İsrail’in ABD Büyükelçisi Michael Oren, mevcut siyasi karışıklık ortamında ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’den daha güvenilir dostu olmadığını iddia ederken haklı. Bölgenin stratejik haritasına bakıldığında, büyük oranda istikrarsızlık ve belirsizlik görülüyor. Mısır’ı, Suriye’yi ve beş yıl sonra Suudi Arabistan’ı kim yönetecek? ABD güçleri çekilirse Irak’ta neler olacak? Ve İran mevcut liderliği altında yeni bölgesel süpergüç olarak galebe mi çalacak, yoksa rejim değişikliği yaşayıp Batı yanlısı kampa geri mi dönecek?

Amerikalı analist veya siyasetçiler, bu sorulara net bir cevap veremese de, İsrail’in demokrasisi, gelişmiş ekonomisi, güçlü ordusu ve sağlam Amerikan yanlısı tavrıyla yerli yerinde duracağından emin olabilirler. Kuşkusuz İsrail’in politikalarını uluslararası alanda desteklemek ve onu cömert askeri yardımla ve ileri teknoloji ürünü silahlarla donatmak, size Arap sokaklarında ve Batı Avrupa’da puan kaybettirebilir. Fakat İran’a ve onun Ortadoğu’daki maşalarına karşı duran tek ciddi odağın, İsrail savunma güçleri olduğu ortada. Değerlerini ileriye taşımak ve kötülerin peşini bırakmamak yönündeki şatafatlı sözlerine rağmen Batı, NATO’nun Libya’daki berbat performansının da gösterdiği gibi, mücadele edecek güce de iradeye de sahip değil. Böyle bir ortamda İsrail, eski ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig’in tabiriyle söylersek, hâlâ “dünyadaki en büyük Amerikan uçak gemisi ve batırılması mümkün değil.”

İran’la soğuk savaş
1950’lerden bu yana İsrail, Batı’nın pan-Arabizm ve pan-İslamizm’le ilgili kaygılarını paylaşırken, bir yandan da belli Arap ülkelerinin milliyetçiliğini savaşlar ve diplomasi yoluyla teşvik ediyor. İsrail, 1956’da Fransa ve Britanya’nın safında, 1967’den 70’e kadar da ABD’nin desteğiyle pan-Arabizm’in öncüsü Mısırlı lider Cemal Abdül Nasır’la savaştı, fakat onun halefleri olan Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’le barış yaptı, zira Sedat ve Mübarek, Mısır’ın çıkarlarının genel Arap veya Müslüman davaların önünde geldiğini düşünüyordu. Bugün İsrail ve ABD, pan-İslamizm’in kalesi olan ve eski müttefikleri şahı alaşağı eden İran İslam Cumhuriyeti’yle bir ölüm kalım soğuk savaşı içinde.

Filistinlilerle netameli ilişkisi dahilinde İsrail, Filistin’i Batı Şeria ve Gazze’yle sınırlı tutmayı hedeflerken, geniş Filistin diyasporasını ve mültecilerin 1948 öncesi Filistin’e geri dönme talebini görmezden geliyor. Bu politikada da Batı’yla bir ortaklık söz konusu, zira Batı, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın modern Nasırcılığını (Yahudi devletini ortadan kaldırmak ve milyonlarca 1948 mültecisiyle mirasçılarını olmayan kasabalara ve köylere geri getirmek) benimsemek yerine, toprağın bölünmesine dayalı iki devletli çözüme destek veriyor.

‘67 işgali ayrıntıdan ibaret’
Velhasıl gerçekçi bir yaklaşım, Oren’in İsrail’in ABD için stratejik önemine dair yaptığı analizle ve İsrail’in kendisini hasım bir Müslüman çevrede Batılı bir ileri karakol olarak tanımlamasıyla paralellik taşıyacak. Fakat Oren, Washington ve Kudüs’te paylaşılan ortak dünya görüşünü vurgulamakla yetinmiyor. İsrail’in ABD’nin değerlerini ve kurucu atalarının Siyonist inançlarını yansıttığını savunuyor. John Adams ve Abraham Lincoln, siyasi Siyonizm’in babası Theodor Herzl’den önce Yahudi devletinin dirilmesini hayal etmişti. ABD’nin İsrail’e desteğinin arkasında bu romantik hayaller var.

Oren’e göre İsrail, Ortadoğu’daki bir mini-ABD; aynı değerlere ve politikalara sahip. İki müttefik arasındaki bazı anlaşmazlıkları kabul ediyor, fakat etkisinin asgari düzeyde olduğunu söylüyor. Oren’in bakışı dahilinde, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklarda yürüttüğü yerleşim faaliyeti ufak bir ayrıntıdan ibaret ve barışa engel olmadığı gibi, çatışmayı da kızıştırmıyor.

Ne yazık ki Oren, İsrail’in Filistin işgalinin neden olduğu daha derin değerler çatışmasının üzerinden atlıyor, zira işgal, ABD’nin sömürge karşıtı geleneğine aykırı. Hindistan ve Afrika’nın eski Britanyalı ve Fransız muktedirleri gibi İsrail de kendi içinde demokrasisini koruyor, fakat Yeşil Hattın öte tarafındaki tebaaları için demokrasi falan tanımıyor – oralarda Yahudi yerleşimciler, Arap komşularından daha üstün haklardan faydalanıyor. Bu adaletsizlik, ABD Başkanı Barack Obama’nın İsrail’in yerleşimlerine ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun sağcı hükümetine niye soğuk baktığını açıklıyor.

Oren, anlaşmazlığı ima etmekten de geri durmuyor: “En sıcak dostluklarda bile anlaşmazlık yaşanır. İkinci Dünya Savaşı’nda Britanya’yla ABD arasındaki ilişki de böyleydi. Modern tarihin en ünlü ittifakı, askeri planlama ve düzenlemelere dair anlaşmazlıklarla doluydu.” Gerçekten de Franklin D. Roosevelt ve Winston Churchill, savaşın öncelikleri konusunda anlaşamıyordu; zira yükselen bir küresel lider ve ekonomik güç odağı, inişe geçen ve yenilgiden kılpayı kurtulan müflis bir imparatorluğa payandalık yapıyordu.

Aynı anlaşmazlık, bugün Obama’yla Netanyahu arasındaki ilişkiyi gölgeliyor. Mesele, çatışan idealler. Obama’ya göre İsrail, yasadışı bir sömürgeci girişimi sürdürüyor. Netanyahu’ya göreyse Obama, idealleri Ortadoğu’nun gerçekliklerine uymayan naif bir solcu. İsrail lideri, yerleşimlerden vazgeçmenin Batı Şeria tepelerini İran kontrolüne terk etmekten başka işe yaramayacağını savunuyor. Bugüne dek bu argüman, iki lideri seleflerinin uzlaşmasını tekrarlamaktan alıkoydu: ABD’nin İsrail’i İran’ın nükleer silahlarından koruması karşılığında, yerleşimlerin olmadığı bir Batı Şeria’da bağımsız Filistin.

Çıkarlar hep baskın gelir
Ne var ki uluslararası ilişkilerde çıkarlar ve güç hesapları, değerlere ve ideallere baskın çıkar. Bu nedenle ABD’nin İsrail yerleşimlerine karşıtlığı genellikle lafta kaldı. ABD-İsrail ilişkilerinde iki taraf da stratejik açıdan hayati önem taşıyan meselelerden ötürü diğerini idare etti. Bu nedenle ABD, İsrail’in Çin’e silah satmasını yasakladı, fakat Kudüs’ün Ortadoğu barış sürecinde gidişatı belirlemesine göz yumdu. İşgal ve yerleşimlere dair anlaşmazlıklara rağmen ABD’nin Batı Şeria’yı kontrol eden ve Gazze ablukasını yürüten İsrail savunma güçlerine para ve silah vermesinin sebebi de bu. Bu, İsrail’e yönelik bir ‘çifte standart’ değil: Art arda gelen Amerikan yönetimleri, demokrasiyle alakası olmamasına ve insan haklarını ihlal etmesine rağmen petrol zengini Suudi Arabistan’ı her daim destekledi.

Ortadoğu, siyasi istikrarsızlıktan mustarip olduğu ve Batı karşıtı hissiyatı yaydığı sürece İsrail, ABD desteğinin süreceğine güvenebilir. ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak bakımından güçlü bir İsrail’den daha güvenilir alternatifi yok. Fakat Amerika’nın ittifakı ve desteğinin zeminini genişletmek için, İsrail’in de tutumlarını destekçisinin değerlerine uydurması ve kendisini işgalden ve yerleşimlerden arındırması gerek. Neticede mevcut Arap isyanlarından alınacak tek bir ders varsa, o da çıkara dayalı ittifakların kırılganlığı. Mübarek’e ne olduğuna bakmanız yeter. (25 Nisan 2011)

 

Kaynak: Radikal