İşte sınırdan geçtik. Derin bir nefes alıyorum. Sınır öyle bir yer ki her zaman öte tarafa geçişi şüpheli kılıyor. Bir nedenle geçişte zorluk yaşayabilirsiniz. En basit ve yaygın neden, pasaportla ilgili bir problemdir. Süresi dolmuştur. Giriş mührü görülmemektedir ki çıkış mührü vurulsun. Sınırlarda her şey olur. İşte o tren koridorunda koşuşturan erkek çocuğu, 14 yaşındaymış, fakat 18 olarak geçiyormuş nüfusta. Ailesine, askerlik çağı geldiği için sınırdan geçmesinin mümkün olmadığını söyledi, pasaportları kontrol eden memur. Epeyce bir süre sonra çocuğun hakiki yaşı konusunda ikna olunca, aile rahatladı; aksi halde toplu olarak geri döneceklerdi.

Sınır dediğin sadece bir hat ki uğrakları, güzergahı coğrafya tarafından da belirleniyor. Bazen bir dağ oluyor sınır, vadi ırmak halinde akıyor; ama bir de tarihin, toplumların koyduğu görünmez sınırlar var.

Sınırdan sonraki ilk istasyondayız; aslında burası gümrük sayılır. Eğri büğrü bir Kapıköy tabelası ile kendini belli ediyor sınır kasabası. Gümrük memurlarına ait 2-3 katlı sarı lojmanlar tekdüze bir şekilde uzanıyor. Lojman duvarları önünde kadınlar oturmuş elişi yapıyorlar. Issız kasabalara özgü, zamanın akışının yavaşlığını tamamlayan bir ışık süzülüyor kavaklardan; geniş zamanın ışığı... Ama biz kuyruklara girip çıkıyoruz. Binaların birinde kulağımızdan muayeneyle ateşimiz ölçülüyor; domuz gribi olmayalım. Pasaport kontrolü için kuyruğa girdiğimiz salonun duvarlarındaki afişler, iş aramak üzere sınırı geçen kadınları, insan ticareti konusunda uyarıyor.

Yalnız bir istasyon bu, kır-yeşil tepelerin arasında. Biricik büfesinin rafları dizi dizi borcam kutuları ve serinletmeyi vaad eden içecek kutularıyla tıklım tıklım dolu. Sınır durakları yolculara son kez alışveriş yapma fırsatı sunar. Sadece İran'dan gelen trenler uğruyor bu istasyona, öyle ki memurların çoğu çat pat Farsça konuşur olmuş. Yük treni de geçiyor zaman zaman, yine de mümkün olabileceğinden az, sınırlı geçişler bunlar, memurlara göre.

Cep telefonları çalışmıyor. Yolculuğun geleceği konusunda bir belirsizlik var, Van Gölü geçişi nedeniyle. Bir haber dolaşıyor ortalıkta: Tatvan'a gelen, bizim bindiğimiz trenin yerini alacak olan tren raydan çıkmış; herhalde geceyi Van'da geçireceğiz. Dört yıl önce yine yaz mevsiminde olduğu gibi…

Van o zamanlar intihar eden koyun sürüleriyle gündeme gelmişti ve canavarı  da bir kez daha başını çıkartmıştı göldeki yuvasından yaz başında. İnsanlar o mitolojik canavara inanmak istiyor, varlığına canla başla tanıklık ediyorlardı.

Van'a doğru ilerlerken tren, görevliler uyarıyor: Perdelerinizi, panjurlarınızı  kapatın. Çocukların attığı taşlardan zarar görebilirsiniz.

Çocukların tren pencerelerine taş atmasına alışmış görevliler. Bunu korkutucu bir oyun olarak görüyorlar. Elindeki taşı uçan kuşu vurmaya değil, hızla akıp giden trenin pencerelerine isabet ettirmeye yönlendiriyor, çocuğun oyun hevesi. Daha derin, ayrıntılı bir açıklama gereksiz sanki... Çözüm de basit görünüyor trendeki görevlilere: Bizim halkımız cezayla yola gelir. Çocuklarını terbiye etsinler diye, aileler cezalandırılmalı.  

İşte Van Gölü'nden geçiyoruz. Yük vagonları da gemi ile taşınıyor. Tatvan'da bu vagonlar TCDD'ye ait bir trene bağlanacak.

Uykulu, evet ama aynı zamanda dalgaların sesine kulak vererek gölü aşmaya devam ediyoruz. Yukarı güverteden yolcuların sesleri geliyor. Kimi yolcular sınırı geçer geçmez ortalık yerde eğlenmeyi bir görev bilirmiş gibi davranıyorlar. Yolculuğumuz dört buçuk saat sürüyor. Doğrusu ya nasıl geçtiğini anlayamıyoruz saatlerin.

Gecenin üçünde ellerimiz kollarımız yüklerle dolu olarak gemiden iskeleye çıktığımızda, açık tek bir kapı bile görünmüyordu ortalıkta. İskelenin tam karşısında bulunan bir kahvehanenin önüne atılmış masalar, tabureler vardı; oraya yöneldik. Hava soğuktu, gölden doğru da sert bir rüzgar esiyordu. Bavullarımızda örtünmeye yarayacak ne varsa çıkarttık, örtünerek sarınarak oturduk taburelere. 03.30 civarında sabah ezanı gölün dalgalarıyla taşınıyormuş gibi akisler yaparak, yayılarak ulaştı kulaklarımıza. Kahvehane açıldı. Kahvehaneye bitişik temiz bir tuvalette abdest aldık. Namaz için kadınlar bölümü yoktu. Erkekler bölümünde namaza durduk. Cemaat namazının sabah saatlerindeki güzelliğini özlemişim. Küçük namaz odasının halıdan seccadesine secde ederken gündelik hayat içinde üzerimize yük olan, varlığımızı kireçlendiren fazlalıklarımızdan bizi arındıran o yalın ruh halinin güzelliğini yaşıyorum. Sücutta tevazuyla kıvrılan çıplak ayak parmaklarına indirgendi varlığımız. Aciziz. Umutlarımız görüş ufkumuzun çok ötesine uzanıyor. Bazen neyi niçin istediğimizi bilmeden de istemeyi sürdürüyoruz. Şikayet etmeyi sürdürüyor ve şükretmeyi ihmal ediyoruz. Bizi sen yarattın! Bizden daha iyi biliyorsun, ruh katmanlarımızın gizlediği cümleleri. Yardım et! Biziz işte, kulların, düşmanlık ve hırslardan, uzak emellerden ve maskelerden arınmış olarak, birbirine benzeyen iyi duygu ve niyetlerle, huzurunda eğiliyoruz. Çıplaklığını gizlemeye çalışan kıvrık ayak parmaklarıyız yine, huşuyla halıya dokunan alınız. Yolcuyuz, karışığız, telaşlı ve yorgunuz, üşüyoruz ve uykuya direniyor göz kapaklarımız. Pencere camları taşlanan bir trenin içinde yol aldık saatlerce ve sonra da içinde mitolojik canavarların bulunduğu söylenen bir gölü geçtik. Boz dağları, kurak tarlaları, ıssız istasyonları, henüz yeşil tarlaları, sarı mor dikenlerle süslü bayırları ve dağları delik deşik eden karanlık tünelleri bıraktık arkamızda ve ellerindeki taşlarla, niye bir trenin pencerelerini nişan aldığına karar veremediğimiz çocukları da… O çocuklara yardım et. Bir öfkeleri varsa, sebeplerini sen bilirsin ve çözüme kavuşturursun, bizlere de o sebepleri çözebilelim diye idrak ve fırsat ver. 


Namazın ardından kahvehaneye girdik.Televizyonda gündüz programlarından birinin tekrarı vardı. Yıllardır ilk kez giriyorum böyle bir yol üstü kahvesine. Duvarlarında demet demet ya da sarmallar halinde naylon çiçekler, manzara resimlerini çevreliyor.

İnsanlar tartışıyorlar: Türkiye niçin Van Gölü'nün etrafına bir tren hattı döşemiyor? Bu yapıldığı takdirde yolcuları sabah ezanında ortada bırakan ve bazen sekiz saati bulan bir vakit kaybına yol açan bu gemi yolculuğuna gerek kalmayacak. Hem geminin taşıma kapasitesi sınırlı olduğu için, trenin taşıma kapasitesi de düşük tutuluyor. Eski İpek Yolu'nun çağdaş bir ifadesine dönüşebilecek bir demiryolu hattı Türkiye için İran'a, Orta Asya ülkelerine açılmak anlamına geliyor. Eskiden işte bu tren hattının yanı sıra bir de Kafkas ülkelerini kucaklayan bir tren hattı vardı. Karabağ'ın Ermenilerce işgalinin ardından o hat işlemez oldu. Halihazırda bölgede geniş bir ağa sahip bir tren hattı yok.  Hani, İran-Irak savaşı sırasında bu yol alternatifsizdi, önemini koruyordu. Savaş bitti, ardından demir perde yıkıldı. İçinde bulunduğumuz yıllarda transit taşımacılığın önemi arttı.  Irak demiryollarını Suriye vasıtasıyla Akdeniz'e ulaştıran projenin bir kısmı gerçekleştirildi de… Bu yol İran tarafında Kazvin-Astara üzerinden Azerbaycan'a ulaşacak. Bu demiryolu  Gürcistan vasıtasıyla Karadeniz'e, Rusya vasıtasıyla da Avrupa'ya açılabilir.

Türkiye'den Orta Asya'ya doğru açılabilecek bir hat ise,  zaman ve güç kaybının önlenmesi bakımından büyük önem taşıyor bölge ülkeleri açısından. 

Van Gölü'nün etrafını dolaşan bir demir yolu, Türkiye'nin Orta Asya'ya ulaşımını kolaylaştıracak. Gemi taşımacılığı, sadece vakit kaybı getiriyor işte!

 Van Gölü nasıl da uçsuz bucaksız görünüyordu yolculuk boyunca! Tatvan'ın ışıkları hiç görünmeyecek gibiydi.

Bir canavar yaşıyormuş bu gölde, yılın bazı günlerinde su yüzüne çıkıyormuş. Gerçekten. Mitolojik bir yaratık! Gazetelerde fotoğrafları yayınlanmış.

Gazeteler mi… İnanıyor musunuz? Yapmayın Allah aşkına!

Konuşmaları dinlerken, başımı masadaki çantamın  üzerine koyayım dedim. Bu yolculuk üç gün sürecek, ilk günü geçti sayılır, gemi çıkışı içine düştüğümüz bu belirsizlik olmasaydı, gayet güzel gidiyordu her şey, diye düşünürken, uyumuşum. 

 Trenin geldiğini anlatan toparlanma sesleriyle uyandım.