklı işlem yaparak halkı ikiye böldüğü, Atatürk inkılaplarından tavizler verdiği, DP'nin iktisadi hamleleri vatandaşlara görülmemiş bir kalkınma olarak takdim edilmekle birlikte suiistimallerle milletten gizlenen hadiseler iddiası". Koraltan'ın sayısız gayrimenkulleri, kimi vekillerin metresleri gibi çirkin iftiralar çarşaf çarşaf yayınlanıyordu. Oysa daha sonra ihtilal mahkemesinin bile beraat verdiği bu asılsız suçlamaların çoğu gazetelerin manşetleri, üniversite ve yargı çevrelerindeki kışkırtmalar; cuntacıların gizliden gizliye hayata geçirdikleri ihtilal projelerinden beslenmişti. 26 Mayıs'ı 27'sine bağlayan gece üç senedir bekletilen planlar uygulanmıştı. Ellerine kelepçe vurulan Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, Genelkurmay Başkanı Erdelhun, bakanlar, milletvekilleri Yassıada'ya götürüldü.

Peki ihtilal önlenebilir miydi? Bu sorunun cevabını verebilmek çok zor. Ancak Milli Birlik Komitesi olarak tarihe geçen, bu karanlık zihniyetin temsilcisi bir grup cuntacının yaşadıklarıyla ilgili ortaya çıkan bilgiler darbeye yıllar önceden karar verildiğine işaret ediyor. DP'nin 1954 seçim zaferiyle birlikte ilk hareketlilik başlamıştı askeriyede. 1955'ten itibaren belli başlı subaylar Yıldız Harp Akademisi'nde darbenin ilk tohumlarını atmıştı. 27 Mayıs cuntasının içinde yer alan subaylardan Orhan Erkanlı ve Faruk Güventürk de Milli Birlik Komitesi adıyla ihtilali yapan teşkilatın başlangıç tarihini 1955 olarak belirtiyor: "Bu komite bir ihtilal komitesidir. Bunun sonunda baş verip baş almak vardır." Tarihî vesikalara göre, 1955'ten sonra ordu içinde bu komitenin dışında da ihtilale yönelik hazırlıklar vardı. Ancak ihtilal için bir araya gelen bu gruplar nihai olarak Harp Akademisi'nde kurulan komiteye iştirak etti. Komitenin önemli isimlerinden Talat Aydemir'e göre 1957'de ihtilal kararlaştırılmış, ancak yeri ve zamanı belirlenmemişti. İhtilal hazırlığı yapılırken 16 Ocak 1958'de bir ihbar üzerine komite başkanı Güventürk ve 8 arkadaşı tutuklandı. Tutuklananlar arasında 13 Eylül 1957'de CHP'ye katılan emekli kurmay Albay Cemal Yıldırım da bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Bayar, 9 subay olayının ciddi bir darbe hazırlığı olduğu gerekçesiyle hükümetin olayın peşini bırakmamasını istemişti. Konuyu büyütmek istemeyen hükümet 9 subayı mahkemeye sevk etmekle yetindi. Oysa 9 subay olayı cuntacılar için ciddi bir darbe olmuştu. Ama komite yılmadan faaliyetine devam etti. Darbe için uygun zaman ve zemin bekleniyordu. MBK üyesi Orhan Erkanlı'nın şu sözleri dört yıl önceden başlayan hazırlıklara da ışık tutuyordu: "1956'da bir ihtimal düşündüğümüz ve hazırlıklı olmak gerektiği ihtiyacı duyduğumuz vazife günü yaklaşıyordu. Son olarak Ankara'da Türkeş'in evinde toplanarak ihtilâle karar verdik."

Cuntacıların gazetelerde yayınlanan röportajları da gizli komitenin 27 Mayıs'a giden yolda döşediği mayınları ortaya koyuyordu. Türkçe ibadet, çarşaf karşıtlığı, Atatürk devrimlerini koruma, darbe gerekçesiydi. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Albay Osman Köksal, 22 Mayıs'ta Celal Bayar'ı öldürmek için makamında beklemişti. Kurmay Yarbay Orhan Kabibay'ın itiraflarına göre ise 27 Mayıs'tan önce 25-26 Mayıs gecesi ihtilal girişimi yaşanmış ama Ankara'dan gelen emirlerle darbe bir gün tehir edilmişti. İhtilali tehir parolası da bir hayli ilginçti: "Washington'daki Dündar Saykan'ın oğlu ikmale kaldı." İstanbul'a sabah saatlerinde geçilen yeni parola darbe başlasın diyordu: "Emekli Sandığı'ndan istediğin parayı alıp telledim."

BAKANLAR TEKME TOKAT GÖZALTINA ALINDI

Cunta, Başbakan Menderes'i Eskişehir-Kütahya yolunda, Bayar'ı ise Çankaya Köşkü'nde kendisini korumakla mesul Muhafız Alayı komutanı eliyle tevkif etti. Tankların namlusu devlet adamlarının evlerine ve millete dönmüştü. MBK anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı. Menderes dahil bakanlar ve milletvekilleri kimi yerlerde tekme tokat gözaltına alınmış, aylarca süren mahkeme süresince ailelerine ve tutuklu sanıklara fiziki ve psikolojik işkenceler yapılmıştı. Darbeden sonra DP'ye karşı ciddi bir karalama faaliyeti başladı. Belediye başkan ve üyeleri takibe alındı. Yassıada dışında Gümüşsuyu ve Kayseri'deki cezaevlerinde de binlerce insan aylarca hapis yattı. Demokrat Parti'yi deviren cuntacılar, 25 Ekim 1961'e kadar ülkeyi yönetti. Emir komuta zinciri dışında gerçekleşen darbenin mesulleri kendi aralarında da anlaşamadı. Daha ilk günlerde iktidarı CHP'ye devretmek isteyen subayların başındaki Cemal Madanoğlu ile karşısındaki Alparslan Türkeş grubu arasında çıkan ayrılık bir grup subayın (14'ler) sürgünüyle sonuçlandı. Gerilim sürse hem ordunun içinde hem ülkede büyük çatışma yaşanacaktı. Aynı günlerde yüzlerce rütbeli subay da haksız yere cuntacıların eliyle emekli edilmişti.

En acı yaralar kuşkusuz Yassıada'da 592 kişinin yargılandığı ve 11 ay süren davalar sırasında açıldı. Menderes ve arkadaşları Köpek ve Bebek davaları gibi işi ayağa düşüren iftiraların yanında 19 ayrı davayla karşılaştı. Bütün davalar daha sonra Anayasa'yı İhlal Davası'nda birleştirildi. Kundakçılık, Kur'an baskısı, 6-7 Eylül olayları, Selanik'teki bombalama hadisesine varıncaya kadar her konu ve iftira adeta bir torbada toplanıp suçlama haline getirilmişti. Sıradan vatandaşların kendi aralarındaki kavgalara ilişkin dilekçeleri bile mahkemeye delil olarak sunuluyordu. Lütfi Kırdar'ın cenazesinde yürüyüp tekbir getirdiği için yakalanan 75 kişi Yassıada'ya tünel kazıp sanıkları kurtarmak istedikleri gerekçesiyle 'Tünelciler Davası'nda yargılanacaktı.

Yassıada'daki 70 avukattan biri olan Ferruh Bozbeyli, "Üç aylık Anayasa'yı ihlal davasının zabıtları bile tek kopya tek klasör sunulurdu." diyor. Sanıklara savunma hakkının bile kullandırılmadığı yargılamalar sırasında aralarında Lütfi Kırdar'ın da yer aldığı 5 kişi hayatını kaybetti. Yüksek Adalet Divanı 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Menderes, Polatkan ve Zorlu'nın infazları gerçekleştirilirken Bayar'ın cezası yaşından dolayı müebbet hapse çevrildi.

Menderes'in asılma kararı MBK içinde de tartışmaya neden olmuştu. Ancak infaz kararı çoktan verilmişti. Yaklaşan felaketi ilk fark eden yine Menderes'ti. 15 Eylül 1961 günü odasında uyku ilaçlarıyla intihar girişiminde bulunmuştu. Derhal revire kaldırıldı. Oğlu Aydın Menderes'e göre infazı hisseden Menderes vakit kazanmak istemişti. 16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan, bir gün sonra 17 Eylül 1961 sabahı ise Menderes İmralı Adası'nda idam edildi. Yakın tanıklarına göre 27 Mayıs darbesi sonrasında yaşananlar baştan sona bir öfkeydi. Hiçbir fikir, hukuk yoktu içinde. 1908 olaylarından bile milliyetçilik, ümmetçilik, Panislamizm, Pantürkizm gibi akımlar çıkmıştı belki. 27 Mayıs'tan çıkan tek şey öfke ve cinnet oldu. Adalet tesis etme adına Yassıada'da kurulan mahkemenin fikir babaları da maalesef üniversite hocalarıydı. Silah zoruyla yönetime el koyanlar 1,5 senede yıktıklarıyla, Yassıada'daki son kararla tazecik demokrasiyi ve millet iradesini yok edenler; 27 Mayıs ise darbelerin anası olarak tarihe geçti. İdamlardan üç hafta sonra, 15 Ekim seçimlerinde DP'nin mirasçıları Adalet Partisi ile birlikte üç parti oyların yüzde 62'sini alarak 277 milletvekili çıkardı. Millet, iradesine yeniden sahip çıktı.

Kaynak: Zaman