Evrensel normlarda bir demokrasiye kavuşmadan ülkemizin normalleşmesi mümkün değildir. Çağdaş ve modern bir hukuk devleti olabilmemiz ancak demokrasi standardımızı yükseltmekle mümkün olacaktır.  
 
Mevcut siyasi anlayışla, bugünkü askerî, sivil ve yargı bürokrasisiyle Türkiye hiçbir zaman demokratik bir cumhuriyet olamayacak, hep bürokratik cumhuriyet olarak kalacaktır. "Tamam, demokrasimiz gelişiyor, yerleşiyor!" derken, patlak veren birtakım siyasi ve bürokratik olaylar, darbe ve cunta planları, demokrasi konusunda ancak bir arpa boyu yol aldığımızı her zaman açıkça gösterecektir. Bu bürokratik yapının birinci sorumlusu elbette ki mevcut Anayasa'dır. Fakat öncelikle demokrasimizin önündeki en önemli problemin zihniyet meselesi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Demokratlar olmadan demokrasi olmaz. Özellikle toplumun aydın kesiminde demokrasi bilinci oldukça zayıf, demokrasi inancı yok denecek kadar azdır. Çünkü aydınlarımızın büyük çoğunluğu önyargılı ve birtakım ideolojilerin esiri olmuşlardır. Buna karşı ülkemizin en önemli şansı, basiretli ve feraset sahibi bir halkımızın olmasıdır. Fakat bu halk, kendisine yol gösteren aydınları olmadığı için onlar da bir çözüm üretememekte ve dertlerine çare bulamamaktadır.

Daha müşahhas olarak demokrasinin önündeki engelleri tespit edelim ve çözüm yollarını gösterelim:

Anayasa: Bu Anayasa ile Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değildir. Bu konuda bütün siyasi partiler hemfikir olmalarına ve bunu her ortamda defalarca söylemelerine rağmen, günlük basit siyasi çekişmelerden vakit bulup ciddi bir çalışma yapamamakta, ülkemizi ve halkımızı darbe yönetimlerinin hazırladığı Anayasa'ya mahkûm etmektedirler.

Siyaset kurumu: Mevcut siyaset anlayışı, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu demokrasimizin gelişmesindeki önemli engellerden biridir. İktidar ve muhalefet partilerinin hiçbir konuda anlaşamıyor olmaları ve sürekli kavgalı halleri, halkımızı germekte ve ümitsizliğe düşürmektedir. Demokrasi, bir inatlaşma ve kavga rejimi değil, tam aksine bir hoşgörü ve uzlaşma rejimidir. Siyasetçilerimizin uzlaştığı hiçbir milli mesele kalmamıştır. Demokratikleşme, açılım, darbe, cunta, Ergenekon, terör, domuz gribi, yargı, YÖK, AB, TSK, PKK, dış politika gibi çok önemli konularda siyasi partilerimizin birbirine oldukça zıt ve aykırı fikirler söylemeleri toplumumuzda çok büyük rahatsızlıklar meydana getirmektedir. Ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan terör sorununa çözüm olarak iktidarın hazırladığı "demokratik açılım" projesini, muhalefet partilerinin "yıkım projesi" olarak adlandırmaları, iktidar partisini ihanetle suçlamaları ve hiçbir çözüm yolu göstermemeleri gerçekten oldukça düşündürücüdür. Bilhassa son aylardaki siyasi üslup, halkımızı çok rahatsız etmektedir ve siyaset kurumuna olan güveni önemli ölçüde sarsmaktadır. Demokrasi karşıtlarının ve darbe taraftarlarının istedikleri de budur. Her şeylerini demokrasiye borçlu olan siyasi partilerimizin darbecilere zemin hazırlamaktan özenle kaçınmaları gerekir. Siyaset kurumu ülke sorunlarını çözmekte birinci derecede sorumludur ve bu konuda gösterecekleri başarısızlık, her türlü felakete davetiye çıkarmak demektir. Özellikle siyasi parti liderlerinin yakın çevrelerindeki yardımcılarını sadece sadakat ve bağlılıklarına inandığı kişilerden değil, akıl ve izan sahibi, bilgili, şahsiyetli ve onurlu insanlardan seçmeleri gerekir. Liderlerin yakınları, diğer siyasi parti liderleriyle yakın diyalog kurabilen şahsiyetli kişiler olmalıdır. Yangına benzin döken değil, söndürmeye çalışan kişiler olmalıdır. Liderlerin etrafındaki dalkavuklar sadece karşı tarafa ve ülkeye zarar vermemişler, kendi liderlerini de yok ettiklerine tarih şahitlik etmiştir. Kısacası bu siyaset anlayışı ve yapısıyla Türkiye demokratikleşemez ve normalleşemez.

Askerî bürokrasi: Demokrasimizin önündeki en önemli engellerden biri de bugünkü Silahlı Kuvvetler'in yapısıdır. TSK, demokratik ülkelerdeki normlara uygun olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Genelkurmay Başkanlığı acilen Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanmalı ve TSK yine acilen asli görevi olan savunma görevine yönlendirilmeli ve ülkenin diğer konularıyla ilgilenmesi engellenmelidir. Cumhuriyeti kuran da, yaşatacak olan da, koruyacak olan da halktır, millettir. Bu konuda köklü bir zihniyet değişimine ihtiyaç vardır. Yüksek kademedeki komutanların yargıya intikal etmiş konularda görüş beyan ederek yargıyı etkilemeleri hem Ceza Kanunu'na hem de Anayasa'mıza göre suçtur. Bu davranışın defalarca sergilenmesi halkımızın askere ve yargıya olan güven ve inancını zedelemektedir. Kısaca TSK'nın bu anlayış ve yapısıyla Türkiye demokratikleşemez ve normalleşemez.

Sivil bürokrasi: Sivil bürokrasinin de askerî bürokrasiden çok büyük farkı yoktur. Sivil bürokratlar da kendilerini ülkenin sahibi, halkı da kendilerinin hizmetkârı gibi görmektedirler. Ankara'da oluşmuş devlet mahallelerinde oturan bu bürokratlar halktan ve halkın sorunlarından tamamen kopmuşlardır. Bu devlet mahalleleri süratle kaldırılmalı ve özel konumdaki lojmanların dışında bütün lojmanların hepsi hemen satılmalıdır. Ayrıca derhal kamu yönetiminde reform yapılmalı, bürokratların her türlü ayrıcalıkları kaldırılmalı ve bürokrasiye ehliyet ve liyakat hakim kılınmalıdır. 
 
Yargı: Çoğu zaman ülkemiz adeta bir yargıçlar devleti görüntüsü vermektedir. Özellikle yüksek yargı organlarının verdiği kararlar kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin ünlü 367 kararı, TBMM'den 411 oyla geçen anayasa değişikliğinin iptali kararı ve parti kapatma kararları kamu vicdanını incitmiştir. Danıştay'ın ÖSS ile ilgili katsayı kararı yine kamu vicdanını inciten ve halkımızın yargıya olan güvenini zayıflatan kararlar olmuştur. Yargımız evrensel hukuk değerlerini dahi görmezden gelmektedir. HSYK'nın Erzurum'daki savcıların yetkilerini alması, Yargıtay ve Danıştay'ın HSYK'nın bu kararlarını destekleyen beyanları, tam olarak bağımsız yargıya bir müdahale ve evrensel hukuk değerlerini çiğnemek olarak algılanmıştır. Yargı reformu acil hale gelmiştir. "Türk milleti adına" diye karar veren yargının aslında milletle veya halkla (maaşlarını halkın vergilerinden almalarının dışında) hiçbir organik bağlantısı yoktur. Bu durum, halka karşı sorumluluk duygusu olmayan bir yargıçlar devleti görüntüsü vermektedir. Bu sebeple yüksek yargı organlarının üyelerinin çoğunluğunun TBMM, STK ve yargıçlar tarafından seçilmesini temin eden, parti kapatmayı zorlaştıran bir yargı reformu acilen yapılmalıdır.

Sivil toplum kuruluşları: Ülkemizde maalesef küresel boyutta ve evrensel normlara uygun sivil toplum örgütleri yoktur. Güçlü ve etkili sivil toplum kuruluşları olmayan ülkelerin demokrasilerini geliştirmeleri mümkün değildir. Acilen sivil toplum kuruluşlarını yeniden yapılandıran ve teşvik eden reform yasaları çıkarılmalıdır.

Netice olarak; acilen, yargıda, askerî ve sivil bürokraside reform yapan bir anayasa değişikliği TBMM'ye sevk edilmelidir. Anayasa değişikliği için TBMM'de gereken nitelikli çoğunluk sağlanamazsa referanduma gidilmeli ve halkın iradesi ile bu değişiklik gerçekleştirilmelidir. En kısa zamanda da yepyeni bir anayasa yapılması için toplumda genel bir konsensüs sağlanarak yeni anayasa hazırlanmalıdır.

Geçim sıkıntısı başta olmak üzere, yoğun sorunlar içinde yaşayan halkımız, bütün yetkili ve sorumlulardan bu reformların yapılmasını acilen beklemektedir. Türkiye'nin kaybedecek zamanı da kalmamıştır.  
Mehmet Bozdemir - Demokraside Birlik Vakfı Başkanı

Kaynak: Zaman