Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada, Atatürk'ün 1919 yılında söylediği bir sözü hatırlatıyor: "Mevzubahis vatan ise gerisi teferruattır."
Bu sözü 2007 yılında "Atatürk'ün söylediği gibi" diye tekrarladığınızda ne olur? Aklınıza gelebilecek her şey "teferruat", yani sözün çerçevesine göre "gereksiz" olur. Halbuki 1923'e gelindiğinde vatan kurtulmuştur. Atatürk'ün daha Lozan görüşmeleri bitmeden topladığı İzmir İktisat Kongresi'nin ele aldığı konuların neredeyse tamamı daha önce "teferruat" olan konulardır.
Yine Genelkurmay Başkanı "teferruat"ın "vatan" karşısında önemsizliğini hatırlattığı konuşması ile eş zamanlı olarak, ilk defa 1920'de "vatanı kurtarmak" için toplanan Büyük Millet Meclisi'nin müze olan binasında "teferruat" kabilinden bir toplantı yapıldı. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve TİM Başkanı Oğuz Satıcı, gerçekleşen mucize gibi bir "teferruat"ı bir basın toplantısı ile ilan ettiler. Türkiye, rekabetin kızıştığı, piyasanın daha zorlu şartların içine girdiği bir dönemde 100 milyar dolarlık ihracat hedefini beklenenden önce gerçekleştirmiş. Türkiye'nin bütün kurumlarının, aktörlerinin hiç tereddüt etmeden üzerinde mutabık olması gereken bir hüküm olmalı: Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü, devletin bekasını, laik cumhuriyetin devamını sağlayacak ana güç işte bu "teferruat"tır. Bakan Tüzmen'in koyduğu "Cumhuriyet'in yüzüncü yılında 500 milyar dolar ihracat" hedefi, Kaf Dağı'nın ötesindeki hazine gibi bize uzak da olsa önümüzde durdukça, hiçbir güç Türkiye'yi bölemez. Millî güvenliğimizi, bugünkü trendlerde büyüyen bir ekonomiden daha iyi kimse koruyamaz. Laik Cumhuriyet, böyle bir hedefe koştuğu sürece, halkına refah ve mutluluk getirdikçe onun devamından hiç kimse kuşku duyamaz. Kısaca 1919'dan farklı olarak bugün "Mevzubahis olan vatan ise, (gerisi değil) 'her şey' teferruatta gizlidir.
Bu teferruatın içinde, en ön safta "birey" durmaktadır. Ancak daha iyinin, daha ucuz ve kalitenin peşinde koşan; kendi özel hayatı içinde hiçbir zorlama ve sınırlama ile karşılaşmadan çalışan, üreten, rekabet eden "birey"in yaşayabileceği bir ortamı sağlarsanız "vatan" tehlikelerin uzağında korunabilir. 1919'da cemaat gelenekleri ve dayanışması, her şeyin üzerine çıkan bir toplumsal dayanışma gerekiyordu. Bugün itibarlı ve zengin bir vatana sahip olabilmek için bireylerden oluşan bir topluma ihtiyacınız var. Bu yüzden, Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasında kurduğu birey ve devlet karşıtlığı, bireyin yüceltilmesine karşı itirazı son tahlilde vatana da zarar verebilir. Çünkü bu itirazları ülkeyi dış tehlikelerden korumakla görevli silahlı gücün komutanının sıralaması, herhalde bireyin nefes alıp verdiği piyasaya da bir müdahale olarak anlaşılacaktır.
Türkiye'nin açık topluma dönüşmekten başka şansı yok. Bireyden ayrı ve farklı bir devlet değil, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak üzere var olan bir devlet; yani "teferruat" konusunda hassas olan bir devlet; evet işte ancak böyle bir devlet hem kendini hem de bekasına çalıştığı vatanı koruyabilecektir. Sürekli düşman ve korku üreten, varlık gerekçesini de üretilen bu korkulara dayandıran bir silahlı güç, sırf bu korkular yüzünden tehlikeleri besleyip büyütebilir. Meselâ artık yüksek komuta kademesi muğlak ve müphem ifadelerle "sistematik ve önyargılı saldırılardan", "art niyetli düşünce ve düşmanlardan" bahsetmek yerine kesin tanımlarla konuşmalı. Demokratik bir toplumda Ordu'nun sözcüleri bize bir mesaj verdikleri zaman hepimiz düşmanları da tehlikeleri de anlayabilmeliyiz. Bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tekeline aldığı rejimi koruma ve kollama görevi, artık milletin uyanık bilincine bırakılmalı. En başta piyasa, "vatanı koruma" görevini sadece dinamizmi ile değil aynı zamanda bilinci ile de üstlendiğini gösteriyor. "100 milyar dolarlık ihracat başarısı"nın açıklandığı basın toplantısında, TİM "ihracatçı andı"nı da ilan ediyor. "Ne mutlu Türküm diyene" diye sona eren bu and, "piyasa bilinci"nin, "devlet bilinci"nin yerine geçmeye başladığını gösteriyor. Vatan, "teferruat" üzerinde yükseliyor.
Kaynak: Zaman