Benim yurda dönüş konum, son iki yılda medyada bir hayli tartışıldı.

Son günlerde bu konu yeniden ısındı. Bu nedenle dönüşe ilişkin karar ve düşüncemi bir kez daha yazıp okurlarıma iletmek gereğini duydum. Ben yurt dışına iki kez çıktım, ikisinde de zorunlu olarak.

Birincisi 12 Mart döneminde, 1972 yılındaydı. Darbeden sonra iki dava nedeniyle (TİP ve DDKO) tutuklandım ve bir yıla yakın tutuklu kaldım. Serbest bırakıldığım dönemde yeniden tutuklama kararı çıkınca yurt dışına çıktım. İki yıla yakın süre yurt dışında kaldım.

1974 affı, şu günlerde hayata veda eden Erbakan’ın engellemesi nedeniyle biz solcuları ve Kürt sorunuyla ilgili yargılananları kapsamadı. Ama Anayasa Mahkemesi, yasaya konmuş olan istisnayı eşitlik ilkesine aykırı bulup bozdu, böylece biz de aftan yararlandık. AYM kararı çıkar çıkmaz ülkeye hareket ettim.

İkinci kez yurt dışına çıkışım Mart 1980, yani 12 Eylül darbesi öncesidir. Kürdistan Sosyalist Partisi’ni kurmuş ve yoğun bir çalışma içindeydik. Darbenin ayak sesleri duyulur olunca arkadaşlarım güvenlik nedeniyle yurt dışına çıkmama karar verdiler. Zaten çok geçmeden darbe oldu, ben de aranır duruma düştüm.

12 Eylül bizi yurtsuz etti

Bu kez de baskı döneminin çok sürmeyeceğini, en çok 3-4 yıl içinde ülkeye dönüş koşullarının oluşacağını düşünmüştük. Yanıldık. Cunta geri çekildiği zaman da gelen sivil yönetimler onun oluşturduğu çarka dokunmadılar. Cuntanın topluma giydirdiği deli gömleği

-1982 Anayasası, ona paralel çıkarılan yasalar ve oluşturulan kurumlar- süregeldi, hatta zaman zaman ağırlaştırıldı.

Böylesi bir ortamda ülkeye dönemedim ve siyasal çalışmamı yurt dışında sürdürdüm.

Aradan 30 yıldan fazla zaman geçti. Baskı rejimi bir şeyi çözemedi. Ülke bir şiddet sarmalına girdi ve bugünlere geldik. Toplum çok acılar çekti. Elbet bu arada hayatın zorlaması, Kürt ve Türk demokrasi güçlerinin mücadelesi ve dış etkenlerle, olumlu değişiklikler de oldu. Kürt sorunu ülkede artık yaygın biçimde tartışılıyor. Kürtçe basılan kitapların, dergi ve gazetelerin yanı sıra, TRT’nin bir kanalı Kürtçe yayın yapıyor. (Devlet kanalı olduğu için bunun özelliği ve önemi var.) Bazı üniversitelerde Kürt dili öğrenimi yapılıyor. Geçmiş dönemde halka karşı suç işlemiş olan JİTEM ve Kontrgerilla mensubu kimileri, yeni darbeci adayları, mahkemelerde hesap vermeye başladılar.

Kürt sorunu elbet çözüm bulmuş ve ülke tam demokratikleşmiş değil, bu konudaki mücadele devam ediyor. Ama mücadelenin legal araçlarla sürdürülmesi için oldukça elverişli bir ortam var. BDP-DTP kesimi, içi pek dolu olmasa da, “özerklik” isteminde bulunuyor. HAK-PAR ise programında federasyon istemine yer vermiş ve Anayasa Mahkemesi bunu yasalara uygun buldu. Bu önemli bir kazanımdır.

Şartlar artık oluşmuştur

Bu arada benim üzerimdeki medya ambargosu da ikinci kez kalktı. (İlk kez Özal döneminde, iki yıla yakın bir süre aralanmıştı). Görüşlerim çeşitli dergi ve gazetelerde, TV kanallarında kamuoyuna yansıyor. Böyle bir ortamda ülkeye dönüşü düşünmem doğal değil mi?

Kimi tanıdık ve dostlarım bunu hâlâ riskli buluyorlar. Olabilir. Ben geçmişte yıllarca ülke içinde mücadele ederken risk almadım mı? Yurt dışında bile risk yok mu? Risk varsa herkes için var ve onu içerdekilerle paylaşmaya hazırım.

Bazı tanıdıklarım ve dostlarımsa dönmekte geç bile kaldığım kanısındalar. Örneğin rahmetli Abdülmelik Fırat, hayattayken kaç kez beni telefonla arayarak veya yüz yüze görüşmelerimizde dönmemi istemiş, buna bir engel olmadığını söylemişti. Elbet, dönüşüm konusunda spekülasyon yapan, kötü niyetliler de az değil. Bunlara göre yurt dışında oluşum suç, dönüşüm de suç... Onların işleri, rolleri budur; kendilerini ciddiye almıyorum.

Öte yandan, dönüş yalnızca benim sorunum değil. Ben kendi payıma, 12 Haziran seçimleri sonrası ülkeye dönmeyi planlamış bulunuyorum. Ama sürgündekilerin durumu bir değil. Ayrıca, cezaevlerinde pek çok siyasi tutuklu var. Barış ve yumuşama ortamı yaratıp değişim ve demokratikleşme sürecine katkı sağlamak isterken onların durumunu da göz önüne almalı.

Hükümet dönüşleri sağlamak istiyorsa, bunun için Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın ağzından iyi niyetli çağrılar yapmak yetmez. Dönecekler için kovuşturmalar, ağır ceza tehditleri olmayacağının güvencesi ne? İnsanlara “buyrun gelin, cezaevine girin” denmez... Bunun için öncelikle yasal durum iyileştirilmeli. Bu ise Hükümet’in ve Parlamento’nun elinde. En başta, daha fazla gecikmeden -aradan 30 yıl geçti- 12 Eylül cunta anayasasının yerine çağdaş standartlara uygun, sivil ve demokratik bir anayasa yapılmalı. 12 Eylül’ün hukuksal -gerçekte hukuk dışı- alt yapısı tasfiye edilip toplum demokratikleştirilmeli.

Bir genel af çıkarılmalı. ‘Af’ sözünün söz konusu sanatçı ve aydınlarda alerji uyandırması mümkün. Ben kendim de böyle düşünüyorum. Çünkü biz, pek çoğumuz, haklı bir dava için, özgürlük, eşitlik ve demokrasi istediğimiz için, bazılarımız cezaevlerine, bazılarımız sürgün yollarına düştük, bazılarımız ise yargılı ya da yargısız infaz edildik. Kendimizi suçlu saymıyoruz. Biz mağduruz. Şimdi bunun giderilmesi söz konusu. Öte yandan bu mağduriyeti gidermenin yolu hukuksal planda genel veya siyasilere özgü ‘af’ ise, bunu da doğal karşılamak gerekir. Sorun bir adlandırma meselesi değil. 

Ama elbet, sürgündekilerin dönüşü, hapistekilerin özgürlüğü sorunu, aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesi ve özellikle Kürt sorununun çözümüyle bağlantılı olarak ele alınmalı. Yumuşama ve barış için uygun ortamı sağlayacak olan budur. Kürt sorunu ise salt bir dil sorunu değil, çok boyutludur; ekonomik, siyasal, kültürel yönleri var. Pek çok kez söylediğim gibi, adil ve kalıcı bir çözüm ancak eşitlik temelinde olabilir ve bu da federatif çözümdür.

Açılım süreci canlandırılmalı

Hükümet eğer gerçekten ülkeyi on yıllar süren yanlış politikaların oluşturduğu bu yaradan kurtarmak, bu düğümü çözmek istiyorsa, sorunu böylesi geniş bir ufukla ele almalı, köklü, cesur adımlar atmalıdır. Dünyanın başka yerlerinde bu tür etnik sorunların çözüm örneklerinden yararlanmalıdır.

Yüzyılı aşkın yanlış uygulamalar ve özellikle son 30 yıldaki kirli savaş dönemi toplumda, hem Kürtler hem Türkler arasında fanatizmin yer etmesine, güvensizliğe, korkulara neden oldu. Bunu aşmak için her iki kesimde siyaset adamlarına ve aydınlara görev düşüyor. Her iki halkın özgürlük ve mutluluğunun eşitlik temelinde bir barışa, geniş bir demokrasiye bağlı olduğunu topluma kavratmak, böylesi bir güven iklimi yaratmak zorundayız.

Hükümet, Kürt sorununun çözümü için başlatılan açılım sürecini canlandırmalı. Kanımca, yapılması gereken işlerin başında şiddeti sona erdirmek, böylece siyasetin ve diyalogun yolunu açmak geliyor. Bunun için karşılıklı olarak silahları susturmalı. Bu aşamadan sonra şiddet çözümün önünde sadece engeldir.

Kaynak: Star