Televizyonda 3 Yüz isimli programı izliyorum; Vivet Kanetti, Ayşe Böhürler, Özlem Gürses, dünya olaylarını sohbet havası içinde yorumluyor. Farklı bir sabah programı; ılık, gerilimsiz, sıkmıyor, bilgilendiriyor. 3 Yüz, ülke ve dünya gündeminde dolaşarak yorumlar yapıyor. Sonra sıra o habere geliyor: Diyanet İşleri Başkanlığı yenilerde bir fetva vermiş, topuklu ayakkabılar üzerine: Topukların çıkardığı ses erkekleri tahrik edebilir...
Olabildiğine yoruma açık olduğu ölçüde erkek zihinlerini olduğu kadar kadın zihinlerini de bulandırabilecek bir açıklama bu. Yüksek topuklar ses çıkartır; bunu Ömer Seyfettin de anlatmıştı, ama düz topuklarla da sessizce yürüyemeyebilir, delişmen ya da spormen bir kadın. Öyleyse ne olacak; topuklarından iyi kötü bir ses yayılan kadın sokağa çıkmasın mı, parklarda yürümesin mi, çalıştığı fabrikaya gitmesin mi? Bir evin ekmek parasını ille de erkek kazanıyor, denilemez. Kaldı ki sokağa çıkma isteğinin tek açıklaması olması gerekmiyor da, ekmek parası kazanma gereğinin...
Kadınlara sokakları yasaklayan mantığı hükümsüz bırakacak ferahlıkta ayetler var neyse ki... Yeryüzünde gezip dolaşarak geçmiş kavimlerin izlerinden ibret almamızı istiyor, Rabbimiz.
"Erkek zihnini tahrik edebilme" ihtimali ise, kadınların özgürlüklerini, zevklerini, varolma düzeylerini olabildiğince kısıtlayabilecek yorumlarla genişletilebilir bir mümkünler/ihtimaller alanını işaret ediyor.
Yüksek topuklar gibi düz topukların çıkardığı ses de tahrik edebilir erkeği ve ayrıca bir kadının türküde derinleşen sesi kadar, rap söyleyen, hatta ağıt yakan sesi de...
Bu konuda kadından beklenilen korunma ve saklanmaya dönük özenin radikal sonucunun, onun fiziksel varlığını bütünüyle yok ederek kendini toprağın altına gömmesi gibi bir çözüme vardığını öne sürebiliriz, ama bu da yetmez. Erkek muhayyelesi pekâlâ toprağın altındaki kadın için de çalışabilir. Bunda kadının kusuru ne öyleyse...
Bu tartışmanın muhtevası, 80'li yıllardan itibaren yeniden müslümanlaşma tecrübesini yaşayan İslamcı gençliğin kadın-erkek ilişkilerini belirleyen bir etkiye sahip olmuştur, en azından başlangıçta. Bir de Gazali kitaplarını okuyunca takvalı dindar genç kızlar; okulları, iş yerlerini, bazen de onları başörtülü olarak kabul etmeyen ailelerini terketmeyi göze aldıran bir yeniden doğma faaliyeti içinde, bir de kendilerini sokaklarda görünmez kılmanın yollarını aramaya başlamışlardır.
İslami kesimde kadın ve erkek ilişkilerinde yaşanmış tutukluğun bir nedeni olmuştur, ev dışında her alanda kadını görünmez kılmaya dönük arayışlar.
Dindar kadın başını benimseyerek örterdi, bol da giyinirdi, erkeksi adımlarla yürür, sert bir sesle konuşurdu; yine de görünürdü, nasıl olursa olsun bir renk, bir desen, bir ses yüzünden yanlış bir şekilde görünürdü ve kimi gazete yazarları hâlâ topuk seslerinden söz ederek kadınları sokaklardan çekilmeye çağırırdı.
Adam bakışlarını sakınmazdı, kadını görürdü, siyah çarşaflı olarak bile görür ve ne kadar çekici olabileceğinden söz ederdi. Kadın bunu duyar, utanır, bedeninden, cinsel kimliğinden utanır, varlığını yok etmek, ölmeden önce başka bir şekilde ölmek isterdi.
Dindar kadın Allah'ın rızasını gözeterek bol ve uzun bir giysiyle çıkardı sokağa, ama giysi mesela yırtmaçlı olurdu. Bu kez de hemcinslerinden yükselirdi eleştiriler. Farklı olmaktan kaçınmak gerekirdi. Bütün kadınlar aynı renk ve kesimi olan kıyafetlerle çıkmalıydı sokağa.
Müslüman toplumlarda mevcut olan kadın-erkek ilişkilerindeki baskın yaklaşıma göre, bu ilişkilerin düzeni özellikle kadının korunma çabasıyla yürüyecektir. Buna karşılık modern dünyanın bu konuyu bir empatiyle kavramaya çalışan müslümanları, ilişkilerdeki saygınlığın ve mesafenin korunmasında olduğu gibi iffet ve namus kavramlarının korunmasındaki çabada da iki cinsi eşit derecede sorumlu buluyorlar. İlk yaklaşım kadınla erkeğin farklılığı yorumu üzerine temellenirken, kadının hayat tarzını ve varlığını erkeğin taleplerine göre tanımlayan erkek merkezli bir kültüre atıfta bulunuyor. İkinci yaklaşım bu cinsiyet farkını önemsemekle birlikte, iki cinse akıl ve irade konusunda hakkaniyeti gözetecek şekilde denkleşen bir sorumluluk yüklüyor. Bu dengeli sorumluluk beklentisinin İslamiyet'in temel ilkeleriyle uyumlu olduğunu gösteren pek çok ayet var Kur'an'da ve Hazret-i Muhammed (S.A.V.)'in hayatında.
Yaşanılan tecrübeler bir yere kadar tesirli oluyor, İslami literatürün, daha çok da menkıbelerin ve zayıf hadislerin seçilmiş üstün erkek duygusuyla okunması, yeni kuşakları bir kez daha aynı kolaycı yargıda buluşmaya götürüyor: Erkek tahrik olmasın diye, kadın sokaklardan çekilmeli...
Erkeği tahrik etme korkusunun (utancının) dindar genç kızların hayatlarında ortaya koyduğu en az iki belirgin sonuçtan söz edebiliriz: Bedeninden (kadınsal varlığından) duyulan utanç, sokaklardan duyulan korku.
Bu bağlamda mevcut olan kötümser bakışın dindar erkekleri sürüklediği noktalardan birisi, kadın-erkek ilişkileri bağlamında orta yaşlarda yaygın olarak görülen savrulmalardır.
İslam fıtrat dinidir ve orta yol dinidir de... Kadın giyiminde de konulan ölçüler Kur'an'da açıkça belirtilmiştir.
Şimdi gelelim zihinlerde belirdiğini tahmin ettiğim o soruya: Peki ben, tesettürlü bir yazar olarak tesettürü nasıl anlıyorum...
Bu soruya gelecek yazımda cevap vermeyi umuyorum...