Ülkedeki mevcut toplumsal-siyasal süreci anlama becerisini sergileyemediği çok açık olan bir siyasi lider şöyle yakınıyordu, HSYK’ya üyelik seçimleri ile ilgili yeni durumdan: “Hakim ve savcılar siyasetçi gibi, oy peşinde koşuyor. Adliyeler propaganda mekanı oldu. Hakim ve savcıların bu hale düşürülmesi çok acıdır...”

Aynı olgu, sahip olunan paradigmaya ve algı dünyasına göre ne kadar da farklı yorumlanıyor değil mi? Peki durum öyle mi gerçekten de?

Benim baktığım yerden görünen ise; yaşananların küçük çaplı bir “demokrasi şöleni” olduğu oysa. Nasıl mı?

Sahte gerçeklik

Siyasal ve toplumsal hayatımızın yapay ve sahte bir algı ve gerçeklik üzerine inşa edildiğini söylemek yanlış olmaz. Olmayan bir “gerçekliği”, sanki hakikatmiş gibi yaşıyor ve hatta yeri geldiğinde bu suni gerçekliğe güzellemeler düzüyoruz.

Kurum ve kurallarımız var-mış gibi  konuşuyor ve davranıyoruz, ama yok. Eskiler yok edilmiş, yeni ihdas edilenler ise Orwelien bir kavramsal çarpıtmaya uğratılmış ve ortaya bir suni gerçeklik çıkmış. Nihayet; toplum bir sahteliğe mecbur bırakılmış ve toplumdan bu sahtelik yığınına güven ve itaat talep edilmektedir...

Toplumsa, bu sahteliğe karşı -kabaca- üç tür refleks geliştirmiştir: Birincisi; sistem dışına itilmeyi göze alarak karşı koymak, ikincisi; -hayatta kalmanın yolu olarak- takiyye!” yapmak ve üçüncüsü; sahteliğe, gerçekmiş gibi “imân edip” (gerçeklerden kopuk ama mutlu-mesut) yaşamak.

En kötüsü, sonuncu tercihtir. Bu tercihi yapan kesim, gerçeküstü bir dünyada, hayattan ve gerçeklerden kopuk algılar eşliğinde, hakikatle savaşıp durmaktadırlar. Ancak -işin içine “imân” da girdiği için- kendilerinden emindirler ve hatta guruba dahil olmayanları “kâfir” ilân etmektedirler. (“İmân ve kâfir” tabirleri yanıltmasın, bu gurup kendini “laik” sanıyor.)

Yargıda sosyalleşme problemi

Son gurubun en önde gelen temsilcileri başta asker ve yargı bürokrasisi olmak üzere tüm devlet seçkinleri ve onlarla aynı ideolojiyi eğitim yoluyla paylaşan üniversite mezunlarıdır. Ama en trajik durumda olanlar ise yargıçlardır (ben yargıç olarak kısaltıyorum, siz lütfen “hakim ve savcılar” olarak anlayın).

Zira bu ideolojik sahtelik, yargıçların sadece zihinlerini cendereye almadı, aynı zamanda toplumsal ve özel yaşantılarını da boğdu. Biraz daha açayım: Bugün yargıçlar, belirli bir ideoloji ile uyumlu değilseler meslekte ilerlemelerine imkân yoktur. Üstelik, bu ideoloji, hayatla ilişkisi son derece zayıf, tutarsız ve tarih-dışı bir ideoloji(msi)dir. Diğer yandan yargıdaki kurumsal kültürü belirleyen yüksek yargı mensupları; yargıçların “toplumdan uzak olmasının erdemini” anlatır (dayatır mı demeliyim?) dururlar. Kaldı ki sık sık yapılan tayinler nedeniyle de, istense dahi sosyal hayata ve toplumsal iletişim ağlarına dahil olmanın zaten imkânı yoktur.

Sahtelikten gerçeğe

Özetle; -itiraf etmesi çok zor olsa da- biz yargıçlar; kendimize ait içe kapalı, dar ve kısır bir algı dünyasında, toplumdan ve hayattan kopuk, sahte bir gerçeklikle yaşamaktayız ne yazık ki...

Yıllardır yargıçların ağırlıklı olduğu “adalet.org” isimli internet paylaşım sitesini takip ederim. Ancak açık söylemeliyim ki hiçbir dönemde 12 Eylül Referandumu öncesi ve  sonrasında gördüğüm “sahiciliğe” şahit olmamıştım. Duygular ve sözler, her zamankinden daha gerçek ve samimi şimdilerde.

HSYK’ya 200 civarında üyelik başvurusu yapılması, gerçek hayat özleminin ne kadar da yoğun olduğunun bir işareti bence. Yeni durumun problemleri, yargıçların davranış, söz ve stratejilerinin entelektüel  ve etik düzeyi vs. tâli meselelerdir. (Demokrat Yargı Derneği olarak bu süreçteki gözlemlerimizi şimdiden hazırlamaya başladık ve 17 Ekim sonrası kamuoyu ile paylaşacağız.) Ama bir süre sonra toplumdaki demokratik bilinç ve işleyişle doğru orantılı olarak taşlar yavaş yavaş yerine oturacaktır. Toplum da, kendisiyle aynı hayata dahil olan ve böylece kendisini daha kolay anlama ihtimali bulunan yargıçlarla muhatap olacaktır.

Bu durum uzun vadede yargının toplumsallaşmasını doğuracaktır. Yargının toplumsallaşması eskiye ait zihinsel kalıplarla yaşayanlar için kabus anlamına gelse de esasta çok büyük bir kazançtır. Bu nedenle de -siyasi liderimizin aksine- ilk sevinilmesi gereken yargıçların “gerçek hayata” dahil oluşudur. Gerisini “gerçek hayat” bir şekilde öğretecektir...

Çoğulcu demokratik yargı

Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, 17 Ekim’deki HSYK seçiminin, neticesinden ziyade, bu yeni durumun yargıçlarda yarattığı heyecanın ve topluma sunacağı yeni imkânların önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Seçimler ayrı bir yazının konusu ancak konumuzla ilgisi çerçevesinde bir iki kelâm da bu konuda etmek isterim:

Türk toplumu artık eski tip siyaseti istemediğini, “sivil, sahici ve samimi” bir siyaseti talep ettiğini söylemiştir. Yargı camiası da yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi “sahte gerçeklik” dünyasından sıkıldığının işaretlerini vermektedir. Bu nedenle geleneksel zihniyet kodlarıyla yani “devlet ve bürokrasi” eksenli düşünen ve davrananlar, kullanım süresi geçmiş bir dönemin son temsilcileri olarak kalacaklardır. O halde seçimlerde kimin değil, “hangi zihniyetin” önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu zihniyet ise, “sivil, sahici ve samimi” bir dil olacaktır...

Dileğimiz; yeni HSYK’ya, (ister bir gurubun adayı, isterse de bağımsız olsun) bu yeni  zihinsel yapıya sahip üyelerin seçilmesi ve kurulun; -kim seçilirse seçilsin- “kişilerin” değil ilke ve kuralların hakim olduğu, toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği, çok sesli, çoğulcu, şeffaf ve demokratik bir yapı olması...

[email protected]

* Faruk Özsu Hakim, Demokrat Yargı Derneği Yön. Kur. Üyesi 

Kaynak: Star