Ne diyordu CHP bildirisi, Nutuk'tan iktibasla: -Memleketin vazıyet-i umumiyesi ve manzarası şöyle... Bunu, sınır ötesi harekât sebebiyle hükümeti ve askeri, bir komplonun aktörleri olarak suçladığı günlerde söylemişti. Kapatma davasına gelirken vaziyet- i umumiye gerçekte nasıl?
 
AK Parti kurulduğundan bir yıl sonra seçime girmiş (2002) ve halktan yüzde 34 oy alarak iktidar olmuş.

-Ardından ikinci seçim. (2007 22 Temmuz.) Oylarını yüzde 12 artırarak ikinci defa iktidar.

-Şu anda, farklı bir iktidar alternatifi gözlenmiyor. Sosyal bilimciler "Bu gidişle AK Parti 10 yıl daha iktidardan gitmez" görüşünde birleşiyorlar.

-Bu arada bir kesimde müthiş bir öfke birikiyor. "Ele geçiriyorlar" söylemi, yürekleri kasıp kavuruyor. Meclis gitti, Hükümet gitti, Cumhurbaşkanlığı gitti, YÖK'ün Başkanlığı gitti, sırada Yüksek Yargı var. Cumhurbaşkanlığının gidişi ile birlikte o da giderse yandı gülüm keten helva.

-Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Baykal'ın ısrarlı söylemi, "Bunlar Cumhurbaşkanlığını devletin başka kurumlarını ele geçirmek için istiyorlar" şeklindeydi.

Evet, "Ele geçirmek", uzaydan gelmiş bir gücün memleketi ele geçirmesi gibi sunulmaktaydı. -Bu panik psikolojisinden sonra sıra "Bu işin içinden nasıl çıkılır?"a gelmekteydi? Evet, nasıl çıkılırdı bu işin içinden? -Sandıkta ümit yoktu. CHP oyları (DSP ile birlikte) yüzde 20'yi geçmiyordu.

-Cumhuriyet mitingleri görkemliydi ama bunun sandıktaki kıymet-i harbiyesi sınırlı, gövde gösterisi olarak da etkisi, sonucu değiştirecek nitelikte değildi. Deyim yerindeyse kimse kuru gürültüye pabuç bırakacak değildi. -Ayrıca, bu gösteriler 28 Şubat'taki gibi bir "kapsamlı sivil toplum" iradesini de yansıtmıyordu.

Özellikle işçiler ve işverenler aynı safta değildi. Bu gösterilerde ideolojik duruşlarıyla bilinen meslek örgütleri ve emekli askerlerin yönettiği kuruluşlar başı çekmekteydi.

-Kaldı ki taa Demirel'den bu yana "Demokrasilerde yollar yürümekle aşınmaz"dı!

-Ve tabii, bir de Asker'in müdahil aktör rolü, en son 27 Nisan e- muhtırası ile tarih dışına düşmüştü. Dünya konjonktürü, bir askeri müdahaleyi Türkiye için intihardan farksız hale getirmişti. Askeri müdahalenin önü, bizzat onda rol alacaklar için bile kopkoyu bir uçurumdu. Manzara-i umumiye bu olunca, ortaya, nasıl tatmin edileceği bilinmeyen bir öfke tufanından başka bir şey çıkmıyordu.

-Nasıl keseriz bu gidişin önünü? Öfkeye eşlik eden soru buydu. 27 Mayıs, Yüksek Yargı'yı böyle durumlar için tanzim etmişti.

-Millet iradesinden ümit kesildiği zaman, onu terbiye etmek üzere Yüksek Yargı misyon üstlensin... İsmet Berkan, İran'daki "Velayet- i Fakih" statüsü ile eşleştirmiş bu rolü... Yanlış sayılmaz. Mantık aynı. Laik Şeriat'ın en bağlayıcı yorumu Yüksek Yargı'ya ait. Velayet-i Fakihlik de bir tür yüksek yargı misyonu taşıyor.

İşte o çağrılacaktı göreve... 9 Mart 1971 (12 Mart'tan dönen darbe girişimi) öncesinden bu yana bu işlerde "En başat abi" rolünde gözüken İlhan Selçuk seslenip durmaktaydı: -Hey Başsavcı ne duruyorsun hala? Bu Hükümetin, hatta Cumhurbaşkanı'nın işini bitirsene...

Bu çağrıya mı uyuldu, yoksa re'sen mi karar verildi onu bilemiyoruz, ama o irade devreye girdi. Bazı hukukçular, "Başsavcı mevcut yasalara göre dava açmak zorunda idi" diyorlar. Öyle olmalı. Sayın Başsavcı, elbet kanunlarla bağlı hissetmeli kendisini! Ama, "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma" kanaati hangi olayda kesinleşmiş oluyor, bunu tayin etmek zor olmalı...

Hangi tarihte düğmeye basacaksınız? Bu da zor bir karar. Taa Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı zamanlarına gidilerek dosya tutulduğuna göre, daha yola çıkmadan da "Odaklık" kanaati kesin gibi görünüyor. Yoksa, bu kadar gecikmesi, sayın Yalçınkaya, Başsavcılık makamına geç oturduğu için midir?

Aklıma şu soru geliyor: Başbakan, "En az üç çocuk yapın" çağrısı yapmasaydı bu dava açılmayabilir miydi? Bu da var iddianamede suç delili olarak...

Ve en sıcağı bu. Şaşırmakta haklısınız ama, diğer deliller de bundan daha derinlikli değil. Her neyse...

-Eğer bir yerlerde AK Parti'nin önü bir şekilde kesilecek diye bir irade varsa ve Yargı müdahalesi son çare haline gelmiş ise....

Bu ihtimal nasıl görünüyor sizce... Ve bu ihtimale göre davanın sonucunu nasıl görüyorsunuz? Ümitsiz mi? Hiçbir durumda ümitsiz olmaya gerek yok.

En baştaki "vaziyet-i umumiye" ye şunu ilave etmek yanlış mı? -Yargıladınız ve astınız. Peki sonra? Sonra bir gün yeniden millete gelmeyecek misiniz? Seçim sandıkları bazı siyasi tavırlar için "Nasıl bilirdiniz?" sorusunun sorulduğu o ürpertici sandukaya benzemiyor mu?

Tarihin akışını doğru okumak gerekiyor.

Cılız müdahalelerle suyun yokuşa akıtılması mümkün değildir.

Kaynak: Bugün