1999 yılının son günleriydi. Bişkek`te Sarıçicek otelinde sokağa yüksek sesli yayın olarak verilen Rus opera müziği ile uyandığımda canım fazlasıyla sıkılmıştı. Geniş bulvarlar, parklar, geniş caddeler, Avusturya mimarisiyle yapılmış tiyatro ve opera binaları ve bir de evlerin dış cephelerinde desen desen işlenmiş mitolojik insan ve hayvan suretleri. Sovyet Rusyası`nın dağıldığını düşündüğümüz bir dönemde, güya bağımsızlığını yenice kazanmış Kırgızistan`da ayrılıştan tam 9 yıl sonra Rus kültürünün nasıl da dipdiri kalabildiğini açıkça gösteriyordu. Bir saat kadar sonra, sokakta yürüyen kalabalığa karışarak giydikleri milli kıyafetleriyle kalabalıktan farklılaşan yaşlı bir Kırgız çifte -bildiğim halde- neyi kutladıklarını sordum. Alman Faşizmine karşı bütün Sovyetlerin kahramanca direnip düşman Almanları nasıl yendiklerini gururla anlattı yaşlı adamcağız. Sovyetlerin, büyük şehirlerini Nazi’lerin elinden ABD`nin savaşı girmesiyle ancak kurtarabilen Rusya`nın "Zafer Günü ve Alman işgalinden Kurtuluş Günü"nü, aksakallı, takkeli bir Kırgız köylüsü huşu içinde kutlayabiliyordu.Bunun nasıl bir propoganda gücü olduğuna şaşırmıştım. Almanya ile aralarında 6 bin km. mesafe olan bir ülkenin insanlarına Rusya`nın ve milli menfatlerinin zaferini kutlatabilmek büyük bir ideolojik başarıydı. O günlerde hala, Lenin’in heykelleri de tabii bütün sâbık Sovyet coğrafyasının sözde bağımsız ülkelerinde dimdik durmaktaydı.

Kırgızistan`da o günlerde Devlet televizyonundan Putin`in devlet başkanlığına geliş seremonisini baştan sona izlemiştim. Sovyetlerin soğuk ideolojik imajının aksine, daha renkli, daha derin ve bambaşka bir Rusya`nın temellerinin atıldığı ortadaydı. İzlediğim, aslında, açıkça, yeni Rus Çarı`nın tahta çıkış gösterisiydi. Kazak (Kodzaki) süvarileri, kırmızı halılar, milli kıyafetleri içinde Rus kız ve delikanlıları ve bir de en önde sıralanmış Ortodoks papazları... Tablo; milliyet ve dinle kavgalı Sovyet döneminin veya Kominizmin tam aksi yönünde bir görünüm arz ediyordu. O gün Putin, canlı yayında Ortodoks Piskoposu tarafından kutsanarak tahta geçti. Konuşmasında ise, Rus Çarlığı dönemini, Sovyet dönemini ve Sovyet sonrası dönemini tamamen kucakladığını söyleyerek Çarlıkla kavgalı Sovyet dönemini kendi şahsında barıştırmıştı. Kapitalizmle yüzleştikleri bu yeni dönemle de herhangi bir meselelerinin olmadığını ve bütün bir Rus tarihiyle barıştıklarını açıklıyordu. Bunun açık anlamı, Rus etnik kimliği merkezli yayılmacı yeni bir imparatorluğun ilan edilmesiydi.

Sovyetlerin dağılmasından önce Orta Asya ve Kafkasya Cumhuriyetlerinin Rusya için ekonomik ve siyasi bir yük oluşturduğunu ve bunlardan ayrılarak kurtulunması gerektiğini söyleyen Rus entellektüellerinin sayısı hiç de az değildi. Gerçekten de Cumhuriyetlerin her birisinin ayrılması Sovyet enkazı tarafından belki de bilerek sadece izlemekle yetinildi. Rusya`nın ağırlıklarından kurtulduktan sonra kendi içerisinde birliğini sağlayacağı, ekonomisini güçlendireceği ve kaybettiği topraklarda yeniden nüfuz kazanacağı beklentisiyle milliyetçi Ruslar da buna katlanmışlardı. Putin’in Rusya’sı ülkenin yeniden ayağa kalkması adına içeride basının susturulmasından, siyasi cinayetlere, muhalif işadamlarının sürülmesi ve hapse atılmasına kadar her türden gayrimeşru adımı ulusal politika adına birbiri ardına attı. Diğer yandan, içeride problemli gördüğü Tataristan`la anlaşma imzalamak suretiyle, Çeçenistan`da silah zoruyla, diğer özerk cumhuriyetlerde ise kendi yerel kadroları üzerinden nüfuzunu tekrar kazandı. Çeçenistan, İnguşetya, Dağıstan gibi Rusya için hala problemli bölgelerde entegrasyon için gerçek bir çözüm üretemeyen Rusya, Güney Osetya ve Abhazya`yı Gürcistan`dan bir çırpıda koparıverdi. Bütün bu süreçlere müttefikler ve NATO sadece memnuniyetsizliğini dile getirerek cevap verdi.

Henüz bir kaç gün önce NATO`nun Karadağ`ı kabulü ve nüfuz alanını geliştirme sinyallerini vermesinin, Rusya cephesi bakımından bir tehdit olarak görüldüğü diplomatik seviyede açıkça söylendi. Özetle Rusya da, eski sınırlarına, gücüne ve Sovyet dönemindeki eski nüfuz sahasına yeniden kavuşmak için elinden geleni yapıyor.

Rusya`nın Ukrayna ve Kırım işgallerinin dumanı bugün hala tütüyor. Bugün Dünyayla birlikte ülkemizin de çoğu Kırım`ın Rus değil, Ukrayna toprağı olduğunu mırıldanıyor. Ama kimsenin aklında Kırım`ın yüzlerce yıl Müslüman Tatarların yurdu olduğu gelemiyor.

Bugun de Suriye`de Türkmendağı üzerinde yoğun saldırılar devam ediyor. Türkmendağı uluslararası büyük hesapların bir parçası olmadığından bir türlü dünya gündemine Kobani ölçeğinde giremedi. Aynen stratejik olarak değersiz görülen diğer Suriye şehirlerinin kaderi gibi... Şimdi burada yine yeni mülteciler, yeni kaybedilmiş hayatlar, ümitler ve hasretler doğacak. İnsanlar zorla, nesillerdir yaşadıkları evlerinden, yüzlerce yıldır yerleştikleri topraklardan, yani Ortadoğu`dan çıkarılacaklar.

Halbuki küresel güçlerin artık kendi topraklarına dönmesi, sınırlarının binlerce kilometre uzağındaki ülkelere müdahale alışkanlığından vazgeçmesi gerekiyor. Ülkelerin egemenlik hakları ve bağımsızlıklarını sanki 19. yüzyılın ulus devlet modeline aitmiş gibi düşünmek, bu ülkelerin içlerinde de dışlarında da yeni tartışma ve kontrolsüz alanların ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Rusya`nın, bizim sınırımızın hemen dibinde, sınırdaş olmadığı bir ülkede operasyonlarına ısrarla devam etmesi, bölgede kabadayılık yapması, sınır ihlallerinde uçak düşürülene kadarki umursamazlığı, Türkiye açısından kaldırılabilir bir durum değildi. Fakat, yine de unutmayalım: büyük devlet olmak demek; ani refleksler göstermek değil, uzun vadeli ve uzun soluklu bir yürüyüş planlamak demektir. Tarih şuuru, bize coğrafyanın ancak tarihle birlikte okunması halinde strateji üretilebileceğini, aksi halde günlük retorik dışına çıkamayıp sığ kalınabileceğini gösteriyor.

Coğrafyamızda, hükümranlık haklarımızı ve gururumuzu çiğnetmemeliyiz. Ne var ki, bize gereken ferdî çapta veya ülkeler çapında macera arayışları değil, insanları ve toplumları kendi kimlikleriyle huzur ve sükun icinde geleceğe taşıyabilmektir. Bunun için; makul mecra arayışlarına ve Türkiye`nin "uzun yürüyüşü"ne ısrarla devam etmeliyiz.