Bir TV kanalında "liberal Müslüman bir aydın", "CHP gibi sadece Cumhuriyet diyenler, inanç ve ideoloji haline gelmiş şablonlarla konuşuyorlar. Bu yüzden, meselâ yabancı sermayeye ve yabancılara yapılan satışlar dahil özelleştirmelere karşı çıkıyorlar. Oysa yabancı sermaye, Türkiye'nin kalkınmasına hizmet ediyor olabilir. Veriler de böyle diyor." yorumunu yapıyordu.
Bu yorum, özellikle 2001 ekonomik "krizi"nden bu yana girdiğimiz ve son yıllarda artan tamamen ekonomi temelli pragmatist bir düşünceyi yansıtmakta ve bugün pek çok Müslüman aydın da, benzer bir anlayış ve tavrın içinde bulunmaktadır. Dün emperyalizmden, mazlum halkların, özellikle yarı sömürge İslâm diyarlarının haklarından ve kazanmaları gereken özgürlükten, İslâm'a ait özgün dünya görüşünden ve ekonomik, sosyal ve siyasî taleplerden söz edip bunları ana mesele yapan pek çokları da, artık inanç ve ideoloji temelli düşünmeyi reddedebilmektedir. Bu, bir "mağlûbiyet" psikolojisi yansımasından, genç iken kalıcı değerler ve "yüksek" idealler peşinde koşarken, evlenip çocuk sahibi olunca hayata, hayatın "tadını" alıp "yığın"lara karışan pek çoklarında müşahede edilegeldiği üzere, faydayı hayatın ve düşüncenin temeline oturtma, artık kalıcı değer ve sabit prensipleri bir yana koyup, daha da kötüsü, bu değerleri günlük çıkarlara göre şekillendirme, neticede her şeyi değersizleştirme tavrından başka bir şey değildir. Ve, pek çok Müslüman aydının bu noktaya gelmesi, İslâm'ın yine bir "mağlûplar" tavrı olarak, bir zaman kapitalizmin ve düşünce sahasında pozitivizmin yedeğinde, bilâhare sosyalizmin yedeğinde ele alınması gibi, bugün de aynı "mağlûplar" tavrıyla, her şeyi artık bütünüyle ekonomiye, faydaya, sabit ve kalıcı değerlerden ve prensiplerden yoksunlukla "değişim"e bağlama yörüngesinde ferdî hayatın renksiz bir boyutu, toplum hayatında ise olmasa da olur bir "dogma"lar mecmuası olarak görmeyi işaret etmektedir. Aslında bu, Müslüman aydının bizzat yaptığı bir değerlendirme ile vardığı bir sonuç da değil, şartların akıntısında sürüklendiği ve belli maksatlarla başkaları tarafından pazara arz edilen metaa kendisine bir yerlerde yer bulma adına talip olmanın getirdiği acı bir sonuçtur.
Türkiye'de güya cumhuriyeti öne çıkaran ve bununla aslında sadece İslâm'a muhalif bir lâikliği kasteden çevreler, evet, görünüşte şablonlara bağlı ve ideolojik davranmaktadırlar ama, aslında bunların temel tavrı, toplum hayatında kendilerinden başkalarına ancak en fazla hizmetçi statüsü verme tavrıdır. Keşke, sadece ekonominin ve faydacılığın ötesinde kalıcı değerleri olan bir ideolojiye sahip olup, ona göre düşünüp, ona göre davranabilselerdi. Kâinatta ekonomi, yani doyma ve sadece fayda adına çalışan hiçbir varlık yoktur. İnsan vücudu bile, beslenmesiyle, acıkıp doyması, susayıp kanmasıyla insanın hayatının devamı gibi, kendi dışında üstün, kalıcı ve belli bir ideale hizmet eder. Onun beslenmesi ve beslenmekten aldığı lezzet, söz konusu üstün ideale hizmet adına ona verilen bir avans ve peşin ücretten ibarettir sadece. Dolayısıyla, varlığın ve varlığının şuurunda olan hiçbir insan, ekonomi ve sadece fayda peşinde koşamaz. Ekonomiyi temele oturtan ve yüksek idealden yoksun hiçbir devlet, asla kendine ait uzun süreli onurlu bir konum sahibi olamaz, böyle bir konuma ulaşamaz. Bir TV kanalında Alev Alatlı, homo-economicus bir aydına, "Siz özgürlük dersiniz, ben de bir Müslüman olarak adalet derim" diyordu. Bu, Müslümanlıkta özgürlük yok demek değildir; bu, hem kişilik, hem eğitim ve toplum hayatı adına adalet, denge, çok yönlü haklar ve vazifeler ile özgürlükleri bir arada ele alma demektir. Sadece faydayı, ekonomiyi temel alan, hak ve adaletle birlikte bulunmayan özgürlük, gerçek manâda özgürlüğün de düşmanıdır; ancak her türlü çatışmanın sebebidir.
Ayrıca, Türkiye'ye giren yabancı sermayenin Türk ekonomisine fayda mı zarar mı veya ne kadar fayda ne kadar zarar getirdiği hayli tartışmalı bir meseledir. Günlük veriler, bizatihî ne ifade eder, belli, kalıcı değerler ve çok yönlü kriterler çerçevesinde değerlendirilemedikten sonra?
Kaynak: Zaman