Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu , Chicago’daki NATO zirvesinde ülkesinin, Suriye krizinin sürmesi ve şiddetlenmesi karşısındaki endişesini sunmuştu. Davutoğlu, PKK ile Suriye rejimi arasındaki ilişkilerin canlanması üzerinde durdu. Türkiye’nin bu konudan başka Kürt sorunu, Ankara’nın bölgesel rolü, Suriye’deki ve dışındaki çıkarlar manzumesi de dahil daha birçok endişesi ve hesapları olduğunu biliyoruz. Bu çıkarları anlıyoruz, endişelerin hassasiyetinin de farkındayız.
Türkiye , Suriye konusunu ele alış biçiminde ‘masum olduğunu’ iddia edip kurban rolüne bürünemez. Zira Türkiye -Suriye sınırı ‘mücahitler’, ‘kaçakçılar’, ‘direnişçiler’, ‘silahlı kişiler’, ‘muhbirler’ ve ‘ istihbaratlar’ için güvenli sığınaklara dönüştü. Sınırdan silah sokuluyor ve silahlı kişiler, sınırdan Suriye topraklarına geçiyor. Dinlenmek veya daha iyi eğitim almak isteyen Türk hükümetinin gözü önünde Türk topraklarına geri dönüyorlar. Lübnanlı rehineleri kaçırmakta şüpheli bulunanlardan ‘Patrik’ lakaplı biri, Lübnan televizyonunda, Suriye devrimi öncesi ve sonrası profesyonel kaçakçılık hikâyesini anlattı.
1998’de Türkiye -Suriye krizi patlak verdiğinde, Türk dostlarımızın yanında durduk; Suriye rejiminden PKK ile bağlantısını kesmesini istedik. Bu durum, Suriye’yle sorun yaşamamıza yol açtı. Suriye, yıllarca topraklarına girmemizi yasakladı. Sonra ikinci kez yine yıllarca Suriye’ye giremedik. O zaman dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in davetine icabet etmiştik. Türkiye ’ye yaptığımız ilk ziyaretti. Birçok parti lideri, milletvekili ve uzmanla görüşme imkânımız oldu.
İkili ilişkilere dönülmesi bizi mutlu etti. Sadece Suriye değil, Türk-Arap ilişkilerine dönüşün de başlangıcı olduğunu düşündük. Derken iki ülke arasında Suriye krizinde anlaşmazlık başladı. Krizin ilk dönemlerinde Türkiye ’nin, Suriye lideri Beşşar Esad’a ‘nasihatlerini’ ve esnek diplomasi araçlarını kullanmaktaki kararlılığını gördük. Sonra Türk tavrı değişti ve Ankara, Suriye rejiminin kendi nasihatlerini kabul etmemesine ve Suriye’yi vuran krizi inkâr etmesine yönelik tepkilerinde ileriye gitti.
 
‘Kürt Baharı’na doğru
Suriye’de değişim istendiği malum. Ancak burada ‘bedeli ne olursa olsun gerçekleşecek bir değişimden’ bahsetmiyoruz. Biz Suriye haritasının değil, rejimin değişmesini istiyoruz. Suriye için Anbar krallığını veya Taliban emirliğini getirecek karanlık bir emirlik değil, özgür, demokratik ve çoğulcu bir gelecek istiyoruz.
Ankara ’nın söylemleri, Türkiye ’nin ve bizim aynı şeyi istediğimiz hususunda umut vaat etmiyor. Ankara’nın Suriye krizindeki müttefikleri, Arap dünyasındaki en totaliter ve keyfi rejimler. Türkiye , aşırı ve köktenci güçlere kendi toprakları üzerinden Suriye’de fitneyi yayma izni veriyor. Türkiye , bölgesel baskılar ve mezhepçi bölünmeye mahkûm rollerin çekişmesi altında, Irak ve Suriye’deki Kürt oluşumuna yönelik endişelerini yutmak zorunda kalıyor. Türkiye , Suriye dosyasını NATO stratejilerine sokmaya çalışıyor. NATO ’dan gelecek hayrın ise Suriyelilerin ve demokratik projenin lehine olacağını sanmıyoruz.
Türkiye ’nin bu ‘müdahaleleri’ inkârı kabul edilemez. Raporlar bu suçları doğruluyor. Peki Türk diplomasisinin Esad rejimini suçlaması yeterli mi? Ankara’nın politikaları, Suriye’nin özgürlüğüne ve demokrasinin geleceğine hizmet eder mi? Ankara , Esad’ı gönderme amacını haklı çıkarmak için her aracı kullanırken, uzun vadeli çıkarlarına hizmet ediyor mu?
Durum bu haliyle kalırsa, Esad rejimi sona erecek, ancak yeni Suriye, Türk modelinin önceki sevdiğimiz yapısıyla bir kopyası olmayacak. O zamanlar Türk modeli, sorunları kızıştırmak yerine sıfırlıyordu. Türkiye ’nin, füze kalkanı yerleştirilmeden önce Irak savaşında bağımsız tutumu vardı. NATO’nun baskılarına ve Washington’la kazanılan stratejik hesaplara olumlu karşılık vererek İsrail’e yönelik bitirici tutumu vardı.
Yeni Suriye, Taliban emirliklerine daha yakın olacak. Ankara ise Kuzey Irak ’ta erken başlayan ve Suriye’nin kuzeydoğusunda da durmayacak Kürt Baharı’yla mücadele edecek.
 
(Ürdün gazetesi Düstur, 11 Haziran 2012)


Kaynak: Radikal