12 Haziran seçimlerinin üç sonucu: Doğu’daki feodal düzen ve vesayet sisteminin sosyal temelleri çöktü. Sosyal temelleri çöken siyasal sistemin değişmesi kaçınılmazdır. Meşruiyetini yitirmiş eski siyasal sistem, meşruiyeti oldukça yüksek bir Meclis’le ikame edildi. Bu Anayasa yapımı için en uygun tablo...

Seçimlerin üzerinden bir iki gün geçse de, esaslı bir seçim analizi bakımından henüz erken diye düşünülebilir. Yine de birkaç “erken” sonucu okuyucunun hak ettiğini düşünüyorum.

Birinci sonuç: Doğudaki feodal düzen ve bundan bağımsız olmayan vesayet sistemi sosyal temelleri itibariyle çökmüştür.

Gerek seçmen profili, gerekse aday profili açısından bakıldığında feodalitenin tasfiye olduğunu kabul etmek gerekir. 1927’den itibaren vesayetin batıda ve merkezdeki hegemonyasını doğuda feodal taşeronlara gördürme politikası çöktü. Toplumsal uyum, orta sınıflaşma ve liberalleşme eğilimi Kürt sosyal tabanının önemli bir kısmını Türkiye ortalamasını yansıtan siyasal akımların parçası haline getirirken, diğer bir kısmı da 100 yıllık vesayet sisteminin inkâr ve asimilasyon politikalarına tepki olarak ortaya çıkan kimlik siyasetine yöneltti. Her iki durum da bireyselleşmenin öne geçtiği ve zaman içinde, Kürt sorununun çözümüyle, doğudaki siyaseti belirleyeceğini söylemek gerekir.

Orta sınıfın siyaseti

Türkiye genelinde toplumsal farklılaşma, küresel ekonomi ile uyum, etkileşimin yarattığı diyalektik ekonomik gelişimle ve zenginleşmeyle birleşince, Türkiye’de 80’lerden sonra oluşmaya başlayan orta sınıfın siyaseti doğrudan etkilemesi kaçınılmaz hale geldi. Bu orta sınıf vesayet sisteminin toplumsal taşıyıcısı olan ayrıcalıklı kentsoylu sınıftan bağımsızdır, değişimin, liberalleşmenin ve istikrarlı bir şekilde küresel etkinliğe ulaşmanın dinamiğidir artık.

Vesayetin dayandığı tabanı orta sınıf olarak nitelendirme olanağı yoktur. Ayrıcalıklı kentsoylu sınıfı “orta sınıf”, “endişeli modern” kavramı üzerinden merkezmiş gibi sunmak işe yaramadı. Bu sosyal tabanı “sol” veya “sosyal demokrat” söylemlerle, ulusal ve uluslararası arenada güçlendirme çabası, bir yandan tabanda kıpırdama meydana getirirken, diğer yandan bu tabanı heterojenleştirdi ve ideolojik yeknesaklığını terk etme imkânını yarattı. Bu çerçevede vesayetin toplumsal tabanında dışa doğru bir açılma yaratamasa da, 2007’de başlayan çözülmeyi hızlandıracağı açıktır.

Bu gelişme önümüzdeki dönemin siyaset dilini, anlayış ve algılarını esaslı biçimde belirleyecektir.

Kabul etmek gerekir ki, vesayet sisteminin tepedeki figürleri ile Medya’nın önemli bir kısmı bu gerçeği görmekten halen uzaktır.

İkinci sonuç: Sosyal temelleri çöken siyasal sistemin değişmesi kaçınılmazlaşmıştır.Statüko’nun kendini dayandırabileceği sosyal tabandaki çözülme ve kendi karşısında konsolide bir “ötekiler” bloğu üretmiş olması, bu sistemin ayakta duramayacağını göstermektedir. 2007’de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi, 2010’da yargıda dönüşüm sağlayan Anayasa değişikliklerinin toplumda esaslı bir karşılık ve onay bulmuş olması şaşırtıcı değildir. 100 yıllık cari sistem, tüm kurumları, kurumsal tercihleri ve dayandığı ideolojik tercihleri itibariyle meşruiyetini kaybetmiştir. Ancak eski çökerken toplumsal güven ve geleceği inşa inancının tavan yaptığı da görülüyor.

Üçüncü sonuç: Meşruiyetini yitirmiş eski siyasal sistem, meşruiyeti oldukça yüksek bir Meclis’le ikame edilmiştir. Bu Anayasa yapımı için en uygun tablodur. İlginç olan bunda yüzde 10’luk seçim barajının esaslı bir paya sahip olmasıdır.Eski merkezler tükenirken, geçen on yılın ideolojik mücadelesinin belirlediği gerilim hatları kaybolmuş ve yerini, yeni siyasal yelpazelere bırakıyor. Bir yandan sistem çatışması üzerinden iktidara yürüyen toplumsal muhalefet, liberal ekonomik ve siyasal davranışların baskın olduğu bir yapıya evrilmekte, ürettiği siyasal aktörleri de bu yönde etkilemekte, sistemi dönüştürmeye zorlamaktadır. Diğer taraftan yüzü halen geçmişe dönük toplumsal tabanın ciddi bir kriz içinde olduğu görülmektedir. Buradan yeni bir toplumsal muhalefetin doğabilme ihtimali vardır. Kemalizm ve vesayet alışkanlığı, bu siyasal kesitin kendi genetiğinden kaynaklanan sorunlarını oluşturmaktadır. Ancak bu seçim bunun imkânsız olmadığını ortaya koydu. Buna parlamento performansları cevap verecektir.

Güçlü iktidar, etkin muhalefet

Baraj, vesayet aktörlerinin arzusu hilafına ötekileri Meclis’in dışına itemedi. Kimlik siyaseti üzerinden yürüyen Kürt muhalefeti Meclis’te önceki yasama dönemine oranla daha güçlü bir şekilde temsil edilecek. Yüzde 96’lık temsil düzeyi Meclis’in barajsız bir seçimde dahi olağan kabul edilebilecek bir düzeye ulaşmasını sağladı. Bu yönüyle baraj anlamsızlaştı. Diğer yönden barajın Türkiye siyasal haritası açısından tarihi bir işlev üstlendiğini söylemek gerekiyor. Dört parti dışındaki tüm partiler yüzde 1’in altında tutularak, siyasal merkezin güçlenmesi sağlandı. Meclis’e giren partilerin ise diğerlerini bünyesine alıp Meclis’e taşıyarak bir yandan heterojenleşmesi, diğer yandan siyaseten etkinleşmeleri sağlandı. Toplumsal taban çok rasyonel bir tutumla bu yakınlaşmayı sağlarken, geleneksel siyaset yapma yönteminde ısrar eden aktörlerin meşruiyeti çökertti.

Tarihi kararların verileceği ve yeni Anayasanın yapılacağı bir döneme girilirken, meclis hem azami bir çoğulculuğa dayandı, hem de güçlü ve etkin iktidar ve muhalefet iradelerini ortaya çıkardı. Bunun bir yandan toplumun çok bilinçli hareket ettiğinin kanıtı, diğer yandan da barajın hesap edilmeyen sonucu olduğunu teslim etmemiz gerekir. Evet, baraj konusunu yeni baştan düşünmemiz gerekecek.

Toplumun sesini merkeze almalı

Hasan Cemal’in deyimiyle yeni kazanıyor, eski kaybediyor. Bunun mantıksal sonucu da, “yeni”nin yeni toplumsal sözleşmenin ifadesi olacak bir “yeni” Anayasa’yla taçlandırılmasıdır.

Eskinin 100 yıllık ideolojik ve siyasal referansları, hukuksal ve akademik ön kabulleri ve iskeleti, yani kurumsal haritası olduğu gibi dururken, “yeni” anayasadan söz etmek mümkün değildir. Türkiye 21. yüzyılın önceliklerini, gereklerini, yöntemlerini, yükselen değerlerini ve kendi ihtiyacını okuyarak, bu ihtiyacı Türkiye ve dünya siyasal deneyimlerinin analizleriyle besleyerek, bütünüyle yeni bir kurumsal harita ortaya çıkarmalıdır. Anayasa bu kurumsal yapılanmayı sağlayacağı gibi, dünyanın her bir köşesindeki gelişmelere karşı hızla karar üretebilecek ve etkin olabilecek politikalar geliştirmesini de mümkün kılmalıdır.

Bunu eskinin diliyle ve bilgisiyle sağlama imkânı yoktur. En sağlıklı siyasal sağduyuya sahip olduğunu bir kez daha gördüğümüz Türkiye toplumunun taleplerini ve önerilerini merkeze almak bu imkânı bize sağlar.

Kaynak: Star