Yorgun bir yaz ikindisi… Gölgelere çekilmenin bile serinlemek anlamına gelmediği nemli bir İstanbul yazı. Eskiden bu aylarda nem kalmazdı. Sıcak olsa da nemi atması gerekirdi diye düşünerek parkın içinden hızla geçiyorum.

Yorgun argın banka oturan her yaştan insan gün biterken esmesini umdukları serinliği bekler gibiler. Emekliliğinin tadını bir parkta, ağaç altında geçirerek çıkarmak isteyenlerle bir türlü bitmek bilmeyen günün sonunda eve dönüşün ağırlığıyla bir kenara çökmüş genç işsizlerin hüzünlü çehreleri…

Her türden hayat hikayesini dinlemekten bıkmayan, kendi halinde sessiz köşelerinde ne sırlara vakıf parkın ortalık yerinde çocuklar televizyonda izledikleri film kahramanlarına özenerek oyun oynuyor. Her bir çocuk bilgisayar ekranından parka fırlamış gibi. Çocukluk sanki kalktı. Top oynayan çocukları görünce seviniyorum, beton yapılar arasında da olsa çocuk kalmayı başardıkları için… Onların hikayesi şimdilik bilgisayar oyunlarındaki kahramanların, uzaylıların seslerine yüklenmiş.

Tam parkın çıkışına yaklaştığım sırada iki kadının sırtlarını parkın alçak duvarına vermiş yan yana oturduklarını fark ettim. Görünüşte hiçbir fevkaladelik yok. Ama neden ilgimi çekti ki? Çimlere rahatça ayaklarını uzatarak oturmalarından mahalle sakinlerinden iki ev kadını olduğu anlaşılıyor. Parkın içinde aralarından geçtiğim onlarca insan arasında özellikle ilgimi çeken çehrelerin dışında bu iki ev hanımında ilgiye değer hiçbir şey olmamasına rağmen dikkatimi çekmelerini tuhaf karşılamamış da değildim… Bunları daha düşünmeden yanlarından geçip kaldırıma çıkıp başımı çevirdiğimde olayın sırrını keşfettim. Kucaklarına aldıkları dizüstü bilgisayar üzerinden bir birbirleriyle muhabbet ediyorlar.

TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ