Kerbela katliamının kırkıncı günü (erbain) İran’da geçen Salı günü yaygın merasimlerle yadedildi. Erbain, ruhun tamamen bedenden azad olduğunun varsayıldığı gün. Katliam gününün akşamı Kerbela’da Hazreti Zeynep’le bütün kadınlar, erkek olarak da sadece hastalığı nedeniyle ölecek gözüyle bakılan Zeynelabidin (Ali Ovsat, Seccad) esir alınıyor. Önce Kufe’ye, İbni Ziyad’ın sarayına götürülen esir kafilesinin halk arasında oluşturduğu huzursuzluk Kufe Valisi İbni Ziyad’ı endişelendiriyor. Kafileyi Hazreti Hüseyin’le birlikte 72 şehidin mızraklar üzerindeki başlarıyla Şam’a, Yezid’e gönderiyor. (İnsanın bu vahşeti gerçekten aklı almıyor; her okuyuşumda genç Müslüman toplumun böyle korkunç bir hadiseye tanıklık etmesi karşısında düşüncelere dalıyorum.)
Katliamın uyandırdığı ilk zafer duygusunun ardından şehitlerden geriye kalan her şey huzursuz ediyor Yezid ve adamlarını. Esirleri en fazla on gün Şam’da alıkoyuyor Yezid, on günün sonunda halkın tepkisinden çekindiği için Medine’ye götürülmelerini istiyor. Üstelik de başından itibaren farklı beyanları bulunduğu halde, katliamda dahli olmadığını öne sürerek sorumluluğu Kufe Valisi İbni Ziyad’a yüklüyor. Kerbela katliamının kırkıncı gününde kafile Şam’dan Medine’ye doğru yola çıkıyor.
Rivayet muhtelif: Mesela bir deyişe göre kafile kırkıncı gün Kerbela’ya varıyor. Hatta Zeynelabidin babasının başını Kerbela'da, vücüdunun gömüldüğü yere defnediyor. Ancak rivayetlerin çoğu kafilenin kırkıncı günde Kerbela’ya varmış olmasının olanaksız olduğunu da gösteriyor. Bugün Şam’daki Emeviye camisinin bir köşesinde Hüseyin’in başının bulunduğu köşe, Res’ul Hüseyin ismiyle ziyarete açık.
Nabokov, hayat acı çekmektir, der. Belki bir yanıyla doğru bir tespit; ancak başkalarının acılarını onarmaya dönük yaşadığımızda anlaşılır bir hale gelir bu acı, hatta hayatın ta kendisi.
İranlılar, Hüseyin ve yol arkadaşlarının her yıl kırk gün boyunca süren yası nedeniyle hayatı yas perspektifinden yaşayan insanlar olarak tanımlanırlar bazen; mesela Muhammed Esed “Mekke’ye Giden Yol”da İran izlenimlerine bu bağlamda çözümlemeler katmıştır. Benzeri yorumlarda Şia’nın Aşura hadisesi etrafındaki duyarlığının kadim Fars kültüründen beslenerek taziye/yas geleneğini geliştirdiği şeklindeki kanaatin altı çizilir.
Bana kalırsa İranlıların Hüseyin etrafındaki yası, çöküntülere sebep olan bir karaduygu şeklinde oluşmayan, direnme ve hak olan sözü dillendirmeyi sürdürme azmini güçlendiren yapıcı bir yastır. Bu özelliği nedeniyle de Ayetullah Humeyni, devrimin başlarında İslamcı entelektüeller hurafeler karıştığı için güvenilmez buldukları taziye merasimlerini iptal etmesini istediklerinde, taleplerini geri çevirmişti.
Şehitlerin Kerbela’da yaşanan birinci gecesi, “Şam-ı Gariban” ismiyle yadediliyor. Erkeklerin neredeyse tamamı öldürülmüş, sağ bırakılan bir tek, hasta olduğu için savaşın dışında kalan Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin. Katliam gününün gecesinde Hüseyin’in kızkardeşi Zeynep, geride kalanları yatıştırmaya çalışıyor. Muhasara sürüyor çünkü, yanlarına kimse gelemez; onların katliam alanını bırakıp gitmesine de izin verilmiyor. Gece, şehitlerin ahiret yurduna göçünün ilk gecesindeki “gariplikleriyle” buluşuyor yasları.
Üçüncü, yedinci ve kırkıncı geceler ruhla bedenin ilişkisinde çözülme aşamaları sayılıyor… O nedenle kırkıncı gün törenleri önemseniyor. Törenler sırasında da Hüseyin ve öteki şehitlerin mızraklara saplı başlarıyla Şam’dan Medine’ye götürülen kafilenin hüznü türlü semboller ve canlandırmalarla sergileniyor.
Bu sene erbain törenlerini Tahran’ın kuzeybatısında bulunan Came’ül Mehdi Mescidi çevresinde izledim. Törenlerdeki canlandırmalar için büyük emek verilmişti, mescidin bulunduğu yer bir kenar mahalle sayılabileceği halde. Esirleri taşıyan deve kervanı, nasılsa ölür bu, diye sağ bırakılan hasta oğul Seccad’ın perişanlığı içinde kaybolmayan asaleti, kervandaki siyah çarşaf giymiş erkeklerin canlandırdığı kadınların oluşturduğu hüzünlü manzaraya katılan sahici siyah çarşaflıların yanı sıra tesetürlü ya da bedhicaplı kadın izleyiciler, modern araç ve üsluplarla, mesela üzerinde Yamaha yazılı davullarla, trompet ve neylerle merasim akışına katılan her yaştan insan, üzerlik tütsüsünün kafiledeki yas tonunu belirginleştiren dumanı, megafonu taşıyan pikaptan yükselen mersiye…
Kırk gün geçti Hüseyin’imi görmedim
Kırk gündür Ali Asgar’im nerede
Kırk gün oldu Ali Ekber’im nerede
Kırk gün oldu Aşura’nın acısı içimde
Hani benim oğullarım ve İmam’ın yoldaşları…
Sonra anlatıyorlar: Hüseyin’in üç oğlunun adı Ali ile başlar, çünkü o dönemde Muaviye çocuğuna Ali adını koyanları katletmektedir.
Kırk gün önce mescitlerde, çadırlarda, evlerde, sokaklarda toplanarak Aşura gecesinin dünyadan ahiret yurduna geçişin garipliğini yaşayan şehitlerinin ve Kerbelâ yolcularından geriye kalanların yaslarıyla bütünleşmeye çalışan ahali, şimdi doğaçlama canlandırmalarla meydanlara akıyor. Yürüyüşleri hiç olmazsa üç dört saat sürecek. Bu süreçte bir tefekkürle katliam dayanışmaya, yas direnişe, esaret dilden dile dolaşarak destanlaşan hitabelere dönüşüyor. “Gariplerin Gecesi”, zulmeti dayanışma ruhuyla aydınlığa çevirebilme cehtinin öteki adıydı. Erbain’de dayanışma gün ışığında devam ediyor.
YAZININ RESİMLERİ İÇİN TIKLAYINIZ