Çin ve Vatikan yüz ölçümü, ekonomik güç ve nükleer kapasite gibi başlıklar altında asla yan yana gelmeyecek iki devlet. İlki dünyanın en büyük, ikincisi de en küçük ülkesi. Ancak tarihteki ağırlıkları ve kültürel zenginlikler cihetiyle ikisinin müşterek çok yanı var. Geleceğe matuf planlamalarını haftalık veya aylık değil de onar yıllık dilimlere bölmeleri de paylaştıkları bir diğer vasıf. Bu sebepledir ki yenilerde Çin devlet başkanı Xi Jinping ile papa Francis’in Çin’deki, 70 yıldır süren katolik piskoposları kimin tayin edeceği meselesini çözme iradesi göstermesi bir hayli dikkat çekici. 

Çin devletinin 1950’lerde, dışarıyla bağı olmayan bir kilise tesis etme politikasının bir parçası olarak ülkedeki katolik piskoposların seçimine müdahil olmaya başladı. Dışarıdan bu işe müdahale edilmesi, Papalık makamı nazarında hakaretle eş değer; zira piskopos tayini yalnızca Vatikan’a ait bir imtiyaz. Vatikan’la bağını koparmayan ve Çin devletinin kurduğu piskoposluğa da itibar etmeyen katolikler yer altına inip kendi kiliselerini kurdular. Pekin hükümeti tek taraflı olarak piskopos tayin etmeyi 2012 yılına kadar sürdürdü. Gelgelelim Francis'in 2013 senesinde papa seçilmesini takiben Pekin ve Roma arasında bu meselenin halline dair karşılıklı müzakereler başladı. Ancak bu görüşmeler gayri resmi olduğu için savruk ilerliyor. Hala çok sayıda boşluklar var. Aradaki denge çok kırılgan. Hasılı bundan dolayı yarı gizli pazarlıklar üç yıldan fazladır sürüyor. 

Hong Kong başpiskoposu kardinal John Tong Hon geçtiğimiz ay Pekin ve Roma’nın piskoposluk atamalarıyla alakalı hususlarda “çoktan mutabakata vardığını” açıkladı. Tong’a göre, bundan böyle Çinli piskoposlar ve Çin’in resmi makamları piskopos adaylarını tavsiye edecek; papanın da “veto” hakkı olacak. Bu yönüyle ezber bozan bir anlaşma; zira böylece piskoposların tayininde son sözün papaya ait olduğu tanınmış oluyor. 

Vatikan tarafından bakınca, varılan mutabakat Çin’de dağınık vaziyette yaşayan katolikleri birleştirecek. Papa Francis içinse bir ihtilafı çözüme kavuşturması ve her daim diken üstünde yaşayan bir kitle olan Çin katolikleri gözünde kendi affettirmesi demek oluyor. Dahası papanın, savunduğu bazı ilkeleri gerçekleştirmesi (hele hele Washington’dan kavgacı seslerin yükseldiği bir atmosferde) adına iyi bir fırsat: diyalogun barış için elzem olduğu; hristiyanların yıkıcı değil yapıcı olması gerektiği gibi… 

Çin tarafından baktığımızda ise “yer altındaki” milyonlarca Çinli katolik ile piskoposlarını itaat altına alınması söz konusu. Pekin hükümeti için ise ortada daha tatlı bir zafer var, çünkü varılan anlaşmaya papanın da izni ve müsaadesi var. Başkan Xi Jinping derdi ise batı kamuoyu ve Asyalı müttefikleri nazarındaki itibarı  adına bu fırsattan istifade etme. Çin’deki resmi katolik kilisesiyle yakın bağı olan katoliklere göre, Çin’in devlet erkanı papa Francis’in Amerika’yı ziyaretinde gördüğü teveccüh karşısında hayretler içinde kalmış. O kadar ki aynı tarihlerde ABD’yi ziyaret etmekte olan bir başka isim olan Çin lideri Jinping papanın gölgesinde, ikinci planda kalmıştı. 

Bu yakınlaşmadan zararlı çıkması muhtemel bir başka taraf var: şayet bu mutabakat iki devletin diplomatik olarak karşılıklı birbirini tanımasına varırsa (Çin, Vatikan’la resmi ilişkisi olmayan bir kaç devletten biri) Pekin hükümeti muhtemelen Vatikan’dan Tayvan’la münasebetini kesmesini isteyecektir. Zira Vatikan, Tayvan’ın diplomatik ilişkisinin olduğu yegane Avrupa devleti. Vatikanlı diplomatlar bu talebin gelmesini bekliyor. O takdirde ise Francis büyük ihtimalle Tayvan’la ipleri koparmaya razı gelecektir. Zira Vatikan, Tayvan’daki elçiliğine 1971’den beri kimseyi atamadı ve bu makamı atıl bıraktı (mezkur tarihte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Çin’in temsili, resmi adı Çin Cumhuriyeti olan Tayvan’dan Çin Halk Cumhuriyeti’ne geçti.) 

Diğer yandan Çin’in en kıdemli din adamı, emekli Hong Kong başpiskoposu kardinal Joseph Zen, geçen kasım ayında Wall Street Journal’a verdiği mülakatta papaya veriştirdiğini de hatırlamak lazım. Mülakat “Vatikan’ın Çin Komünizmi Hakkındaki İllüzyonu” başlığını taşıyordu. Papa Francis’in Çin’e gösterdiği dostluğa değinen Zen, (Francis, kendisinin 2013’te papa seçilmesinden bir gün sonra Çin’in devlet başkanlığına seçilen Xi Jinping’e tebrik mektubu göndermiş; Çin’e cömert methiyeler düzmüş; diyalogu arttırmak maksadıyla Çin’den Roma’ya getirilen Çinli resmi ve gayriresmi din adamlarıyla aynı fotoğraflarda poz vermiş birisi) zorba bir rejim olarak gördüğü Pekin’e karşı Francis’i saf olmakla itham etmişti. 

Beri yandan John Tong Hon, bir internet sitesi için yazdığı makalesinde Çin-Vatikan yakınlaşmasının mahiyetine anlattı: Hon’a göre bu diyalogun dini hedefi Çin’deki kiliseyle Vatikan’ı birleştirmek, ruhbanlarla (pastoral) alakalı hedefi yer altına inen kiliseye kanunen koruma altına almak ve diplomatik hedef ise “karşılıklı razı gelinecek bir plan” ile birlikte aradaki ihtilafın üstesinden gelmek. Bu uyuşmazlık Tong’a göre bir yanlış anlaşılmanın mahsulü: Çin devleti kilisenin politikanın dışında kalacağına bir türlü ikna olmamış. Katolik kilisesinin Çin’deki başlıca kaygısı politika değil, eklesiyastiktir; yani kendi iç işleriyle meşgul ve alakadardır. Bu mühim bir ayrım. 

Kamu yönetimi profesörü ve tesadüfe bakın ki bir de katolik rahibi olan; 1980’lerin ilk yıllarından beri de Çin’de ders veren peder John Worthley göre ise Çin’de son altı aydır devam eden çalışmaların mahiyeti Çin’deki resmi ve gayri resmi kilise cemaatlerini birleştirmek. Şöyle devam ediyor Worthley: “Vaziyet bana biraz Berlin Duvarı’nın yıkılışını hatırlatıyor. İnsanlar yıllardır bu sona hazırlanıyor. Bir kere başladı mı her şey çok hızlı cereyan edecek.” 

Çin hükümeti uzun zamandır katolikliğin Çin kültürüyle uyumlu olduğu vazediyor. Bu anlaşma, başkan Jinping’in Çin’deki katolik kilisesinin yeterince vatansever olduğunu ve bir tehdit arz etmediği fikrinde olduğuna delalet ediyor. Elimizde bu görüşü destekleyen bir delil de var. 1997 yılında bir papaz tarafından Çin’deki ilk katolik sivil toplumu kuruluşu olarak kurulan “Jinde Charities” isimli yardım kuruluşu afetzedelere yardım ediyor, yaşlıların bakımını üstleniyor; AIDS’in önlenmesine dair ülke çapında eğitici programlar düzenliyor. Ve tüm bunları Çün hükümetinin müsaadesiyle yapıyor. Hakeza üç yıl önce Çin’in Hebei eyaletinde kurulan “Rahibe Teresa’nın Misyonerleri Derneği” isimli kuruluşun bugün 20 bin takipçisi var. Öyle görünüyor ki 1601 yılında, Ming sarayında danışmanlık yapan Matteo Ricci ismindeki Cizvit bir papazın ilk kez tohumunu attığı ağaç meyvelerini vermeye başladı. 

Kaynak:  Foreıgn Affaırs
Dünya Bülteni için tercüme eden: Mustafa Doğan