ÖNCE Deniz Baykal suçluyor:
"Orman Bakanı Osman Pepe’nin oğullarının üzerinde 600 daire var. Bu mal varlığı nasıl oluştu?"
Bakan Osman Pepe, bu suçlama karşısında, oğullarının mal varlığını gözler önüne sererek yeri göğü inletmek yerine, önce o klasik "İspatlamayan şerefsizdir" çıkışını yapıyor.
Ardından da karşı saldırıya geçiyor:
"Benimle ilgili bu dedikoduların ardında Acaristanbul olayı vardır. CHP’li Mehmet Sevigen oradaki villasını nasıl almış onun hesabını versin. Acaristanbul’da yaptıklarımızın intikamını almaya çalışıyorlar."
Bu kez o klasik yanıtı verme sırası Mehmet Sevigen’e geçiyor.
O da, "İşte malvarlığım! Acarkent’te villam yok" diyerek bir kanıt sunmak yerine...
Şöyle okkalı bir "İspatlamayan şerefsizdir" çekiyor, o kadar...
* * *
Belden aşağı vurmalar bununla sınırlı kalmıyor...
Bu kez dindarlıkla tetikçiliği bünyesinde mezcetmeyi başarmış bir gazete olan Vakit devreye giriyor.
Gazetenin hükümete destek çıkmak maksadıyla yayınladığı haberin özeti şu:
"Başbakan Erdoğan’ın Amerika’da burslu okuyan çocuklarını gündeme getiren Deniz Baykal’ın, 40 küsur yıl önce Yahudilerin verdiği bursla Amerika’da okuduğu ortaya çıktı..."
Normal koşullarda, "Bu haber bize zarar verir. Başbakan’ın çocuklarının aldığı burs ile Baykal’ın aldığı burs kıyaslanır, rezil oluruz" kaygısı taşıması gereken iktidara yakın yayın organları, Vakit’in haberinin üzerine balıklama atlıyorlar.
Çünkü emin oldukları bir şey var:
Seçime çok az zaman kaldı...
Ve böyle zamanlarda kimse "sağduyu"nun peşinde olmaz!
* * *
Bel altı vuruşta kimse kimseden eksik kalmıyor.
Baykal, miting meydanlarında AKP’lilerin altın dağıttığını söylüyor.
Ama hangi AKP’li, hangi vatandaşa altın dağıtmış, bununla ilgili bir tek kanıt koymuyor ortaya...
Sadece "Altın dağıtıyorlar" diyor, o kadar...
Tayyip Erdoğan ise miting meydanlarında İkinci Dünya Savaşı koşullarında verilen ekmek karnelerini sallayarak, "CHP işte budur" diyor.
Savaş koşullarından falan tabii ki söz etmiyor.
Sadece "Bunlar karneyle ekmek dağıtmıştır" diyerek, eline geçen "çakma fırsatı"nın tadını çıkarıyor.
Erbakan Hoca boş durur mu?
O da, "Bunlar kiliseleri onarıyorlar, Kuran kurslarını yıkıyorlar" diyerek iftira atmaktan zerre kadar çekinmiyor.
Biri birinin yaşını diline dolarken, diğeri "Koluna taktığı saatin değeri 60 bin dolar" diyor.
Abisi ve babası kaçak durumuna düşmüş, hakkındaki iddialar bini aşmış, hakkında patlatılmamış bomba kalmamış küçük lider ise çıkmış, "Seçime üç gün kala Başbakan hakkında üç bomba patlatacağım" diyerek güya Amerikan usulü propaganda ile dikkat çekmeye çalışıyor.
* * *
Ben de diyorum ki:
Sayın baylar...
Ne ölüm kalım savaşı yapıyorsunuz, ne de ateşle imtihan edilmeniz söz konusu...
Ne muhterem Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi "Bu seçim Çanakkale Savaşı’ndan bile mühimdir", ne de ülkeyi "aydınlık" ile "karanlık" arasında bir tercihe götürüyorsunuz.
İşte buraya yazıyorum:
Son tahlilde hepiniz birbirinize benziyorsunuz ve son tahlilde yapılan altı üstü bir seçimdir!
Sıradan, olağan, bildiğimiz seçimlerden biri...
Bilmem kaçıncı başbakan, bilmem kaçıncı cumhuriyet hükümetini kuracaktır, o kadar.
Yani abartmaya, mantığı savuşturmaya, galeyana gelmeye, terbiyesizleşmeye, rezalet çıkarmaya hiç mi hiç gerek yoktur.
Hem seçim bitince yüz yüze bakacaksınız.
İnsan hiç sırf "memlekete hizmet aşkı"na bu kadar düşmeyi göze alır mı yahu?
Kaynak: Hürriyet